TASFİYECİLİĞİN TASFİYESİ (166.BÖLÜM)
Biz bunu da gördük. Gerçekten de bunların 1985 yılı içinde bütün belirtileriyle bize yaşattıkları şey “taktiğin yürüyemeyeceği”ydi. Bir önder gibi taktiğe sahip çıkmak bir yana, başta kadro gücümüz olmak üzere ortaya çıkardığımız olanaklar üzerinde, ilgisizlik veya ters akıtma da diyemeyeceğim en serseri ve karanlık bir ruhla, inançsız, bol bol dağıtan, değerleri kemiren ve böylece partimizin direnişçi yaşamını boğan bir konumu ısrarla dayattılar. Gördüğümüz zarar büyüktü. Hepsi olmasa da, kendilerini merkezi konumda tutanların sergiledikleri bu tutum, belki tam bir tasfiyeye yolaçmadı, ancak atılımın büyük başarılar kazanamamasında çok etkili oldu. Bunda bizim çabalarımız da önemli yer tuttu. Bunların, tasfiyeyi tamamen başarmamış olmalarının nedeni, bizim direnişçi bir tutum izlemiş olmamızdı. Ama yine de verilen zarar tarihseldi.
Biz bunları 3. Kongre çözümlemelerinde dile getirdik. Bunun için yeniden açmaya gerek duymuyoruz. Burada anlaşılması gereken şey şudur: Partimiz kendi içinde ciddi bir atılıma hazırlandığında, bazıları doğrudan ve çoğunlukla dolaylı olarak parti taktiğine ve onun oturtulduğu ilişki, yaşam ve vuruş tarzına bir yabancılığı yaşamakta; onunla tamamen çelişen, onu boğan bir yaşam ve çalışma tarzını dayatmaktadır. Kayıplarımızın ağırlıklı nedeni budur. Daha sonra düşman bunu nasıl ele aldı? Sandığım kadarıyla 1985’de, düşman, sol içinde uzman olarak çalışmaya başlamıştır. 12 Mart darbesi döneminde ve darbenin gelişmesinde, solda önemli bir rol üstlenmiş olan Mahir Kaynak’ın bir değerlendirmesi vardır. Değerlendirme aynen bu tür hareketlere ilişkindir. Kaynak, ordu gücüyle, gerilla savaşına karşı sonuç alınamayacağını; yapılması gereken şeyin partiye sızmak, içeriden parti ortamını karartmak, parti ruhunu gevşetmek ve bozmak olduğunu, içeriden bozmayı geliştirmek gerektiğini belirtir. Aslında bütün bunları, sadece kaba bir bilgilenme anlamında söylemez. Önemli olanın içeriden bozmayı geliştirmek olduğunu dile getirir. Böylelikle bu hareketlerin üstesinden gelineceğini açıklar.
Öyle anlaşılmaktadır ki, özellikle 15 Ağustos Atılımı’ndan sonra, atılımın yaşama şansının bulunduğu açıklık kazanınca, düşmanın en çok geliştirdiği taktik bu olmuştur. Yani, dışarıdan ordu gücüyle PKK’yi ezebileceğin kadar ezsen de, bununla tam bir başarı sağlayamazsın. Bunun için içeriden bazı düzenlemelere ihtiyaç vardır. PKK’yi içeriden doğru çalışma, yaşam ve vuruş tarzından uzaklaştıracaksın; bunun yerine ona yabancı bir ruhu, yaşam tarzını ve kişiliği dayatacaksın. Şimdi MİT’in bütün bunları düşünemediği ve düşünemeyeceği söylenebilir mi? Türk haberalma örgütleri yüzyıllardan beri uzmanlaştıkları bir dal olarak burayı kullanmaz olurlar mı? Açık ki kullanacaklardır. Tarihte, 1925 isyanı sırasında güneye geçmek isteyen iki kişinin yanında bitiveren üçüncü bir kişinin, MİT ajanı olduğu söylenir. Yine Avrupa’da bulunan bir Kürt entellektüeli Kürtçülük yapmak üzere İstanbul’a gelirken, daha havaalanında bulunduğu sırada, bir MİT elemanı uçağın kalkış saatini merkezine bildirir. MİT’in konumunu abartmıyorum. Burada da MİT’in elemanları olabilir. Bundan çekinmiyoruz. Ama bu bir gerçektir ve bu gerçeği hesaba katacağız.
PKK gibi Türk egemenliğine karşı tarihsel bir kalkışmayı ve TC’nin sonunu getirecek olan bir direnmeyi gerçekleştiren bir harekete karşı, egemen sınıf bu tarihsel yöntemi neden kapsamlı bir biçimde kullanmasın? Mevcut durumu biraz daha iyi aydınlatmak için bir giriş yaptık. Belli ki MİT, bunun için bütün gücünü kullanacaktır. Buna bir de CIA’nın deneyimlerini eklemeliyiz. Bu tarihlerde ABD Dışişleri Bakanlığı Haberalma Komitesi’nin de benzer bir raporu vardı. Orada da benzer bir değerlendirme yapılıyordu. Yapılması gereken şeyin bu hareketin içeride deforme edilmesi, temel niteliklerinin şekilsizleştirilmesi, ruhunun ve biçimlenişinin bozulması olduğu belirtiliyordu. Bu çok uygun bir taktik olarak geliştirildi. Bu taktik günümüze doğru gelindiğinde CIA tarafından uygulandı. Dünyanın birçok yerinde geliştirilen kontra hareketleri, sözümona ulusal kurtuluş hareketleri haline getirildi.
Örneğin, Afganistan, Angola ve Mozambik’deki durum budur. Bunların içlerinde solcu ve yurtsever olanları da vardır. Ancak CIA’nın örgütlenmesi o kadar güç kazanmaktadır ki, bunların önemli bir kesimi kontra hareketi olarak kalmaktadır. Bugün El Salvador ve Nikaragua’da faaliyet yürüten kontralar başlangıçta direnişçiydi. Önemli bir kesimi direnişin önderleriydi. Ama bunlar bugün kontra hareketi haline gelmişlerdir. Filistin hareketi içinde de aynı durum söz konusudur. Başlangıçtaki sınırlı etkileme sonradan bir harekete dönüşmüştür. Hatta ulusal kurtuluş temelinde bir devletin kurulması halinde, bir kuvvet haline gelerek iktidarı paylaşabilecek ve belki onu düşürebilecek bir düzeye ulaşmıştır. Bu bir gerçektir.
Bu CIA’nin son yıllarda ulusal kurtuluş hareketlerine karşı mücadelede kullandığı ve sonuç aldığı bir yöntemdir. CIA bu konuda sosyalizmin sorunlarını da iyi değerlendirip, kullanarak ve enternasyonalizm konusundaki sapmayı değerlendirerek başarılı olabilmiştir.
HALKLAR ÖNDERİ ABDULLAH ÖCALAN
YORUM GÖNDER