NASIL YAŞAMALI (15.BÖLÜM)
Her Elin Karıştığı Bir Yerde Yuva Yapılmaz;
“Nasıl yaşamalı” sorusuna ilişkin genel bir çerçeveyi oturturken, bazı somut örneklemelerle daha da açıklayıcı cevaplar geliştirmek mümkündür. Yine kendimden başlayayım. Önce Kürdistan'da yaşamaya hakkı olan bir kişilik kendini nasıl ortaya sermeli? Ben sırf bu cevap için kendimi yıllardır eğitiyor, uğraştırıyor ve yoğunlaştırıyorum. Denilebilir ki, en büyük çabayı kendime veriyorum. İnsanlık kadar eski olan bilimleri, felsefeleri ve dinleri, gözümün gördüğü, kulağımın işittiği ve ruhumun duyduğu ne varsa her şeyi görmeye, duymaya ve anlamaya çabalıyorum.
Sonuç, kendini en çok kabul ettirecek ruhsal, fiziksel ve bilimsel ölçülere göre insanımız bana ne der, tüm insanlarımıza hitap etmek için dikkatimi çekecek sorun nedir? Çok uğraştım; ailemi etkileyebilirim, köyümü etkileyebilirim, arkadaş çevremi etkileyebilirim. Fakat bunlar bana yetmiyor. Özellikle bütün halkımızı, ulusumuzu ve mümkünse insanlığı etkileyebilmek için nasıl olmalıyım? Öyle bir şey bulup temsil etmeliyim ki, herkes “işte bu beni ilgilendirir” desin. Bu ne demektir? Bu derin insani, derin ulusal, aynı zamanda derin bilimsel temeli al, bunun çabasını acımasız sergile ve sonuçta etkili ol! Dikkat edin, etkinlik savaşı ne kadar insanların çıkarlarını tespit etmeye ve ulusun temel politikasını belirlemeye bağlı? Bir de görmek, duymak ve anlamak yetmiyor. Bu müthiş çabayla, günlük çalışmayla olur. Sonuçta, bu insan kendini biraz kabul ettirebilir. Kendimi ulusa kabul ettiriyorum, sınıfa kabul ettiriyorum, kadınlara kabul ettiriyorum. Kadının derin ihtiyacı nedir? Kadın baskı altındadır ve toplumsal yaşamın dışına itilmiştir. Kişiliğinden habersizdir. O zaman yapmam gereken şey onun bu temel ihtiyacını yakalamak, onun özgürlük ihtiyacına ortam hazırlamaktır. Usta olan hem bunu düşünür hem de yapar. Geriye bakarsınız, koşup fırlayarak geçmişsiniz. Dikkat edin, kadınları çekmek kolay değildir. Siz kızlar çok ürkeksiniz, zaten öyle bir gücünüz de yok. Birileri “almak istiyorum” der, birileri “veriyorum” der. Sizin yaşamınız bu alışveriş çengeline takılıdır. Özgür iradenizle oldukça az talepler ileri sürebiliyorsunuz. Talepler ileri sürseniz de gerçekleştiremezsiniz. Özgür iradesini gerçekleştiren pek yoktur. Ama ben büyük düşünürüm. Kadın siyaseti veya temel kadın ihtiyacı nedir, ortamını kurar ve siz sökün edersiniz.
