SÜMER RAHİP DEVLETİNDEN DEMOKRATİK UYGARLIĞA I CİLT (146.BÖLÜM)
Tüm bu sivil toplum kuruluşlarını kapsayan “Demokratik Federasyon” niteliğindeki çatı örgütlenmeleriyle, bulunulan ülke ve devlet sınırları içinde, yine diğer ülke ve devletlerdeki benzerleriyle kurulacak dayanışmanın bu tarz örgütlenmeleriyle sistem tamamlanmış olur. Sivil toplumun genel bir sorunu olarak meşru savunma, doğru anlaşılması ve uygulanması gereken en temel konulardan biridir. Sivil topluma hem devletten hem de geleneksel toplumdan sürekli saldırıların gelmesi uzak bir ihtimal değildir. Boşa çıkarmak ve provoke etmek isteyen güçler, bunu gizli ya da açık, legal veya illegal yöntemlerle hep devrede tutmak isteyeceklerdir. Çünkü çok önemli çıkarları, rant kapıları kapanmaktadır. Bunu kolay kolay kabul etmeleri mümkün değildir. Bizzat eski toplum ve devletin birçok kurumu işlevsiz kalacağından ve konumları sarsılacağından, hukuk dışına sapmaları ve zoru gündemleştirmeleri her zaman mümkündür. Bu durumlar, hukukun vazgeçilmez bir hakkı olan meşru savunmayı gündeme getirir. Meşru savunmanın içeriğini ve biçimini çok iyi kavramak gerekir.
Anayasa, evrensel sözleşmeler ve yasalardan kaynaklanan haklarını savunmada tüm birey ve hak sahibi topluluklar öz savunma durumunda kaldıklarında, ayaklanmadan gösterilere, toplu dilekçelerden mahkemelere başvurmaya kadar genel ve kısmi, toplu veya bireysel her yol ve yöntemle, haksızlık giderilinceye ve haklarını kazanıncaya kadar direnme haklarını kullanabilirler. Bir halk, kendisine yönelik, diline ve kültürüne karşı uygulanan haksızlıklar karşısında; hukuki ve siyasi çözüm yolları tıkanmışsa, gerekirse uzun veya kısa süreli direnmeye geçebilir. Bu bir isyan değil, meşru, hukuki bir haktır. Yapılmaması hukukun çiğnenmesidir. Hukukunu istememek, kullanmamak en büyük hukuksuzluktur. Bunun olduğu yerde orman kanunları geçerli olur. Dolayısıyla hakkı olan tüm birey, topluluk ve halklar, haksızlıklar karşısında sessiz durmakla hukuku çiğnemiş olurlar. Hak istemek ve zorla hakkı elinden alındığında gerekirse ayaklanmak, kutsal direnme hakkıdır.
Hukukun ve adaletin oluşmasının da özüdür. Hiçbir kişi veya halkın hukuksuzluk karşısında susma, boyun eğme hakkı olamaz. Asıl hukuku çiğneme, bir toplumu ve devleti zehirleme bu boyun eğmeden kaynaklanır. Meşru savunma, hukuku doğurmada ve kullanmada asla vazgeçilmeyen temel hukuksal duruştur. Bunun gereklerini yerine getiremeyen birey, topluluk ve halkların kendini insandan sayma ve şikayet etme hakları olamaz. Özellikle tüm evrensel hukukun vazgeçilmez haklar haline getirip resmileştirdiği Birinci, İkinci ve Üçüncü Kuşak Hakları olan bireyin medeni, ekonomik, sosyal hakları ile halkların kültürel ve kaderlerini kendi belirleme hakları çağın yükselen değerleri olup, demokratik uygarlığın dayandığı köşe taşlarından birini oluşturmaktadır. Sivil toplumun diğer önemli bir sorunu, önderlik ve kadrolar konusudur. Bu kadar kapsamlı sivil toplum projeleri için çok önemli eğitim kuruluşlarına ihtiyaç duyulmaktadır. Rasgele amatör kişilerle bu toplum modeli inşa edilemez. Dolayısıyla ihtiyaca göre temel kadroları oluşturan eğitim kuruluşlarını kurmak vazgeçilmezdir. Bu kurumlar, ideolojik içerikli olmaktan tutalım teknik konulara kadar zengin bir yelpazede oluşturulmalıdır.
Özellikle felsefe, ilahiyat, tarih, hukuk, dil, sanat, bilim, spor, ekonomi, siyaset, basın-yayın alanları başta olmak üzere, temel akademik veya enstitü türü okullar yeterince ve yetkince kurulmak zorundadır. Toplumun ve devletin genel eğitim düzeni ihtiyaç duyulan kadroları üretmez. Bu kadrolar amaçlarına uygun yetiştirilmelerini ancak kendi öz okullarında sağlayıp deneyimle pekiştirebilirler. Ortadoğu’nun önemli oranda toplum ve devlet düzeyinde kilitlenmiş yapısını çözmede, geleneksel şiddet yöntemlerinin tahribatlarını sınırlamada sivil toplum modeli özenle işlenmeyi gerektirmektedir. Teori ve pratik yaklaşımla gittikçe önem kazanacaktır. Başta Araplar, İsrail, İran, Irak, Kürtler ve herkes, asırlık çelişkilerin aşılmasında denenen tüm şiddet yöntemleri ve arkasındaki anlayışlarla başarılı olamadıklarını itiraf etmek durumundadırlar. Meşru savunma hakkını her zaman gündemde tutan kapsamlı bir sivil toplum projesi kaçınılmaz olmaktadır. Milliyetçilikle Kudüs sorunu hiç çözümlenemez. Kürt sorununun çözümü bu yöntemle yüz yıl daha alır. Mezhepler savaşı da hiç bitmez, aşiretçilik tükenmez. Şiddeti içselleştirmiş toplum sürekli isyan halinde olur. Devlet sopayı eksik etmez.
Ama tüm bu yöntemler sadece çıkmazı derinleştirir. Çağla buluşturmaz, çağdan daha da uzak düşürür. Buna karşın demokratik uygarlığın temel dayanağı olarak sivil toplumcu çözüm tarzı; yavaş da olsa, herkesin istediği gibi olmasa da, en dengeleyici ve genel çözüm yolu olarak, barışı geliştirici ve demokratik kriterlerle adım adım çözümleyici yöntemleriyle vazgeçilmez olmaktadır. Tarihte doğal bir federasyon olan Ortadoğu uygarlığı çağdaş demokratik kriterlerle sivil toplumu geliştirdiğinde, iddialı bir antitez konumunu yakalayabilir. Avrupa uygarlığının sağ tezleriyle Ortadoğu uygarlığının sol antitezleri diyalektik bir birlik kurarak, tarihte olduğu gibi bir kez daha tüm insanlık için gerekli senteze doğru bir hamle yaratabilirler. Tarihin bu yönlü çarklarını işletmesi, yükselen umuda ve başarılı pratik adımlarına yol açabilir. Ortadoğu’nun kendi antitezini oluşturmada değerlendirilmesi gereken son bir konu, temel aktif güçler olarak halkların rolüne ilişkin olacaktır.
Tarihin en eski halkları olarak bu kültür taşıyıcıları günümüzde neyi ifade etmektedirler ve gelecekteki rolleri nasıl evrim gösterebilir? Bu sorunun yanıtlanması, olası gelişmelerin önünü aydınlatabilir. Çok kısa ve tanımlama düzeyinde değinirsek...
HALKLAR ÖNDERİ ABDULLAH ÖCALAN
YORUM GÖNDER