SÜMER RAHİP DEVLETİNDEN DEMOKRATİK UYGARLIĞA CİLT II -332.BÖLÜM
Türkiye’nin gerçek çıkarlarının neye bağlı olduğu ve kardeşçe birlikteliğin doğru tanımlanması bu süreçte daha netçe yapıldı. Doğru bir meşru savunma anlayışı ve uygulaması, hem Kürt halkı hem de PKK tarafından benimsenip hayata geçirildi. Bu adımlar da en az savaş süreci kadar anlamlı ve yerinde atılması gereken değerdeydi. Savaş kadar barışın da kilitlendiği kişilik olmuştu. Çok ağır da gelse, barış sürecinin çözümlenmesine ve uygulanmasına yeterli oranda cevap verdiğim açıktır. Gerisi Türkiye Cumhuriyeti’nin ve hatta diğer komşu devletlerin geliştireceği tavırlara bağlıydı. Bu koşullar altında başlayan AİHM sürecim basit bir incelemeyle geçiştirilecek bir dava olamazdı. Buna anlam verebilmek için Avrupa uygarlığını çözümlemek şarttı. Yargılanan, davası gündemleşen ben değildim, Avrupa’nın büyük sorumluluğu altında neredeyse insanlıktan çıkmış bir Kürt halk gerçeğiydi. Bu gerçeği tüm tarihsel ve güncel boyutuyla gün yüzüne çıkarmadan ve tanıtlamadan, yargılamanın ve davanın adil geçeceğini sanmak büyük hataydı; hatta komplonun devamına alet olmak gibi vahim bir sonuca da götürebilirdi.
Bu nedenle Kürt gerçekliği ve sorunu üzerinde yoğunlaşmaktan kaçınılamazdı. Bu yönlü yaptığım tarihsel ve sosyolojik saptamaların, çokça tartışmalara yol açsa da, zihin açıcı epey bir bilgilenmeye hizmet edici nitelikte olduğuna inanıyorum. Hatta birçok konuda ilk sayılabilecek tezlerin geliştirildiğine de eminim. Özellikle Avrupa’nın ağır sorumluluğu altında geçen son iki yüzyılın, 19. ve 20. yüzyılların çözümlenmesi doğru yapılmadan bugünün doğru anlaşılamayacağı da açıktı. Ana hatlarıyla da olsa, bu yüzyıl çözümlemelerinin doğruları ağırlıktadır; daha doğru bir politik ve askeri anlayışa ve pratiğe katkıda bulunacağı kuşkusuzdur. Kürt halkının özgürlük iradesi anlamında PKK’yi genel hatlarıyla çözümlememin de doğru ve öğretici olduğu kanısındayım. AİHM’de PKK ile dolaylı ve direkt ilgili binlerce dava görülmektedir. Benim davam da bunlardan bir tanesidir. Doğru karar ve sonuçlara ulaşmak için, halk gerçekliği kadar, PKK gerçekliğinin de objektif olarak değerlendirilmesi gerektiği açıktır.
Benim davamın Kürt halkı ve PKK gerçekliğinden soyutlanması kabul edilemezdi. Bu, komploya dolaylı olarak alet olmak anlamına gelirdi. Buna yol açmamak için PKK değerlendirmelerine değişik boyutlarda değinmek durumunda kaldım. AİHM’in benim hakkımda inceleme yapmadan ve karar geliştirmeden önce veya birlikte, Avrupa demokrasisi ve hukuku açısından Kürt halkı ve PKK gerçekliği hakkında bilimsel bir inceleme yapmasına ve karara varmasına ihtiyaç bulunmaktadır. Ayrıca şimdiye kadar ciddi bir yetersizlik olarak gördüğüm kopuk bireysel davalar daha gerçekçi demokratik hukuk ölçülerine oturtulmuş olur. Avrupa uygarlığını değerlendirirken, hem günümüz Ortadoğu’sunu çözümlemek, hem de sosyalizm anlayışımı açıklığa kavuşturmak için önem verdim. Avrupa uygarlık tarihinin neresindedir? Ortadoğu toplumlarına ve uygarlık tarihine neler borçludur? Kendisinin yol açtığı evrensel değişimler nelerdir? Bu sorulara en genel anlamda ve tanımlama düzeyinde bazı cevaplar vermeye çalıştım. Avrupa’nın temel felsefi ve moral yapısını kavramadan, onun geçmişte bir sistem halinde dünyaya dayattığı emperyalist sömürgeciliğine doğru bir yanıt verilemezdi. Hatta reel sosyalizme yol açmış bir marksist tarzın da çözülüşü ile birlikte birçok yanlışı ve hatası ortaya çıkmıştı.
