SÜMER RAHİP DEVLETİNDEN DEMOKRATİK UYGARLIĞA I CİLT (83.BÖLÜM)
Ortaçağı bu noktada karanlığa mahkum etmeli, çözmeli ve aşma doğrultusu gösterilmelidir. Sadece öz ideolojilerine ters düşmemekte, insanlığın on beş bin yıllık tüm önemli zihni birikimlerinin içini boşaltıp söz oyunları, mantık fantezileri, sahte ekoller ve mezhepler haline getirerek en büyük tahribata uğratmakta, derin bir karanlığa ve yabancılaşmaya yol açmaktadır. Bu yönüyle köleciliğin son dönemlerinde aşırı dini ve felsefi çıkışlar zihniyet durumunu zaten tehlikeye atmışlardır. Ortaçağ bunu gittikçe derinleştiriyor. Bir akşam vaktini derin karanlıklara boğuyor. Avrupa uygarlığının üstünlüğü ve aydınlatıcı değeri tam bu noktada kritik bir rol oynuyor. Gerek doğayı derinlemesine incelemesi, gerekse toplumsal dogmalara kuşkuyla yaklaşması, aslında Rönesans’ın temelini oluşturmaktadır. Aşırı karanlığa boğulan zihniyet durumuyla iradesi yok edilmiş bireyi iki koldan ele alıp aydınlatarak cesaretlendiriyor ve özgür yürüyüşünü hazırlıyor. Bilimsel yöntem zihnin aydınlatılması için en sağlam yoldur. Dogmatizmden kopmuş bireysel özgürlük arayışları ise, özgür ahlakı ve iradeyi geliştirecektir. Sorulması gereken önemli soru, “Ortadoğu kökenli uygarlık sistemleri bu tür çıkışı kendi içlerinde çıkaramazlar mı?” sorusudur. Bugün için de cevabını arayan soru yine budur.
Aslında 10-12.yüzyıl Ortadoğu aydınlanması için El Kindi, Farabi, İbni Sina, Sühre - verdi ve hatta Hallacı-ı Mansur ’un kişiliklerinde büyük çaba ve fedakarlık vardır. Hakikati aramak bunlarda büyük bir tutkudur. Hatta bunun siyasi ve ekonomik çıkarların üstünde bir değer olarak saygınlık arz ettiği bilinmektedir. Hakikat aşkı, Ortadoğu coğrafyasında belki de hiçbir dönemde olmadığı kadar seslendirilmektedir. Mevlana , Muhiddin-i Arabi gibi büyük tasavvufçular, yani sezgiyle hakikat mürşitleri yetişmektedir. Bilimlerde de ilerlemeler vardır. Matematik, tıp, astronomi, bitki ve hayvan araştırmalarında gelişmeler kaydedilmektedir. Bütün bu alanlarda Avrupa’dan üstünlük tartışma götürmez. Edebiyattaki üstünlük daha da çarpıcıdır. Ortaçağın destan edebiyatı, Şehname ve Leyla ile Mecnun klasikleriyle kendini kanıtlamıştır. İbni Haldun ’un tarih felsefesi diyalektik materyalizme yakındır. Buna rağmen Ortadoğu rönesansı gelişememektedir. Bu kadar elverişli olanaklara rağmen, Avrupa’nın yeni kimliğinin temelini atan Rönesans’ın Ortadoğu’da neden gelişmediği daha da önem kazanmaktadır. Bunda Moğol saldırılarının etkisinden bahsedilebilir. Ama bu belirleyici neden olamaz.
Asıl nedeni, büyük çabalara rağmen, ideolojik koflaşma ve dogmatizmin beton ağırlığında zihne hükmetmesinde ve siyasi kurulaşmanın derinliğinde aramak daha doğru bir yaklaşım olur. Ortadoğu kökenli Hıristiyan dogmatizmi, objektif olarak Avrupa halklarının zihniyet ve karakter yapılarında olumlu bir rol oynamaktadır. Barbar geleneği halen canlı olarak yaşayan halklar, Hıristiyanlık’la yaptıkları yüzeysel sentezle kazançlı çıkmaktadır. Unutmamak gerekir ki, Hıristiyanlık Ortadoğu kültürünün Avrupa’ya en büyük armağanıdır. Hıristiyanlık Avrupalının zihniyet oluşumunda çok büyük bir adım attırdığı gibi, ahlakını da kesin olarak yaratmaktadır. Yasa fikrini ve disiplini, okuma yazmayı Avrupa’ya daha çok Hıristiyanlık sokmuştur. Hıristiyanlığın attığı temel olmadan, uygar Avrupa’yı düşünmek olanaksızdır. Hıristiyanlık olmasaydı, Avrupa belki de binlerce yıl geri bir köleciliğin pençesinde yaşayacaktı. Hıristiyanlık, Ortadoğu’nun uygarlık kazanımlarını köleliği yaşatmadan Avrupa’ya taşırdığı için çok büyük rol oynamıştır. Avrupa’nın şansı buradadır. Kazanımlarını almıştır. Ama barbar toplumun güçlü olan özgür kişiliğiyle birleştirerek, yine Ortadoğu’nun en son bilimsel kazanımlarını da derleyerek tarihi hamlesini gerçekleştirmiştir.
