NASIL YAŞAMALI (4.BÖLÜM)
Kürdistan Romanı Özgün Olmak Zorundadır
Hiç şüphesiz Kürdistan'da devrimci roman taslağını geliştirirken, başka ulusların deneyimlerinden de yararlanmak önem taşır. Özellikle temel devrimleri yapmış olan bir Fransız roman gerçeği, yine Rus roman gerçeği ve hatta İslam devriminin doğuş dönemindeki bazı özellikleri ile Victor Hugo, Balzac vb. büyük romancılar vardır. Fransız devrimiyle bunların bağlantısı kurulur. Yine Rus devriminin Tolstoy, Dostoyevski, Çernişevski, Gorki vb. ile ilişkisi nedir; bunlar devrimin hangi aşamasında ve ne tür ürünlerle devrime katkıda bulunmuşlardır? İslam devriminin bazı temel özellikleri nelerdir; özellikle daha sonra nasıl gericileşmiş, tutuculuğa dönüşmüş ve temel bazı kişilik özelliklerini nasıl ortaya çıkarmıştır? Nasıl bir aile, nasıl bir kadın-erkek tipi ortaya çıkarılmıştır? Ortadoğu toplum gerçeğinde bunlar göz önüne getirilebilir.
Tabii ki Kürdistan romanı kendi somut gerçeğinin de biraz benzersiz olduğunu göz önüne getirmek durumundadır. Kürt toplumsal özellikleri, yaşadığı tarihten ötürü diğer toplumlara çok az benzer. Dolayısıyla orijinalliğini çok iyi göz önüne getirmek gerekir. Yani Kürdistan romanı, biraz daha özgün bir roman olmak durumundadır, taklit fazla geliştiremez. Türk romancılığının da taklit edilmesi geliştirici olmaz. Bunu devrimci mücadelemiz oldukça çarpıcı bir biçimde ortaya koymuştur. Dikkatli bir sanat faaliyeti, gelişen devrimimizin sanata da büyük soluk aldırdığını, sanatla da devrimin çok geliştirilebileceğini kestirir. Böyle bir çalışmayla güç yetirebilir, güçlü ürünler ortaya çıkarabilir. Mücadelemizin yoğun yaşadığı bu aşamaya, “nasıl yaşamalı” sorusuna böyle bir romanla cevap yetiştirmek de küçümsenemez bir katkıdır. İmkanlarımız el verseydi, ideolojik-siyasi-askeri görevler yanında, böylesi bir edebi göreve de katkımızı sunabilirdik. Zaten fırsat buldukça bunu yapmaya çalışıyoruz. Nitekim bu çabalar, katkıyı ifade ediyor. Bu konuda iddialı olan militanların sanatın, özellikle edebiyatın, romanın bizde neyi karşılamakla yükümlü olduğunu göz önüne getirerek, bu arada “nasıl yaşamalı” sorusuna en doğru cevabı vererek katkı sunabileceklerini unutmamaları gerekiyor. Yine sıkça belirttiğim gibi, birçok örnek göz önüne getirilebilir. Her halkın tarihinde buna benzer bazı atılımlar vardır.
Beyliklerin şaşaalı dönemlerinde, Kürt edebiyatında bazı gelişmeler olmuştur. Kürt tarihinin, bilinen dağ kökeninin, kaynağa gelişimizin belli olmayan dönemlerinde nasıl ifade edildiğini bazı destanlarda görmek mümkündür. Demirci Kawa gibi isyan eden tipler ve Mem û Alan gibi bazı edebi anlatımlar var. Bunlar toplumsal gelişmenin önemli doruklarından güç olarak geliştirilmişlerdir. Doğu lehçesine göre bir anlatımla veya yöntemle günümüze kadar etkili olmuşlardır. Bir Ehmedê Xanê'nin Mem û Zin'i bile bu anlamda, özellikle kralların otoritelerinin halklar için daha iyi bir ulusal ve toplumsal çerçeveyi çizdiği dönemdeki ihtiyacın da ifadesidir. Beylerin bölüp parçalama tarzları ve sürekli birbirleriyle çatışmalarını, ulusal birliği gerçekleştirmemelerini, feodal sülalenin içindeki görünümüne kadar anlatmaya çalışıyor. Burada anlatılan, aslında birliğe gelmeyen, halkın birliğini ulusal düzeye taşırmayan katı feodal beylik gerçekliğidir. Bol bol fitne-fesat var, uşak var; onu dile getirmeye çalışıyor. Fakat köklü bir devrimsel süreç yaşayamadığı için daha güçlü bir anlatımla tamamlayamıyor, geliştiremiyor.
