TARİH GÜNÜMÜZDE GİZLİ VE BİZ TARİHİN BAŞLANGICINDA GİZLİYİZ -7.BÖLÜM
Sanat, edebiyat ve ruh Toplumsal gelişme, terk edilmesi gereken kişiliği her yönüyle konuşturan toplumsal gerçekliğin amansız eleştirisi temelinde ortaya çıkar. Böylece kabul gören kişiliği konuşturacak toplum ilişkilerinin toplam sonucu olan yaşam biçiminde, oldukça çözümleyici ve dönüştürücü bir gerçeği ifade eder.
Ulusal şekillenmelerde niteliksel dönüşüm anları devrim anlarıdır. Her toplumsal oluşumun gerçekleştirilmesi için köklü bir altüst oluş anlamına gelen devrim, öncelikle bilimsel alanda gelişir. Bilimsel gelişme, beraberinde daha somut olarak örgütsellik ve eylemsellikle birlikte, dar gelen ve artık yaşamın önünde engel teşkil eden üstyapı ilişkilerini tasfiye etmeyi de önemli bir görev olarak önüne koyar. Hiç şüphesiz devrimci hareket düşünsel çabalarını, eski düşünceler ve ideolojilere karşı mücadelesini köklü verdiği oranda, kendi ideolojik muhtevasını ve çizgisini ortaya çıkarır. Yine bu mücadelesini mevcut üstyapı kurumlarına karşı pratik bir çabaya indirgediğinde, artık yasaların kabuğuna sığmaz. Yasal ve barışçıl yöntemlerle yetinemez. Şiddetli yöntemlerle siyasi doğrultusunu açmaya çalışır. Siyasi gelişmesini gerekli görür.
Böylelikle devrimcilerin önce ideolojik ve giderek siyasi alanda gelişmesi ortaya çıkar. Devrimin şiddeti, örgütlü ve oldukça yoğun uygulandığı oranda, mücadele askeri alana kayar. Böylelikle devrimin ideolojik-politik gelişmesi sürüp gider. Eğer zafere ulaşırsa altyapısını da dönüşüme uğratır, eski üretim biçimini yıkar. Engel teşkil eden ilişkileri dağıtır. Yeni mülkiyet ilişkileri başta olmak üzere, üretim güçlerinin gelişmesine elverişli çerçeveyi oluşturarak gelişmesini tamamlamaya çalışır. Üstyapıda başlayan devrim, böylelikle altyapının dönüşüme uğramasıyla ilerler, yetkinleşir.
Burada cevaplandırmamız gereken en önemli soru şudur: Edebiyatın işlevi nedir veya genel olarak sanatın, özel olarak da edebiyatın ve onun en önemli bölümü olan romanın devrimsel işlevi nedir sorusuna cevap vermemiz gerekiyor. Sanat olmadan, toplumlardan bahsedemeyiz. Dolayısıyla sanat toplumsallaşmanın, toplumsal gelişmenin vazgeçilmez bir aracıdır. Özellikle insanın doğa karşısındaki yaklaşımını bilimle, politikayla tam çözümleyememesi, yine maddi tatminle ruhunu tam doyuramaması, onu değişik bir tatmin biçimine, yani sanata götürür. Bu anlamda sanat, ruhun ihtiyacını gidermeyi esas alır.
Hiç şüphesiz, bunun düşünceyle de ilişkisi vardır. Ama sanatın özgül bir alanı ifade ettiğini de rahatlıkla belirtmek mümkündür. Ruhsal isteklerin büründüğü çok çeşitli biçimler, sanat ürünleri olarak karşımıza çıkar ve manevi bir tatmini sağlar. Düzenin ürünleri de zaman zaman sanatı etkiler. Yine politik gelişme de sanatla çok yakından bağını kurar. Ama bütün bunlara sanat diyemeyiz. Öte yandan ekonomide de, politikada da sanattan bahsedilebilir. Çok çeşitli ideolojiler de sanata yaklaşır. Burada anlaşılması gereken, sanatın diğer toplumsal faktörlerden şiddetle etkilenmesi, ama onlarla aynılaşmaması veya onların pasif bir gölgesi olmamasıdır. Kendisinin ise aktif, vazgeçilmez bir ihtiyaç olarak hissedilmesi ve yaşanması söz konusudur.
