TARİH GÜNÜMÜZDE GİZLİ VE BİZ TARİHİN BAŞLANGICINDA GİZLİYİZ-16.BÖLÜM
Zeminimiz son derece devrimcidir. Devrimci tahlil, devrimci çağrı, devrimci ruh zeminidir. Eski sömürgeci yaklaşımlar artık bitti. Hatta nefes bile alamaz. O eski dönemin şairi de, müzikçisi de, romancısı da Kürt gerçekliği karşısında ne kadar suçlu olduğunun samimi bir itirafını yapabilir. "Nasıl bir haindim, nasıl oyuna geldim, nasıl kullanıldım?" şeklinde biraz anlatarak, itiraf ederek ıslah olmaya yol alabilir. "Nasıl bir haindim, nasıl bir teslimiyetçiydim, nasıl bir ucuz malzemeydim, kendi halkıma karşı nasıl kullanıldım?" diye, tıpkı diğer itirafçılar gibi bir de böyle bir itirafçılık sanırım gelişir. Ardından da gücün varsa ortaya koy, konuş; diri konuş, cenneti-cehennemi, direnişi, işkenceyi, yücelmeyi konuş, çirkinliği dile getir, güzelliği ara, düşmanlığı, sevgiyi, dostluğu yaz. Sevgi bu konuda güçlü bir malzemedir.
Devrim herkese başarı için imkan sunduğu kadar, edebiyatçıya da, edebiyatla çıkış yapmak isteyene de çok önemli imkanlar vermiştir. Ama bu konuda edebiyatçı tembelse, hazırlopçuysa, doğru dürüst kendini bile işleyemiyorsa, ondan hiçbir şey çıkmaz. Benim bile geçerken dokunduğum bir sürü hususu yıllarca tespit edemiyorsa, güçlü bir edebiyatçı olamaz. Kaldı ki kendisi bir ruhsuzsa, bir yaşam saptırıcısıysa, o bir halkı devrimle, edebiyatla terbiye edemez. Edebiyatın, edebin bu sanatını layıkıyla işleyemez. Sorunlara dar yaklaşılır. Edebiyatçının kendisi de görsün sorunları, çözüm gücü olsun! Doğru dürüst sorunları görmeyen, kendisini bile yorumlayamayan "ben iyi bir edebiyatçıyım" derse, bu bir aldatmacadır. Edebiyat için zemin böyleyken, umutsuz olmamak gerekir. Şimdiden bazı çabalar başlamıştır. Bunu devrim daha da hızlandıracaktır. Öyle anlaşılıyor ki, olumlulaşan, kendi sorunlarını iyi gündemleştiren, çözümü yakınlaştıran devrim, devrimci edebiyatın da mükemmel bir imkanını ortaya çıkarmıştır. Şu anda bu kargaşa ortamında edebiyata bu kadar yer veriyorsak, demek ki bu etkinlik giderek devreye girecektir. Bu sanat kolu rolünü oynamaya başlayacaktır. Çünkü birçok ulusun tarihinde, özellikle devrim süreçlerinde güçlü edebiyatçılar kuşağı ortaya çıkmıştır.
Örneğin, Fransız devrimi döneminde büyük edebiyatçılar sözkonusudur. Feodal toplum dönemini karalayan, kötüleyen veya onu isteyen -ki bunlar gerici-ilerici ayrımını temsil edenlerdi-, yine onun felsefesinden tutalım ahlakına kadar ayrışmasını yapanlar yoğundu. Filozofları, müzisyenleri, büyük edebiyatçıları vardı. Hala da o klasikler okunuyor. Yine Sovyet devriminin öncesi ve sonrasındaki edebiyatçılar kuşağı vardır. Bugün bizim uğraştığımız aynı sorunlarla uğraştıkları için daha iyi görüyoruz. "Nasıl Yapmalı", "Ne Yapmalı"dan tutalım, "Savaş ve Barış" gibi devrim yıllarındaki muazzam çabaları dile getiren müthiş klasikler vardır. Hemen her ulusun devrimsel altüst oluş döneminde büyük edebiyat eserlerinin ortaya çıktığını biliyoruz. Madem bizim için de böyle ciddi devrim sürecine girme sözkonusu, o zaman kaçınılmaz olan edebiyatçı kuşak da peşisıra gelecektir. Ama bizde neden devrim öncesi güçlü edebiyat kuşağı oluşmadı? Sömürgeci katliamın ve asimilasyonun büyüklüğüne bağlıyoruz bunu. Kesin çok sert bir sömürgecilik olduğu için, beyinler daha beşikteyken asimilasyonla kapatılıyor, yürekler ve ruhlar donduruluyor. Kendi gerçeğine bakamazsın, iki kelimeyle "Ben Kürdüm" diyemezsin, uzun süre böyle olunca da hangi tarih, hangi toplumsal-ulusal gerçeklikten, hangi edebiyatçıdan bahsedilebilir? Nedeni budur.
