SÜMER RAHİP DEVLETİNDEN DEMOKRATİK UYGARLIĞA CİLT II (242.BÖLÜM)
Bu ayrımı şunun için yapıyoruz: Bir komplolar çağı olan ortaçağ, tüm cinayetlerini, iktidar oyunlarını ve hatta çıplak sömürüsünü tanrı adına yaptığını iddia etmektedir. Dinsel örtü ve tanrı, bütün toplumsal sömürü ve baskıların gerekçesi yapılmaktadır. Her şey Allah ve din içindir. Halbuki bu iki sözcüğün içi açıldığında, içinde her türlü baskı, iktidar, sömürü ve kandırmanın gizli olduğu görülecektir. Kurulan yeni ideolojik biçim olarak din, ilkçağ mitolojisinden çok daha tehlikeli ve tutsak edici bir rol oynamaktadır. Mitolojide varolan esneklik ortadan kaldırılmıştır. Din kurallarına ve inanç kalıplarına mutlak inanç şarttır. Böylelikle insanda özgürlük namına kalan kırıntılar da ortadan kaldırılmaktadır. Sert ve uygulamalı cezaların baskısı altına girmektedir.
Özgür insanın tasfiyesi, ortaçağın din yoluyla başardığı en önemli tarihsel eylemdir. Bunda yeni dinin daha eski dinsel biçimlerin tasfiyesiyle oynadığı ilerleyici ve aydınlatıcı rol inkar edilmemektedir. Ama getirdiği ve yol açtığı karanlıkları görmemek de, özgür insana saygısızlık ve onu inkar etmek demektir. Özellikle gericileşen döneminde dini dogma, toplumun üstünde tümüyle bir komplo sistemi geliştirmektedir. İslamiyet’te Muaviye ve Abbasi hanedanlıklarıyla başlayan bu dönem hayli ibret vericidir. Muaviye’nin kendisi yenilgiye doğru gittiğinde, Kuran’ı mızrağın ucuna takarak savaşı durdurur. Ama sonra tüm Ehli-Beyt’in azgın katliamcısı olur. Belki de hiçbir dinin tarihinde İslamiyet’te olduğu kadar komplo yoktur. Dört Halife’den üçü komployla katledilmişlerdir. On iki İmamların başına gelenlerin çoğu komplodur. İslamiyet bir de bunun kuralını belirlemiştir. Takiyyecilik kavram olarak komploculuğun ta kendisidir. Bu ilkenin uygulanmasıyla sayısız cinayet işlenmiştir.
Bu, din ideolojisinin özüyle ilgili bir olaydır. Kendi dışını kafir ilan ettikten ve insanları böylesine sert ayrımlara tabi tuttuktan sonra, onları tasfiye etmenin tüm yollarını da tanrı adına yücelik ve en büyük erdem olarak takdim etmektedir. O zaman ortaçağ boydan boya savaş ağalarıyla dolar. Ortaçağın Allah’ı, tek varlık ve birlik olarak, kendisine hiç ortaklık-şeriklik kabul etmemektedir. Aslında mutlak saltanata doğru gidiş vardır. Allah’ın varlığı ve birliğinin, sultanın iradesini en yüce varlık ve birlik olarak sembolize etmekten öteye pratik bir değeri yoktur. Sultan otoritesinin tekliği, Allah’ın kesin birliğini gerektirmektedir. Saltanat ideolojik olarak böyle güç kazandıktan sonra, düşürmeyecek bir insan bırakmayacaktır. Ancak insanlar dağların doruklarında, mistik tarikatlarda veya açık isyanlarda özgürlüklerini korumaya çalışacaklardır. Allah’ın kulu olmak artık en önemli erdem sayılmaktadır. Ana tanrıçamızın adeta soluğu kesilmiştir. Ortaçağ tanrısının nazarında kadın eksik bir yaratıktır. Erkeğin çok silik bir eki durumuna indirgenmiştir. Cins köleliği en anlamsız biçimlere vardırılmıştır. Kadın sınırsız bir biçimde erkeğe sunulmuş bir hediyedir. İnsan olarak değil, mal olarak istendiği kadar alınabilir ve kullanılabilir. Bu komployu insanlığın başına geçirmekte diğer tüm ortaçağ dinleri birbirleriyle adeta yarış halindedir. İlk çağa rahmet okunacak bir duruma gelinmiştir. Hıristiyanlıkta engizisyon, İslam’da içtihat kapısının kapanması, insanın zihni yapısı üzerinde en kapsamlı terör durumundadır.