Denilebilir ki, yaşamın insanlığın ihtiyaçlarına göre şekillendirilmesi, bunda gözetilen tüm yöntem ve araçlar sanat kapsamına girer. Güzel ses dediğimiz olay, göze iyi görünen manzara, ruha iyi hitap eden bir şiir veya destan, sanat olarak değerlendirilir. Belki bunlar olmadan da yaşam sürdürülebilir, ama bu bir soyutlamadır. Her bakışta mutlaka güzellik ve çirkinlik ayrımı vardır. Yine insan ruhunun her yaklaşımında hoşa giden ve gitmeyen vardır. Doğru davranış ve yanlış davranış vardır. Bir toplum, dolayısıyla bir birey ne kadar yükselmişse, özellikle sanat etkinlikleri söz konusu olduğunda gelişme sağlamışsa, bir de bu yönüyle ilerlemenin ifadesi oluyor. Çok geri sanat biçimleri içinde kalan veya çok geri davranış biçimleri içinde seyredip giden birinin ilkelliğinden bahsedilir. Ruhsal derinliği ve zenginliği olmayan, bir müzikten, bir manzaradan, birçok çeşitli sanatsal davranış biçimlerinden etkilenmeyen, bunun farkına varmayan bir kişiliğin hayat damarları boştur.
Dolayısıyla sanatın toplumsal işlevi tartışmasızdır. Onsuz yaşam, ancak bir hayvanın yaşamına yakın seyreder. Hayvanlığın insanlıkla birleştiği sınırı ifade edebilir. Bu da kabul edilecek bir yaşam değildir. Bu anlamda her toplumsal gelişme döneminde veya niteliksel sıçrama aşamalarında sağlanan gelişme doğrultusu, sanatın da gelişme doğrultusunu belirler. Kaldı ki, önemli toplumsal altüst oluş dönemleri, aynı zamanda sanatın çabalarıyla belirginleşir. Her altüst oluş öncelikle sanatsal alanda gelişir; hem sanatı etkiler, hem de ondan etkilenir. Özellikle devrimsel dönemler sanatla hazırlandığı gibi, sanatın da niteliksel ve güçlü biçimlere kavuşmasında önemli etkide bulunur.
Sanat, bu anlamda yaşamın zorluklarına karşı geniş bir soluklanmadır. Yani daralan insan ruhunun, bütün duyum kabiliyetinin sıçrama yapmasıdır; var olanla veya eskiyle yetinmemesidir. Yetinmemesi demek, güç kazanması demektir. Sanatsal devrimin tanımı da böyle yapılabilir. Kürt ülkesi ve toplumu söz konusu edildiğinde, sanatın bu genel tanımına uygun söylenebilecek olan, toplumun bütünüyle sömürgeci ve feodal koşullarda nefes alamaz ve kendini ilerletemez duruma geldiği, bunun da sanatı oldukça olumsuz etkilediğidir. Fakat burada önemli olan şudur: Birçok üstyapı kurumlaşmasında, ilişkilerinde, güçlerinde zorlandığı veya tüketildiği halde, halkın sınırlı da olsa kendisini ancak sanatla yaşatabileceğini, kendi kimlik ifadesini yine ancak sanatla sürdürebileceğini görüyoruz. Bu da sanatın gücünü gösterir. Sanat belki de en son yenilecek ve kaybedilecek toplumsal özellik oluyor.
HALKLAR ÖNDERİ ABDULLAH ÖCALAN
YORUM GÖNDER