Nitekim Kürdistan ciddi bir devrim yaşayamadığı için tarihte güçlü roman örneklerine rastlayamıyoruz; ne 18., ne 19., ne de 20. yüzyılda. Yazılanlar, kemalizmin imha temelinde ortaya çıkan Türk romanlarıdır. Bu konuda bir Yaşar Kemal bile aslında Türkleşmiş Kürt gerçeğinden esinlenerek yola çıkan ve bunu edebiyatla sürdüren gerçeğin ismidir. Böyle bir romancılığa sahiptir. Buna benzer birçok romancı vardır. Bütün cumhuriyet tarihi boyunca isyanları ezen ve daha sonra Türkiye ile birleştiren, buna ilericilik biçiminde tanım yapan romancılardır bunlar. Bir yerde kemalist ahlak, tahribat ve imha edebiyatla da meşru gösterilmiştir. Bu temelde oluşan bir düzen; ilerici olan ve yaşanması gereken bir güzellik olarak dayatılmıştır. Tabii bu edebiyatla aşılanan, reddedilmesi gereken şeylerdir. Bu romanların perspektifi, Kürdistan gerçekliğine acımamak, bunun ne olduğunu anlamamaktır. Her şeyi inkâr etmektir, hem de hızla! Tekrar o eski olumsuzlukları deşmemektir. Kürtleri gerici ve vahşi olarak yansıtmaktır. İşte, ister Türk, isterse Kürt kökenli olsun, şimdiye kadar Kürdistan'a ilişkin iyi romancılık, sanatçılık, edebiyatçılık bu temelde bir işleve sahiptir. Tabii bu romancılık son derece tahribat yaratmıştır. Özellikle kişilik şekillenmesini çarpık geliştirmiştir. Özgür, gerçekçi düşünmeyi engellemiştir. Türkleşmeyi, metropole taşınmayı, kendi ülkesini ve halkını hor görmeyi, ondan kolayca vazgeçmeyi beraberinde getirmiştir. Bu, metropole, Avrupa'ya muazzam bir akış, kendinden kaçış sürecidir.
Aynı zamanda ruhundan ve beyninden kaçış sürecidir de. Hatta bu süreç, lanetlemeye kadar ilerlemiştir. Çok azı gerçekliğine sahip çıkabilmiştir. Her şey çok ucuz elden çıkarılmıştır. Adını ağzına alanlar da ya ajanlaştırılmışlar, ya da işbirlikçiliğin bazı çıkarlar temelinde edindiği misyonlar temelinde ortaya çıkmışlardır. Yurtseverlik, toplumsal özgürlüğün yanından bile geçmeyen kavrama dönüştürülmüştür. Tabii bunu devrimci hareketin çıkışına kadar daha trajedileşmiş ve derinleşmiş olarak görüyoruz. Özellikle her isyanın başarısızlığı, böyle bir sonuca gitmede rol oynamıştır. İsyan sonrası, yani beyaz terör dönemi Kürt halk gerçekliğini aslında isyan döneminden daha tehlikeli ve bitişin eşiği diyebileceğimiz bir noktaya kadar getirmiştir. İşte mevcut tipler, bu genel anlatım çerçevesinde ortaya çıktı. Bizler biraz böyle ortaya çıktık. Sizler böylesine bir genellemenin ifadesi olarak ne olduğunuza ne yapmak istediğinize tanım koyabilirsiniz. Bir anlamda bu, kişinin artık gerçekçi değerlendirme sürecine kavuşması da oluyor. Kendi gerçeğini doğru kavramayanlar, asla ciddi bir eylemin sahibi olamazlar. Aşırı duygusal yanıyla ortaya çıkarlar ve bu ortaya çıkış da her türlü etkilenmeye açıktır. Neden? Çünkü gerçeğin tanımına göre bu bir çıkış değildir. Kendisinden habersizdir. Biz bir anlamda buna “gafil” konum diyoruz. Buna cehaletin bir biçimi de denilebilir.
Dikkat ederseniz, hepinizin yoğun bir biçimde yaşadığı gerçekliktir bu. Aynı kökene sahipsiniz. Bu kökenin bilinci ve duygusu sizde ne kadar gelişmiş, belli değil. Kemalizm içine sızdığı kadar sızmış, ailecilik-aşiretçilik içine sızdığı kadar sızmıştır. Ülke kavramından, halk kavramından yoksunluk alabildiğine yaşanmıştır. Türk aydın özellikleri son derece demagojik bir biçimde yansımıştır. Yine feodal demagoji yansımıştır. Ana-baba-ata ideolojisi yansımıştır. Bütün bunlar da kişiliği temel gerçeklikten, tarihi gerçeklikten, çağdaş gerçeklikten uzak tutmuş ve koparmıştır. Dolayısıyla zayıf kalıyorsunuz. İdeolojide, politikada, eylemde ve yaşamda zayıfsınız. Her sahada inleyen, sızlayan, bunalan, netleşmeyen, keskinleşmeyen, çözümlenmeyen, çözüme götürmeyen tipler yığını söz konusudur. Bu kişilik özellikleri devrimci öncü içine taşırılmıştır. Bunu tabii ki en keskin devrim kılıcıyla aşmaya çalıştık. Çoğunuz bu temelde devrime akın da ettiniz, “bu en kestirme gelişme yoludur” dediniz. Düzene tepki duydunuz, devrime geldiniz. Tabii ki parti içinde yaşadığınız, bu eskinin bin bir biçiminin değişik tarzda sürdürülmesidir. Buna karşı tepkiler bir yerde devrimle karşı-devrimin örgüt içindeki savaşımıdır. Ayrıca bu süreçte kaybedenlerin ve kazananların ortaya çıkışı şahsınızda yaşadığınız bunca gelişmelerdir. Dikkat edilirse, biz roman taslağını bireylerin devrim sürecine, partileşme sürecine, ulusal uyanış ve toplumsal özgürleşme sürecine katılışıyla başlatmak istiyoruz.
