SÜMER RAHİP DEVLETİNDEN DEMOKRATİK UYGARLIĞA (212.BÖLÜM)
Gelişmeler ve mevcut durum, hem ideolojik hem de pratik olarak Kürdistan’ın demokratik birlikler yoluyla Ortadoğu’nun demokratikleşmesine ve birliğine büyük katkılarda bulunabileceğini göstermektedir. Dolayısıyla temel slogan, “Komşu Ülkelerle Demokratik Birlik, Demokratik Ortadoğu’dur. Demokratik Ortadoğu, Demokratik Kürdistan Birliğidir” biçiminde formüle edilebilir. Ağırlık her ülkeyle demokratik birlikteliğin geliştirilmesine verilmelidir. Yüzlerce yıldır uğruna kan dökülen ayrılıkçılık, Avrupa örneğinde de görüldüğü gibi, sonunda gönüllü bir federal birliği getiriyor. Yani ayrılmalar gerçekleşse bile, ardından çeşitli birlik anlayışları yine gündeme geliyor. Kaldı ki, çok sayıda nedenden ötürü, Kürdistan realitesi demokratik birlik tutumunu tercih etmek durumundadır. Sınırlı bir demokratik birliğin getireceği yarar ve olumluluk, izole edilmiş bir Kürdistan’a nazaran kat be kat üstün bir değer taşır; siyasi, stratejik, ekonomik, diplomatik ve kültürel alanlarda bölgede, tüm Ortadoğu’da demokratikleşmenin, dostluğun katalizörü rolünü oynar.
Diğer önemli bir husus, programın demokratik toplumu esas almasıdır. Devlete ve eski topluma yaklaşımında çatışmacı ve zorla çözücü değil, alternatiflerini inşa ederek, üçüncü alanın teori ve pratiğini esas alarak çözüm getirmelidir. Ekonomik ve sosyal alanda, ilgili bölümlerde yapılan belirlemeler dikkatte alınmalıdır. Kültürel ifade özgürlüğü ve Kürtçe eğitim en temel bir konu olarak yer bulmalıdır. Anadilde basın-yayın, sanat vazgeçilmez taleplerdir. Parçalar arası demokratik dayanışma esası konmalıdır. Tüm komşu ülkelerle demokratik birlik ruhu içinde, dostça yaklaşım esas alınmalıdır. Örgütlenme meselesine şematik, bürokratik yaklaşılmamalıdır. İhtiyaca ve işleve göre örgütlenme politikası esas alınmalıdır. Göstermelik örgütlenme anlayışı bürokrasinin temelidir; kesin klasik sınıf toplumu ve devlet anlayışının bir kalıntısıdır. Fonksiyonel olmayan, rolü, süresi ve kapsamı açık olmayan genel örgütlenme anlayış ve uygulamalarından uzak durulmalıdır. ‘Ne kadar rol ve işlev, o kadar örgüt’ anlayışı daha geliştiricidir. Genel bürokratik örgüt anlayışı, çoğulcu örgüt anlayışını ve verimliliğini durdurur. Tam bir demokratik çoğulculuk anlayışı geçerli kılınmalıdır. Bu konuda önem taşıyan diğer bir husus, bu tür örgütler için gerekli olan yetkin kadro ve yönetici yetiştirme görevidir. Çağdaş yönetim esaslarına bağlı kadrolar politikası şarttır. Aksi halde bunlar yetki hastalığına yol açıp, bürokratik hastalığı daha da yaygınlaştırırlar. Yetki hastalığı, bir sınıflı toplum hastalığıdır ve aşılması şarttır.
Örgüt yönetimleri yetkiye göre değil, yeteneğe ve başarıya göre belirlenir. İhtiyacı kadar eleman verilir. Bu alanda en tehlikeli hastalık, sivil toplum örgütlenmelerini emperyalizmin işi gibi görüp, kendisini sözde kutsal sosyalist ve devrimci kadro olarak görmekten başka hiçbir çalışmayı beğenmeyen klasik solcu anlayıştır. Tamamen iflas etmiş ve sırası geldiğinde kendini kapitalizme en iyi biçimde satan bu zihniyetten kurtulmak gerekir. Bu tiplere ortam sunulmamalıdır. En değerli sosyalist emeğin ölçütü; geliştirdiği demokratik toplum çalışması, bunun örgütlenmesi ve pratiğidir. Herkesi kendisini ve çevresini geliştirebilecek ve verimli kılabilecek bir örgütlenme içinde çalıştırmak, örgüt yönetiminin öz görevi olarak anlaşılmalıdır. Basit bir ekonomik örgütlenmeden en üst bir ideolojik örgütlenmeye kadar, hepsinin yüce bir anlam ifade ettiği, bir örgüt ahlakı olarak benimsenmelidir. Eylem çizgisi yeniden belirlenmeye çalışılırken, geçmişin özeleştirisi sağlam yapılmadan ve gerekli dersler çıkarılmadan ilerlemenin sağlanamayacağı bilinmelidir.
1970’lerin ulusal kurtuluş savaşı anlayışı, o dönem için bir anlam ifade edebilirdi. Reel sosyalizmin ve milliyetçiliğin egemen olduğu dönemde bu yöntemi savunmamak ihanetle eş tutulurdu. PKK’nin başvurduğu bu yöntem, içinde çeteleştirilerek boşa çıkartılmasına rağmen olumlu bir rol oynamıştır. Çete eğilimi hakim olmasaydı, başarı olanakları daha da artabilirdi. Fakat özde bir demokratik veya sosyalist topluma götüremeyeceği, tam başarılı olmuş örneklerinden de bellidir. Aslında PKK’nin daha baştan beri kabul etmesi gereken şiddet anlayışı, meşru savunma anlayışının dışına taşmamalıydı. Özünde bu olmasına rağmen, doğru formüle edemediğimizi samimi bir özeleştiri konusu olarak görmeliyiz. Dikkat edilirse, dağa çıkma, silaha sarılma, hatta faşistlerin ve ağaların saldırılarına karşı kendini koruma, hep öz savunma veya meşru savunma anlayışı içine girer. Bu hakkı can havliyle saldırıya veya isyana dönüştürme, sonunda kendini vuran bir silah rolünü oynayacaktı. Nitekim öyle oldu. Yapılacak kapsamlı özeleştirisel değerlendirmeler şunu gösterecektir: Eğer PKK tüm eylem güçlerini uygun coğrafya, lojistik ve kitlesel koşullara göre değerlendirse; özellikle devletin de 1990’ın başında belli bir hazırlıkla Kürt realitesini kabul etmesini esas alsa ve güvenilmez bulsa bile, yine bir şans vermek için güven verici bir ateşkes konumuna geçseydi, çözüm olanaklarının daha da artacağı reddedilemeyecek bir gerçektir.
Zamanında uzlaşma gereğini görmemek, belki keskin devrimcilik için bir erdemdir; ama gerçeklerle karşılaştırıldığında, kof ve kendi önünü göremeyen bir tutum olduğu da açıktır. Bu hataların çokça işlendiğini görebilmeliyiz.
HALKLAR ÖNDERİ ABDULLAH ÖCALAN
YORUM GÖNDER