TASFİYECİLİĞİN TASFİYESİ (59.BÖLÜM)
1985’lerden ve özellikle silahlı mücadelemizin geliştiği dönemden sonra sızdırılanlar daha çok komplocuydu. Lübnan’daki kamplarımıza ve silahlı birliklerimizin bulunduğu birçok alana yollananlar komplocu nitelikliydi. Bunlara “Gidin, fırsat bulursanız örgütün önde gelenlerini vurun” denilerek, önlerine suikastler yapma görevi konulmuştu. Bir de kendilerinden yeni katılan savaşçıları kaçırtmaları, kafalarını karıştırmaları ve bozgunculuk yapmaları istenmişti. Kanımca vurma ve kaçırtma en önemli görev olarak önlerine konulmuştu. Tabii bunların önüne görev olarak konulan en önemli şeylerden biri de Parti Önderliği’ne yönelik suikastlerdi.
Bunu bir kez değil, on kez denedikleri anlaşılmaktadır. Bunalımlı insanlar MİT uzmanları ve Özel Harp Dairesi’nin subayları tarafından hazırlanmaktadır. Çok acıdır ki, bunların hemen hepsi Kürdistanlıdır. Aslında burada bir acıma duygusu da yoktur; her ne kadar kendi adamları olduklarını söyleseler de, bunları hayvan gibi değerlendirdikleri açığa çıkmaktadır. Bu çok önemlidir. Ordudan gönderilenlerin, polisin, Özel Harp Dairesi’nin ve jandarmanın gönderdiklerinin yüzde doksan dokuzu Kürt, Çerkez, Arap veya Karadeniz kökenlidir. Devlet böylece kendi açısından azınlık saydıklarını ve daha çok da Kürtleri göndermektedir. Çok sayıda insanla bu ölçüde oynama, kendi vatandaşları ve ordusuna aldığı insanları bu biçimde kullanma dünyanın başka bir yerinde çok ender görülebilir. Bunların hepsi cahil, yoksul ve biraz da saftır. Yaptıkları hizmetin büyük olduğuna inandırılmışlardır. Din, devlet ve millet adına yola çıktıklarına ikna edilmişlerdir.
Ayrıca kendilerine yüklü bir para ve gelecek vaad edilmektedir. Bunu başarırlarsa, aileleri ve sülalelerinin kurtulacağı inancı verilmiştir. Bu insanların hayatta bağlandıkları bir varlıkları da yoktur. Önlerine böylesi bir umut serildi mi, biraz da pohpohlandılar mı, bunlar ölümün üzerine atılabilirler. Düşman bunları işte böyle bir mantıkla hazırlamıştır. Bunların çoğu hangi askeri birliklerde eğitildiğini itiraf etmektedir. Ne amaçla eğitildiğini ortaya koymaktadır. Önlerine dünyalar serilmiş, işin içinden kolayca sıyrılabileceklerine ilişkin kendilerine umut verilmiş; örgüte nasıl sızacakları, nasıl eylem geliştirecekleri ve daha sonra nasıl kurtulacakları planlarla önlerine konulmuştur. Belki onlar da buna inanıyorlar, ama fazla inandıklarını sanmıyorum. Mantık şudur: Yeter ki gitsinler; ister vursun ister vurulsunlar, durum değişmez; ne de olsa her iki taraf düşmandır...
Kendi piyonları için bile işte böyle hainane düşünen bir sızma yöntemiyle karşı karşıyayız. Bu konuda özellikle büyük bir aydınlatma hareketine ihtiyaç vardır. Yani düşmanın insanlarımızı bu biçimde hazırlayarak devrimci saflara sızdırdığını her tarafa ilan etmeliyiz. İnsanı bu denli ucuzca harcayan, bu kadar insana kıyan, bu kadar insanı böyle ateşe atan bir istihbarat örgütlenmesi ve özel savaş yönetimi düşünülemez. Belgeler bu açıdan hayli acı, ama aynı zamanda öğreticidir. Yapılması gereken şey, bunları Türkiye halkına ve Kürdistan’ın her tarafına iyi bir biçimde aktarmaktır. Çoğu insan, başına bu umutsuz sonucun geleceğini bilse, aslında bu tutuma girmeyecektir. Bu insanların içine sokuldukları yolun cehennem yolu olduğunu ve kendilerini acımasız bir sonucun beklediğini çok yönlü bir biçimde ortaya koyup açıklayabilirsek, polisin kullandığı bu tip piyonlara ve piyon faaliyetlerine bir ket vurabilir ve sınırlama getirebiliriz.