Dolayısıyla diğer hareketler kadın hareketini yaratamadılar, düzen içi bir temsili aşamadılar. Ama bizde daha özgürleşme oluyor daha ileri adımlar atılıyor. Bu konuda başınızı kaldırmışsınız. Nereye kadar gideceğinizi özgürlük belirler. Öyle gidiyorsunuz. Bunun derin insani özlemi çok güçlü temsil etmekle mümkün olduğunu görüyorsunuz. Önderliğe güvendiğinizi söylüyorsunuz ya, güvenin temel nedeni budur. Yoksa benim kara kaşıma, kara gözüme hayran olduğunuz için değil, temel bir ihtiyacınıza cevap verdiğim içindir. Bu ne oluyor? Bu, kadın hareketinin yaratılması ve temellendirilmesi oluyor. Daha da ötesi özlemler, seçim kabiliyeti, beğenidir. Bu da hangi kişilikte mümkündür? Örneğin bu konuda da büyük bir yarış başlatmış durumdayım. En çok sevilen nedir, kimdir? Bu nasıl olmalıdır? Bir sevgi teorisi ortaya çıkardık. Kabul edilebilir bir sevgi nasıl gelişmelidir? Sevgi yasalarının an_lam ifade edebilmesi ve genel bir kabul görmesi için, bazı temel değerlere bağlı olması gerekir. Yani “gönlüm düştü, sevdim” yerine (ki, bu yasalarımıza göre sevgi değil ihanettir) yasalarımıza dikkat edilmelidir. Siz kızlar bile sonuna kadar hareketlesiniz, önderliklesiniz. Ama hala arada muazzam mesafeler var. Bazılarınız, “ben bir erkeği kolay yaşayayım” dersiniz.
Bir erkek, “bir kadını kolay yaşayayım veya elde edeyim” der. Bana göre bu henüz çok zordur. “Zor olabilir, ama istediğin gibi yaşayabilirsin, para var, her türlü yetki var, olanak var” diyebilirsiniz. Zordur, bu işin yasaları var. Yasalarına ters düşersen, bizim şu ağlayıp sızlayan çocukların durumuna düşersin. Ağlayıp sızlamak da en azından ayıptır. Ağlamayı bile büyük yapmak gerekir. Çocuklarınki gibi olmasın. Yaşamımı bilimsel temelde hazırladığım için, sık sık sorarlardı: Sosyal yaşamın nedir, aile ilişkilerin nasıl, ana baba, eş-dost ilişkilerin nasıl? Millettir; çoluk çocuk, sevgi-aşk nedir, diye sorar. Mükemmel bir cevap oluşturuyorum. Aşkın yasaları, sevginin kuralları dedim. Neden bana katılmıyorsunuz? Çünkü size zor geliyor. Küçük-burjuvalarsınız, kendinizi zor işe koşturacağınıza, günlük yaşarsınız. Ama ben öyle değilim. Biraz akıllı olduğum için kendimi orta yere atmışım. Zaten sözüm var. Nitekim annem-babam da bana, “Sana kimse kız vermez” demişlerdi. Ne ben alırım ne de kimse bana verir. Benim için bir ilke oldu. Neden kimse bana kız vermez veya neden ben istemem? Sanırım biraz gerçekçi olduğum için. Bana kız vermek, çılgınlık anlamına gelir. Çünkü yaşamımı öyle örgütlemişim ki, yerleşik kurallara göre biri bana kız verdi mi, yandı. Çünkü büyük çabalarım var, büyük uğraşlarım var. Yani düzen kişiliklerine göre kumara atılmıştır. Örneğin bir denemem vardı: Ailesi, “biz devlete bağlı istedik” diyordu.