Devrimci roman, bir anlamda çıkışı böyle yaptırmakla görevli oluyor. Başlangıçtaki inanılmaz zayıflıklar, güçsüzlükler ve muğlaklıklarla işe başlamak zorunda olduğumuz göz ardı edilemez. Çünkü gerçeklik, esas itibariyle böyle olduğunu ortaya koyuyor. Bunu demagojiyle, “çok güçlüyüm, çok kararlıyım” demekle insan aşamaz. Tabii ki sahte duyguların, cesaret gösterilerinin fazla anlam ifade etmediğini şimdi çok daha iyi anlıyoruz. Girilen her türlü ilişki ve çelişki düzeylerinin ciddi olmadığını, sonuç alamayacağını görüyoruz. Çok abartmacı kişilikler kadar, çok ölü kişiliklerin de devrimin çıkış anına pek denk gelmediğini rahatlıkla belirtiyoruz. Ama bütün bu çabalara rağmen, devrimci çıkışın da PKK somutundaki yoğunluk ve tempo ile bağlantısı tam kurulamadığı gibi, gelişmelerin çarpıklığı sancılı yöntemle açıklık kazandı. Tipimiz, böylesine bir ortamın bütün özelliklerine biraz açıktır. Bunu ne ayıplayıp altından sıyrılmak ne de örtbas ederek içinden çıkmak doğru bir yaklaşım değildir. Yapılması gereken, gerçeğin doğru tespiti kadar, bunun bir kader olmadığını ortaya koymaktır. Dolayısıyla eskiyi yıkarken veya aşarken, yeniyi yakalamada ve inşa etmede çok şeyin de gerekli olduğunu ve bizim için de bunun yaşamsal olduğunu görmek, kararlaştırmak, bunu azim-irade gücüne dönüştürmek, her sahada onun işçiliğini, çabasını sonuç alıcı kılmaktır. Roman taslağında bir tiplemeyi biz koymaya çalışırken, onun bilimsel yanını ortaya koymak kadar sanatsal yanını da göz önüne getirerek konuya yaklaşım geliştirmek istedik. Şimdi bunu tartışıyoruz. Roman geliştiriliyor, bir anlamda.
Daha doğrusu yaşamdaki gelişmeler artık yazıya dökülmeye doğru gidiyor. Sıkça sorduğumuz sorular, romanlık sorulardır. Nasıl yapmalı? Nasıl yaşamalı? Bunlar en çok sorulan sorulardır; tesadüf değildir. Hemen her gün davranışlara müdahale var. Bu yeniden yapılandırmayı ifade ediyor, işin inceliğini ortaya koyuyor. Bazı ilişki ve davranışlara tepki duymak, eski tarzın arzu ve istemini reddetmek, yerine yeni tarzın istem ve iradesini ortaya çıkarmak, özellikle toplumsal geleneklerle aile kurumu düzeyin de hesaplaşmak yönünde mücadele var. Aile, aşiret-kabile gerçeğinin niteliğini bütün yönleriyle ortaya çıkarmak, onun yaşam üzerindeki etkilerini görmek ve bununla savaşmak; yeni düzenlerin, yeni ilişkilerin ifade tarzlarına, üslup-hitaplarına ulaşmak, her gün eskiyi yakıp yıkmak ve yeniden yapmaya yol almak romansı bir yaşamdır ve bu yoğundur. Roman geleneğinde en çok işlenen hususların, duygu düzeyleri olduğunu görüyoruz. Bilinç düzeyi daha çok bilimsel ifadelerle değerlendirilir. Roman şüphesiz bilinç düzeyini de içeriğine katar. Ama ağırlıklı olarak duygular düzeyini ve ruhsal ifade tarzlarını yakakalamaya çalışır.
HALKLAR ÖNDERİ ABDULLAH ÖCALAN
YORUM GÖNDER