Günümüzde daha çok demokratik hukuk çağı olarak kavramlaştırılan Avrupa uygarlığına yaklaşımlar nasıl olmalıydı? Yine dogmatik marksist yaklaşım yeterli olabilir miydi? Eskiye benzeyen bir antiemperyalizmin yeni versiyonu olarak anti küreselcilik halkların kurtuluşuna ne getirebilirdi? Buna benzer birçok temel sorun irdelenmeye çalışıldı. Her ne kadar konuyla direkt ilgisi görünmese de, gerçeği tam kavramak için kavramları doğru anlamaktan başka çaremiz yoktu. Avrupa uygarlığının geliştirilmesinde önemli katkısı bulunan çağdaş demokratik uygarlığı, çözümleyici bir gelişme aşaması olarak olumlu değerlendiriyorum. Bunu tümüyle kapitalist sistem çerçevesinde değerlendirmiyorum; insanlık tarihinin ortak mirası olarak yüksek değer biçiyorum. Bu yüzden demokratik uygarlığın emekçilerin binlerce yıllık mücadelelerine yanıt verecek önemli olanakları barındırdığına inanıyorum. Özellikle temel insan haklarının üç kuşak gelişmesinin çözümleyici niteliğinin basite alınmaması gerektiğine, bu haklara dayanarak her ülkede yaşanan somut sorunlara oldukça yapıcı yaklaşılacağına ve en uygun uzlaşma zemininde buluşulacağına inancımı da belirtmeliyim.
Yine bir üçüncü alan olarak düşünülmesi gereken sivil toplum ihmale gelmez bir kavramdır. Ne resmi devlet toplumu, ne klasik feodal veya burjuva toplumu, bu iki toplum modeli sorunları çözmenin değil, doğurmanın kaynakları olduklarını kanıtlamışlardır. Dolayısıyla meşru savunma hakkını saklı tutmak kaydıyla barışçı sivil toplum kuruluşları güncel sorunların çözümünde hayati araçlar niteliğindedir. Bazı klasik sol yaklaşımların bu araçları ‘emperyalizmin yeni araçları’ diye töhmet altında bırakmalarını sorumsuz, tersine emperyalizmin oyununa düşmek olarak anlıyorum. Bununla birlikte meşru savunma kavramına daha geniş bir açıdan baktım. Kendisine dayatılan ‘ne savaş ne barış’ durumunu çok ifsat ve çürütücü bir durum olarak belirledikten sonra, eğer sorumlu güçler, devletler ve hükümetleri gerekli adımları atmazlarsa, Kürt halkına düşen görev kapsamlı, çok iyi hazırlanmış, nicelik ve nitelikçe her tür saldırıya yanıt veren bir meşru savunma düzenine geçmek ve varlığını korumaktır. Onurlu yaşam için bu tek seçenek olarak Kürt halkının önünde durmaktadır.
Çağdaş trajedilere yeniden meydan vermemek için, bunun tüm taraflarca çok iyi kavranarak sorumluluklarının gereklerinin yerine getirilmesini hayati bir konu olarak değerlendirdim. Ortadoğu boyutunda Avrupa uygarlığına verilmesi gereken karşılığın kendi demokratik sistemlerini geliştirmekten geçtiğini vurguladım. Uygarlık temellerine dayalı yeni bir Ortadoğu rönesansı ve demokratikleşmesi, devasa boyutlu sorunları için tek çözüm yolu gibi durmaktadır. Son yüzyılın kısır milliyetçiliği ve en son ürünü olan İsrail-Filistin trajedisi, artık bu illetten vazgeçmeyi ve demokratik değerlere dönüşü ve öncelik verilmesini zorunlu kılmaktadır. Meseleler artık siyasi olmaktan çıkmış, tam bir ahlaki kriz boyutuna varmıştır.
Ortadoğu’nun kendi tarihsel ve kültürel varlığına dayanarak geliştireceği bir demokratik seçeneğin, Avrupa uygarlığının dünyaya yaydığı tek taraflı tezlerine önemli antitezler dayatarak daha anlamlı bir insanlık sentezine ve ütopyasına katkıda bulunacağına ilişkin güçlü inanç ve umutlarımı da ortaya koydum.
HAKLAR ÖNDERİ ABDULLAH ÖCALAN
YORUM GÖNDER