Aslında büyük bir siyasal olaydır. Bir deneme ve devlete bağlanmayla devleti bitirme çerçevesinde bir ilişki, belki de bir taktik ilişkidir. Ama bütün bu anlamları içeriyor. Aile de o zaman şaşırmıştı. Çoğu hala benim o zamanki ilişkimi anlamak istiyor. Benim mi kız aldığım, onların mı bana kız verdiği belli değil. Hala şaşkınlar. Gerçekte bir taktik, çok ani ve oldukça beklenmedik bir hareket tarzı. Kız tarafı da benim kızdan neyi isteyip istemediğimi kestirmiş olmaktan uzak. Ben tam ne istediğimden uzak değilim, devrim istiyorum, devrime göre kadın istiyorum. Ama temelde işin içinde siyaset var. Anlaşılamadı, ben de anlatmak istediğim gibi anlatamadım. Onlar beni hiç anlamadılar. Bu büyük bir savaşa dönüştü. Dolayısıyla kız alıp verme hikâye oldu. Ama size göre kolaydır; "aldık verdik; kabul ettim aldım, verdim hallettim" dersiniz. Olmadı, büyük bir soruna dönüştü, değil mi? Benim kız alıp verme meselem bir devlet sorununa dönüştü. Neden? Demek ki anamın söylediklerinde de benim söylediklerimde de haklılık var. Çünkü akıllı insan biraz böyle düşünür. Feodalizm ve burjuvaziyle ilişkisi var, ben de proleter halk kökenliyim. Ben de kökenimi inkâr etmiyorum, o hiç etmiyor. O beni çekiyor, ben onu çekiyorum. O devlete ulaştıracağız diyor, ben devleti kullanacağım, yediklerini burunlarından getireceğim diyorum. Eş dost adına korkunç bir savaş, tipik bir APO savaşı...
Beni böyle de tanıyın. Benimle savaşıyorlar mı, benimle anlaşıyorlar mı, belli değildir. Bunda haklıyım. Çünkü dostluklar sahte, görkemli değil. Dostluğum dillere destandır. Bu zeminde dostluğa dayalı olarak kalıyorum. Çok hassasım, yersiz tek bir hareketim bile olmaz. Müthiş etkileme gücüm var; saygılı ve bağlıyım. Bu açıdan güvenirler. İşte hala buralardayım, istediğim gibi de yaşarım. Nereye gitti, ne yapıyor, demezler. Haklıdırlar. Beni saat saat izlemeleri gerekir. Ama güven duydukları, bazı dost çevreler benden kötülük gelmeyeceğini bildikleri için şimdiye kadar özgürüm. Bunun için kesinlikle boyun eğmem. Ben özgürlüğü esas almışım. Hiçbir Kürdün yapamayacağı bir dış yaşamı başarmışım. Şunu demeye getiriyorum: Özel bir ilişki kurmak istedik. Sonuç genel bir siyasal olaya dönüştü. Zaten karşı taraf da “nedir bu başımıza gelen” diyordu. Duygusallık var, işte tatmin ettik, yeter! Hayır, hiç de öyle kolay mesele değildir. Burada Kürdün ölüm hikayesi gizli. Ben de sizin gibi kendimi orta yere atsaydım, “birbirimizi beğendik, kandırdık, yedik içtik, bitti bizim iş” deseydim, şimdi Kürtlük kalmamış olacaktı. Ama siz böyle yaşamaya, kolay yatmaya bin defa razısınız. İkinci gün bitersiniz. İtirazınız yok, seçim yeteneğiniz yok, araştırmanız yok. Aslında ne istediğinizi bilmiyorsunuz. Biliyorsunuz, insanın zayıf tarafları güdüsel yanlarıdır. Hep güdülerin peşinde koşarsanız, zihin ve ruh yüceliği arkasından koşmazsanız, hayvanlara yakın bir yaşam seviyesi içinde kalırsınız. Askeri yetenekleriniz hiç olmaz. Geriye Kürt ailesi, Kürt karısı ve kocası kalır. Kürt karısı ve kocasının tahlilini çok iyi yapmalısınız. Kürt çocuğu, Kürt anası ve babası, biraz büyüyünce Kürt oğlu ve kızı...Tam değil, ama ben de öyleydim; bir Kürt oğlu olmaya çalışıyordum. Oğul on beş-yirmi yaşına gelince, herkes “yandım Allah” diyor.