Diğer yandan saray komploculuğu en gelişkin çağını yaşamaktadır. Tapınaktaki iman sarayda komployla neticelenmektedir. İkisi birbirini doğurmaktadır. Ortaçağ toplumunda din kökenine dayanan egemenlik geliştikçe, halkların kendi özgür kimliklerine ilişkin yabancılaşması artacaktır. Egemenlerin nitel ve nicel gelişimi, yeni dinsel ideolojiyle bütünleşmeleri, halkı yalnız başına kendi etnik kültürel varlığıyla yaşamak zorunda bırakacaktır. Kendi egemenleri halkın anlamadığı tanrısal kimliklerin taşıyıcıları olarak aldatıcı rol oynamaktadır. Yeni ideolojik kimlikle sömürü ve iktidar rayına oturtulmakta, derinliğine ve genişliğine yayılmaktadır. Halkın tepkisi, resmi dini bozma ve artan Batıni mezhepler biçimindedir. Halk uğradığı komploya karşı tarikat adı altında hep yeni yollar arayacaktır. Tarikat, zaten yol anlamında, eksik olmayan çıkışların adı olmaktadır. Kürt halkının ortaçağda başına örülen çorap din örtüsü biçimindedir. İlkçağdan kalma işbirlikçilik, hızla yeni dinle bütünleşerek yabancılığını daha da derinleştirmekte, sultanların en iyi bendeleri rolünü oynamaktadırlar. Halk ise direnişini çok sayıda mezhep ve tarikatlar yoluyla sergileyecektir. Ortaçağ uygarlığının etrafında ördüğü duvarlarla doğal bir hapishane yaşamına girecektir.
Şahlarla sultanlar arasında yer kapmaya çalışan egemenlerin tüm yaptıkları, ihanetin içselleştirilmesidir. Komploculuğa zemin kazandırılmaktadır. Halkın birliğini ve dirliğini çoktan unutan egemenler, kısır etnik ve dini çatışmalarla yaşamı komplolara uğramaktan ibaret bir hale getireceklerdir. Birbirlerinin kuyusunu kazıma en üstten, sultanlık ailesinden en altta gulamın, köylünün içine kadar işleyecektir. Feodal ahlakın doğal bir sonucu, ihanetin kurumsallaşmasıdır. Tüm Ortadoğu halklarının ortaçağda yaşadıkları yabancılaşma, Sümer rahip kültürünün en son ve en gerici ideolojik araçlarındaki dönüşümle ilgilidir. Bu kültürün üçüncü türevi olarak dinciliğin resmi Sünni biçimi, halkları kısır bir döngü içinde kendi kendileriyle her düzeyde savaşır konumunda bırakmaktadır. Bundan da yararlanan, bir avuç saray çevresi ve işbirlikçileriyle hiçbir ilkesi olmayan savaş ağalarıdır.
Kürt halkı bu olguyu en derinliğine ve dört çevreden kuşatılmış olarak yaşamaya mahkum kılınmış, arenalık bir halk durumuna getirilmiştir. Nasıl ki, arenaya atılan ilk Hıristiyanlar aslanlara parçalatılıyorsa, Kürt halkının ortaçağdaki gerçekliği de baştan sona ve tümüyle saray işbirlikçileriyle savaş ağalarının pençeleri altında parçalatılmaktır. Demirci Kawa efsanesindeki Dehak’ın her gün iki Kürt gencinin kafatasını parçalayıp beynini yiyerek ancak yaşamını sağlıklı olarak sürdürebileceği hususu da, özünde bu halk gerçekliğini dile getirmektedir. Gerçekten içini doldurmuş Dehaklar, Nemrutlar, onların ideolojik ve fiili memur ve askerleri, her gün halkın beynini, yani özgür düşüncesini ve kültürel varlığını, yani üretim olanaklarını elinden alıp yiyerek yaşamlarını sürdürmektedir. Dehak tarihin eski döneminde olup biten biri değildir. Hem sayıları hem işbirlikçileri artmış olarak, bunlar yalnız günde iki gencimizin değil, tüm gençlerimizin ve halkın beynini her an yiyip durmaktadır.
Günümüze doğru yoğunlaşmış ve yaygınlaşmış olarak, karşımızda aç akbabalar ve leş kargaları gibi durmaktadır. Ortaçağın, resmi dindarlığın, Sünni İslamcılığın ideolojik ve pratik aldatmaca ve komploculuğunun kapitalist komploculuğa mirasını bu biçimde tanımlayıp karikatürleştirmek, gerçeğe saygımızın bir gereğidir.
HALKLAR ÖNDERİ ABDULLAH ÖCALAN
YORUM GÖNDER