Demek ki, yeni uygarlık hamlesinin temelinde Hıristiyanlık ile Ortadoğu’nun bilimsel birikimi ve barbar toplumun canlılığı yat maktadır. Daha da önemlisi, zihniyet üzerinde derinliğine bir ideolojik betonlama gelişmediği gibi, binlerce yıl geriden gelen bir siyaset ve devlet kurumlaşması da yoktur. Roma’nın çözülüşü, Bizans’ın ve sonradan Osmanlıların hakimiyetlerini geliştiremeyişleri şansları olmaktadır. Gevşek siyasi konfederasyonlar ve prenslikler, ortamı Ortadoğu’ya göre daha elverişli kılmaktadır. İdeolojik ve siyasi betonlaşmanın gelişmeyişi, özgür zihniyet ve birey şekillenmesine son derece elverişli bir zemin anlamına gelmektedir. Ortadoğu’nun şansızlığı da buradadır. Yani Avrupa için şans olan konular, Ortadoğu için şanssızlık oluşturmaktadır. Siyasi kültür sınıf olarak burjuvalaşmaya fırsat tanımadığı gibi, gevşek federasyon ve prensiplere de imkan vermemektedir. Derinliğine kök salmış dogmatizm, özgür birey çıkışına olanak tanımadığı gibi, ısrarı halinde acımasızca cezalandırmaktadır. Ortadoğu için yaşlı bir çınar anlamına gelen kültürel tarihi Avrupa’ya taşırıldığında, dalından koparılmış bir fidan değerinde olmaktadır. Burada taze aşılarla yepyeni bir ağaç olmakta, bol ürün verebilmektedir. Bu anlamda Avrupa, Avrupalının eseri değildir. Avrupalılar uygarlık fidesini kendi topraklarına ekerek, aşılama yetenekleri sayesinde yenilemeyi başaracaklardır.
Bu anlamda da Avrupa, Avrupalıların eseridir. Uygarlıkların alışverişleri açısından bu ayrımları yapmak, doğrunun kavranması açısından hayati önem arz etmektedir. Beyni dağılmış Ortadoğu kişiliği neye sahip olduğunu bilmediği gibi, neyi Avrupa’ya verdiğini ve Avrupa’dan neyi alması gerektiğini de doğru bilememektedir. Ayrım ve tercih doğru olmayınca, bir kaç yüzyıldır bu kaynaktan da ne aydınlanabilmekte, ne de gerekli rönesansa girişebilmektedir. Ortadoğu’nun çıkmazında nedenlerin ne kadar köklü olduğu, en azından böyle görülmesi gerektiği açıktır. Yaşlı bir çınara ne kadar yeni bir aşı yaparsanız yapın, taze bir ağaç olarak hayat bulamayacaktır; aynı şekilde onu tümüyle görmezlikten gelerek de, Avrupa’dan alınacak taze fidanları (bilim, teknik, yaşam kalıpları) bu ağaçların kalın kökleri dibinde yetiştiremezsiniz. Böyle olduğu içindir ki, Ortadoğu uygarlığı kendini yeniden doğuramamaktadır. Ortadoğu toplumlarının zihniyet yapısını dıştan bilim ve teknik aktarımla çözememenin nedenlerini çözmeye çalışıyoruz. Çin, Japonya ve hatta Hindistan’ın bile en azından Avrupa’dan aktardıklarıyla kendi tercihlerini geliştirdiği yadsınamaz. Sosyalist Çin, liberal-muhafazakar Japonya, demokratik Hindistan giderek büyük gelişme gösteren maddi koşullar ve olanaklarla Avrupa uygarlık yolunda ilerleyebileceklerini göstermektedirler. Bunlar bir dönemler Ortadoğu’nun tüm neolitik ve uygarlık kazanımlarını nasıl özümseyip güçlü gelişmelere yol açtılarsa, Avrupa karşısında da benzer bir gelişmeyi yaşamaktadırlar. Fakat Ortadoğu ve ona benzeyen uzantıları büyük bir direnme içindedir. Ne öz imkanlarıyla ne dıştan müdahaleyle Ortadoğu’da yeterince değişim olabiliyor.
Aslında burada da sorunun derinden kaynaklandığını anlamak gerekir. Direnen tarihtir, direnen kültürdür, direnen toplumun ta kendisidir. Bu olgular önemlidir. Bu gerçeği, savunmanın son kısımlarında derinliğine çözmeye çalışacağım. Şimdilik kısa girişler yapılmaya çalışılıyor.
HALKLAR ÖNDERİ ABDULLAH ÖCALAN
YORUM GÖNDER