Diğer bir adımızı da biliyorsunuz: Herkes bize “Yandım Allah Çetesi” diyordu. Bunu bize boşuna söylemediler. Bu da Türk solunun yakıştırmasıydı. Yedi yaşındayken, herkes “Allah hiçbir aileye böyle bir çocuk nasip etmesin” diyordu. Ben “kimsenin çocuğu Ömer'in çocuğu gibi olmasın" sözlerini hatırlıyorum. Köyde adım çıkmıştı. En umutsuz, en kaçınılması gereken çocuktum. Hakkımdaki değer yargıları, "onların çocuğu yandı, onların çocuğundan iş çıkmaz” biçimindeydi. Köylü anlayışına göre herhalde aykırılıklar var. Size anamı anlattım. Çocuğu büyüyünce bir ana ne yapmak ister? Evermek ister. Bende bu anlayışın olmadığını görüyor, “yoldan çıktı, kimse kendisine kız vermez, yandı benim çocuğum” diyordu. Siyasete atıldığımda da herkes yandı gözüyle bakardı. Dedim ya, isim oldu “Yandım Allah Çetesi!” Kimsenin kız verip vermemesi önemli değil, benim kız alıp vermem önemli. Alıp vermekten öteye ne istenmeli? Herkes mükemmel seyretmek zorundadır. Ulusal düzeyde önder nedir, 103 104 başkan nasıldır? Başkan aptal olsa, başkan büyük olayı yaratmasa aldatır. Başkanlığı Barzani'nin başkanlığı gibi olur. Barzani başkanlığı nedir? Köylüler onun karşısında el pençe divana durur, kadınların dili kesilir. On beş yaşındaki kızlarını yetmişlik adamlara verirler. Koşar gider o kız. Birisi asla gönlündekini söyleyemez. Ama bir de bana bakıyorsunuz: Bana edilmedik bir şey kalmadı, bana yapmadığınızı bırakmadınız. Neden?
Çünkü ilkelerim vardı, yaşamım vardı. Her gün onunla oynuyorsun, onunla çelişiyorsun. Şimdi “bizim gibi kızlar için, önderliğe ölümüne bağlı kızlar için bu nasıl söylenir” diyeceksiniz. İşte gördük, gerçek bir bağlılık olup olmadığı ortaya çıktı. Böyle birçok bayan vardı. Bana ölümüne bağlı olduklarını söylediler. İkinci gün bakıyorsunuz, bizim kız nereye kaçmıştır da farkında değiliz. Tabii bizim kızın kız olabilmesi için, kudretli olması gerekir. Suçlamıyorum da hakkıdır. Büyük önderlik ölçüleriyle oynuyorum, o bunlara nasıl güç yetirecek? Ama kız gerilla sevdalısı, büyük oynuyor. Büyük oynuyorsan, büyüklüğün nedenlerini düşün. Benden ille de silah istiyor. Ben daha elime silah almamışım. Hem de “duramam” diyor. Ellerine silah verdik. İşte biri geldi gördük. Kolu kanadı kırpılmış hepsinin. Hani sen söz vermiştin? Tabii moralleri bozulmasın diye üzerlerine gitmiyorum. O zaman kendini aldatma, ciddi ol. Silahı isteyen sendin, silahı yaşamak için istedin. O zaman yaşamı gerçekleştir. Yapmıyorsan neden gevezelik ediyorsun, neden kolay ölüyorsun? Bunlar yakıcı sorunlardır. En önemli sorun, birbirimize nasıl yaklaşacağımızdır. Bu benim için de hala sorundur. Ben bir kıza nasıl yaklaşacağım, kız bana nasıl yaklaşacak? “Hala bu konuda bir şey yapamadın mı; bir başkan böyle olur mu” diyeceksiniz. Evet, Başkan biraz böyle, Başkan biraz uğraşıyor. İsteyebilecek erkek nasıl olmalı, kız nasıl olmalı, neye bağlı olmalı? Bunları düşünüyorum, tartışıyorum. Siz on beş yaşında karar vermişsiniz; ben kırk beş yaşına gelmişim hala tartışıyorum. “Yandık, evde kaldık” filan demeyin. Benim kadar evde kalacak değilsiniz ya, en çok evde kalan benim. Ama iddialarım var. Bu iş kolay bir iş değil. Koca karılaşma çirkindir. Koca olmak da çirkindir. “Kızım” veya “karım” sözleri hala kulağımı tırmalar; böyle büyüklük taslayamam. Birisine “kızım” veya “oğlum” diyecek gücü kendimde göremem. Kudretsiz olduğum için değil, ama bunlar bana kaba laflar olarak geliyor. Ben çocuklara bile “çocuk” demem. Çocuklarla çok yakın arkadaş gibi ilişkilerim var. Bir genç kıza da çok yakın bir arkadaş gibi davranırım. Yetmişlik bir nineye de böyle yaklaşırım. Onun ömür boyu yaşayamadığı ve duyamadığı duyguları ve yaşamı kendisine hissettiririm. Bunu çocuğa da hissettiririm.