Dolayısıyla çok sayıda zavallı ve yoksul işsiz güçsüz insan kurtulmuş olacaktır. Kısacası bunları hazırlayan yönetim, çok vahşi bir yönetimdir. Polis yönetiminin, Emniyet Genel Müdürlüğü’nün, Özel Harp Dairesi’nin ve jandarmanın bu işe oldukça bulaştığı ve günümüzde bunu neredeyse en kolay savaş taktiği haline getirdikleri anlaşılmaktadır. Akıl hocaları da herhalde ABD’dir. ABD’nin yaptığı bir değerlendirmede -ki bizi sözümona terör örgütü yerine koymaktadır- “terör örgütleri”ne karşı kullanılacak en iyi yöntemin sızma olduğu belirtilmektedir. Sanırım ABD Dışişleri Bakanlığı’nın böyle bir değerlendirmesi vardır. ABD emperyalizmi dünyada, çoğunlukla böyle yapmış ve bu temelde birçok sol örgütlenmeyi boşa çıkarmıştır. ABD’nin PKK’yi de böylesi örgütlerden biri olarak görmeye başladığını anlıyoruz. Kendilerine göre sızma yöntemi iyi bir savaş taktiğidir.
MİT’in bu konuda bir raporu yayınlandı ve bu rapor vesilesiyle bazı gerçekler ortaya çıktı. Bazıları istifa ettiler. Her ne kadar bu raporu “babalar sorunu”nu işin içine karıştırarak izah etmeye çalıştılarsa da, daha sonra MİT Müsteşar yardımcısı Hiram Abas’ın sözlerinden, gerçekler açıklık kazandı. Hiram Abas, kendisinin PKK üzerinde çalıştığını, Avrupa’da önemli sonuçlar aldığını, Ortadoğu’da da sonuç almak üzereyken daha sonra engellendiğini söylüyordu. Bu, yürüttükleri faaliyetin başarısızlığa uğraması temelinde ortaya çıkan bir çatışmaydı. Bazıları kaybetti. Demek ki PKK’ye yönelik çok ciddi bir faaliyet söz konusudur. Bu çekişme de tamamen partiye yönelik sızma taktikleriyle bağlantılıdır.
Sonucun başarılı olmadığına bakılarak bunlar yapılmaktadır. En son olarak jandarma komutanlığının generalleri emekliye ayrıldı. PKK’ye karşı kullanılan taktiklerle çok kayıp verilmesi yüzünden, iki korgeneral istifa etmek zorunda kaldı. Hatta bize yönelik bu taktikler yüzünden hükümetin gitmesi gerektiği söylenmektedir. Kısacası sızma taktikleri, oldukça bel bağlanan taktikler olmaktadır. Bu özel savaşın en çok olanak sunarak yürütmek istediği bir savaş türüdür. Hele hele çözülen unsurların bu konudaki ifadeleri iyi tahlil edilir ve yorumlanırsa, savaşın kaderinin neredeyse bu sızmalara bağlandığı anlaşılacaktır. Biz şimdiye kadar bu öğeleri küçük-burjuva unsurlar ve ortaçağ kalıntıları olarak değerlendiriyor, kemalist etkilerdir diyorduk. Önümüzdeki dönemde buna daha çok dikkat etmemiz gerekir. Acaba gerçek sadece böyle midir? Yoksa bazı sızmalar mı bu özellikleri tahrik ederek, bozgunculuğu ve hizipçi-komplocu çabaları geliştiriyorlar? Bu belgeleri bu açıdan da büyük bir hassasiyetle değerlendirip, yorumlamak gerekir. Bazılarının davranışlarını feodal etkilere bağladık. Ama daha sonra bunu tahrik edenin bir sızma olduğunu gördük. Kemalist etkidir dedik, ama arkasından sızma çıktı. Durum bu olunca, partiye dürüstçe bağlı olanların bundan dersler çıkarması önem taşımaktadır. Sızmaların, bu tip etkileri çok iyi kullandıkları görülmektedir.
Parti ne de olsa bunları objektif olarak provokasyona uğramış sayıyor ve düzeltilebileceklerini sanıyor. Bu nedenle bunlar saflara ilk geldiklerinde ortaçağ kalıntılarından ve kemalizmden etkilendiklerini söyleyerek, durumlarını izah etmeye çalışıyorlar. Oysa bu açıklamalar bir tür gömlek oluyor ve sızmalar için maske rolünü oynuyor. Bunun için bu tür durumların parti içinde yaşanmamasına büyük ihtiyaç vardır. Demek ki sızmaların önemli bir amacı provokasyonu esas almaktır. Sızma provokasyon ilişkisini çok iyi işlemek gerekir. Sızmalar provokasyon zeminini nasıl kullanıyor ve bunu nasıl derinleştiriyorlar? Bu bulanık havada hizip oluşturup, komplo tezgahlayarak örgütü nasıl işlemez duruma getirmek istiyorlar? Belgelerde bunu açıklayacak bir hayli veri vardır.
Bunlar fırsat buldukça bazı komplolara girişiyorlar. Sanırım ülke zemininde de, öyle kaybetmememiz gereken bazı yoldaşlarımızın katledilmesinde, bu tip sızmaların oynadığı rolü daha iyi değerlendirmeye ihtiyaç vardır. Bu, olgulara netlik kazandıracak ve beraberinde tedbirli olmayı getirecektir.
HALKLAR ÖNDERİ ABDULLAH ÖCALAN
YORUM GÖNDER