Devrim biraz vurdukça, özellikle şiddet bu sömürgeci duvarları yıktıkça, ardısıra edebiyat doğar. Ve bu oldukça doğru bir değerlendirmedir. Bu dönemde böyle bir olay gelişebilir. Zaten bizim hareket aynı zamanda büyük bir edebiyat hareketi gibidir. Bizim çözümlemeler askeri, siyasi, örgütsel, sosyal konuların hepsini içeriyor. Bakıyorsun sosyal yönü ağır basıyor, psikolojik yönü ağır basıyor, ama aynı zamanda askeridir de. Aslında olay yumak yumak olmuş. Kürt tipi öyle bastırılmış bir tiptir ki, askeri, siyasi, sosyal, ulusal, kültürel olarak, yine edebi olarak bastırılmıştır. Dolayısıyla bu tipin aşılması, bu tipin biraz işlenmesi, altüst edilmesi için askeri gelişme, siyasi çözümlenme, edebi çözümlenme ve sosyal çözümlenme gerekiyor. Böylece çok çürümüş yönler varsa, onlar ölüyor. Bazen fiziksel olarak, biraz diri yönler varsa onlar açılım kaydediyor. Ardınan toptan psikolojik, sosyal, ruhsal, askeri olarak bir gelişmeye uğrayabiliyor. Sömürgeci baskının karakterinden dolayı Kürdistan'da bu böyledir. Kültür üzerinde baskı olmasa, edebiyat daha farklı gelişirdi. Sosyal gelişme açık bırakılsaydı, -örneğin bir Amerikan sömürgesi olsaydık- sosyal yan, kültürel yan serbest bırakılırdı, gelişmeye uğratılırdı, kültürel ve edebi gelişme daha farklı yaşanırdı. TC sömürgeciliği nin sosyal gelişmeyi serbest bırakması mümkün değil. Hatta dil ve kültür katliamı sözkonusudur.
Dolayısıyla sanata, sosyal geleneğin ayakta kalmasına, müziğe imkan yoktur. Bugün İsrail'de, Güney Afrika ırkçılığında bile bu tür baskılar yoktur. Oralarda Araplar, siyahlar güçlü bir müziğe, güçlü bir edebiyata sahiptir. Çünkü yasaklama yoktur. Kendi sosyal gerçekliklerini yaşarlar. Çünkü üzerindeki baskının sınırı, onların birçok alandaki gelişmelerine karışmaz, tersine fırsat sağlayabilir. Bizde ise bunların hiçbiri yok. Dolayısıyla gelişme bizde toptan olacaktır. Bizde her gelişen kişi siyasi olacak, askeri olacak, edebiyatçı olacak, hukukçu olacak, yani komple bir insan olacaktır. Toptan kaybedilenler, toptan kazanılacaktır. Kazanımlar toptan olmak zorundadır. Sömürgeci gerçeklik bunu zorlamaktadır.
Bu açıdan kişinin kalkıp, "ben askerim, siyasetten anlamam" ya da "siyasiyim, sosyal yaşamdan anlamam" demesi, kendini aldatmasıdır, sömürgeci gerçekliği görmemesidir.
HALKLAR ÖNDERİ ABDULLAH ÖCALAN
YORUM GÖNDER