Bunlar neden gerekli? Bunlar insan olmanın ve kendimize saygının gerekleridir. Ama siz gözü karaca “bunu istiyorum, bunu alıyorum” diyorsunuz. O gücünüz yoktur. Örneğin duygu durumunuzu ele alayım. Özgür evlilik, özgür aşk istiyorsunuz. Bundan kuşku yoktur. Peki, bunun nasıl gerçekleşebileceğini düşünemediniz mi? Ben size yükleniyorum. Ama kendime de yükleniyorum, yalnız size değil. Bunlar aşkın yasalarıdır, ben de uymak zorundayım, siz de uymak zorundasınız. Bir aşkın en azından bir ülke çerçevesi gerekli. Yurt dışındasın, bir gün adamın çıkarı bozuldu ve gelip evde seni bastı, eşini-dostunu alıp götürdü diyelim. Ne yapabilirsin? Bunlar dünya tarihinde de çoktur. Demek ki bir aşkın öncelikle bir ülke bağı ve temeli olmalı, kurtarılmış bölge olmalı. Bu, hiçbir şey geliştirilemez demek değildir. Ama ülken işgal altında, yurt dışında her an el konulabilecek durumdasın. Buraya kurulup normal bir yaşam yaşayamazsın. Ben buraya normal kurulup yaşasam yandım demektir. Herhangi birileri burada kral gibi yaşayabilir, ama ben uyku bile uyuyamıyorum. Neden? Buna yattığım, kendimi buna kaptırdığım an, parti gitti sayılır. Güney Kürdistan zemininde arkadaşlarımızın kamp pratiği var. İşte “Haftanin'de biraz daha köy kuralım, Xan Kûrkê'de biraz köy kuralım, olmadıysa bunu biraz Zelê'de yürütelim” dediler. Sonuç gerillayı sağa yatırma ve tasfiyeye götürme oldu. Halbuki orası savaş alanıydı, hiç de öylesi durumlar yoktu. Ama bilerek sağa yatmak buna yol açtı. Orada öyle fazla köy kurulacak durum yoktu. Oradaki dağ keçilerine baksaydınız, onlardan dersler çıkarırdınız. Dağ keçisi “ağılım_evim var” diye kesinlikle bir yerde sürekli kalmaz. Keçilere baksaydınız, epey teori oluşturabilirdiniz. Ama bizim gerillamız imhanın eşiğinde, ölüm tehlikesi altında. Ben gerçekçi bir insan olduğum için, ilk sevgi araştırıcısı ve yol açıcısıyım. Ama olmadığı yerde de kendimi yatırmıyorum. Sizde bunlar var mı? Hiç yoktur. Sevgi anlayışımız böyle midir?
Hayır. Gerçekçiyim, kırk beş yaşına gelmişim. Bir önderlik çizgisi olarak düşünün. Benim gibi olun demiyorum, bu kolay da değildir. Fakat bazı olgulara anlam vermek için ihtiyacınız var. Yirmi yaşındayken de ben böyleydim. Gerçekçi olduğum için bu koşullarda ne kimse beni kabul eder ne de ben kimseyi kabul ederim. Elin kızını ne yapacağım, o benim gibi adamı ne yapacak? Gerçek de biraz böyleydi. Resmi bir ilişkiye yönelmek istedik. Sadece ayrılık demişim, savaş demişim. Sizinle hala savaş mı yürütüyorum, tersini mi yapıyorum, aslında belli değil. Yaman olan nedir, bunu zaman belirleyecek. Yine gerçekçiyim. Savaşla sevgi birbirinin ikizidir. Kürdistan söz konusu oldu mu, ilgiler ve duygular bir kuyuya da düşürebilir. Böyle yapmasaydım, bu Kürt olayını çözüme götüremezdim. Pürdikkat izliyorlar. Saflarda binlerce bayan ve erkek birikmiş. Geçici önlemlerle ilişkilere ambargo koymak var. Bu bazılarına çıldırtıcı gibi gelebilir. Adam eskiden nişanlanmış, evlenmiş. Ona da ambargo var. Bu kendisine çıldırtıcı gibi gelebilir. Adam duygusallık geliştirmek istiyor. Buna da ambargo var. Ordu ve ordu yaşamı söz konusu oldu mu, bunlar durur. Peki, hiç mi olmayacak? Olacak, ama nasıl? İşte o zaman ülkeyi, bir parça toprağı kazan. Bir kuş bile yuva yapmak için önce özgür bir yer bulur. Her elin karıştığı bir yerde yuva yapılmaz. Sen düşmanın karış karış işgal ettiği bir yerde aşk yuvası kuramazsın. “Yandık” diyorlar. Sorun yanma sorunu değil, gerçekçilik sorunu. Birçokları saflarımızda “kendimizi tutamadık, trajik oldu, bazı uygulamaları da yaşadık” diyorlar. Kız-erkek ilişkisi olmuş, sığınakta bilmem ne olmuş. Tabii görevler bir tarafta kalmış. Kendileri ilişki peşinde.
Sonuç, bir bölgeyi çökertiyor, örgüt dağılıyor. Bu yüzden ilişkiyi kurtarmak için yoldaşını katlediyor. İlişki adı altında ölümü hazırladı. Aşk böyle olur mu? Cinsellik böyle değerlendirilir mi? Bu çok çirkin, çok düşürücü bir temeldir. Yine bir sevgi gerekiyor. O zaman sen ne yapıyorsun? Bunu sığınakta tüketici bir tarzda bitiriyorsun. Önce ülke sevgisine bağlanmak gerekir. Ülke sevgisinin gelişebilmesi için, ülkeyi kazanmaya ihtiyaç var. Sen ülkeyi kazanmak için aklına onun gerillasını, silahını, eylem tarzını, taktiğini getir. Sevginde iddialıysan, bu sevginin gerçekleşeceği alanı kurtar, onun örgütünü kur. “Ben bunları düşünememiştim” diyorlar. O zaman sen sahtekârsın, kendini aldatıyorsun. Bu kez intiharvari yönelim içine giriyor. Sen ölmek için savaşmıyorsun, sen kurtarmak için yola çıkmışsın. Bakıyoruz adam istediği gibi yaşayamıyor, bu durumda kuralsız ve hesapsız gerillaya giriyor. Bu hepinizde olduğu gibidir. Sevginiz de hesapsız ve kuralsız, ölüme gidişiniz de hesapsız ve kuralsız. Bu, çözümlenmemiş kişiliktir, bu bir anlamda kendini kumara yatırmış kişiliktir. Ben bu yaşta normal düzende değilim. Devrimde kişinin düzeni mi olur? Devrimde her şey anormaldir, olağanüstüdür. Halbuki büyüklük değer yaratmaktır.
HALKLAR ÖNDERİ ABDULLAH ÖCALAN
YORUM GÖNDER