TASFİYECİLİĞİN TASFİYESİ (33.BÖLÜM)
Oysa Kürdistan tarihinde ilk kez dışardaki çember kırılıyor, bir halkın özgürlük soluğu sağlam bir güvenceye kavuşturuluyordu. Ancak bunun karşılığı ve süresi vardı. Bunu bize ödettirmek isteyen güçler olacaktı. Bazıları dedikodu ve inançsızlıkla yola çıktılar. Bunlar daha sonra yapımıza ellerinden gelen her türlü kötülüğü yaptılar. Bize kötü bir yönetimi dayattılar. Yine de biz bunlarla aynı ağzı kullanmaya ve aynı basitliğe düşmeye tenezzül etmedik. Bunları muhatap almadık ve kesinlikle almayacağız. Ama bunlar tarihsel gerçeklerden ve günümüz dünyasının gerçeklerinden uzak yaşıyorlar. Biz burada, büyük bir onur kavgası verdik. Arşivler açılırsa, bizim burada nasıl bir direnme sergilediğimiz açıkça görülecektir. Ama en yakın arkadaşlarımız bunu duymak istemiyorlar. Bazı arkadaşlarımız burada bir iki kez bazı örgütlerin yanına gidiyor, bir iki sert söz söylüyor ve kapıdan çıktıktan sonra her şeyi unutuyorlardı. Oysa burada politika vardı. Siz halkınıza bir şeyler kazandırmak istiyorsunuz. Bunun için gerekirse kırk kapıya gitmek, iyi sözler söylemek, yalvarıp yakararak da olsa sonuç almak zorundasınız. Ama böyle yapılmıyor, “Ali arkadaş yapar” deniliyor. Ülkedeki durumlarını bile ben idare ediyorum. Ne burada ne de orada yaşamasını biliyorlar. Peki, ne için ve nasıl yararlı olacaksınız? Bir keresinde, bazıları dünyaya gelmiş olmanın sıkıntılarını bile partiye ödettirmek istiyorlar demiştik. Bunlar, bu dünyanın hoşuna gitmediğini ve yeni bir dünya istediklerini söylüyorlar. Bu dünya böyle yaratılmıştır, onun Kürdistan parçasının durumu da böyledir. Biz bunu tamamen veri olarak ele aldık. Biz bunun sorumlusu olabilir miyiz? Gerçi başkaları PKK’yi her şeyin ve bu arada tarihin bütün olumsuzluklarının sorumlusu olarak görmek ve göstermek istediler; ama bu bir iftira kampanyasıydı. Bunlar, “Bütün kötülüklerin ebesi PKK’dir” dediler. Biz buna hayır diyoruz.
PKK, 1980’li yıllarda gelişti; onun yedi sekiz yıllık bir geçmişi vardır. PKK’yi tarihin olumsuzluklarından sorumlu tutmak insafsızlıktır. Bazı arkadaşlar da kendilerini çoğunlukla bu yalana inandırıyorlar. “Aslında bu PKK istediğimiz gibi bir örgüt değildir. İçimizde bu kadar duygular ve düşüncelerin olduğunu bilmiyor mu? Bunlara neden değer verilmiyor?” diyorlar. Daha önce de belirttiğim gibi, kişi kendi mide ağrılarını bile siyasal bir sorun haline getirmeye çalışırsa, dünyanın en basit adamı olmaya doğru gidebilir. Oysa siyaset, her türlü bireysel ve sınıfsal dar ve basit çıkarlardan soyutlamış olarak, sözün, düşüncenin ve iradenin büyüklüğünü gösterme sanatıdır. Devrimci siyaset budur. Arkadaşlarımızın gözleri bir açılmış, biraz diyalektiği ve biraz da insanlara hükmetmesini öğrenmişlerdir. Bunu partiye karşı kullanıyorlar. Partiyi nasıl dize getireceklerinin hesabını yapıyorlar. Biz bazı ortayolcu arkadaşları eleştirirken, “Siz hata yapıyorsunuz. PKK için harcanan çabalar düşündüğünüz gibi değildir. Kişinin burada sağı solu yontarak kendisini rahatlatması, ucuz yönetim, ucuz tasarruf ya da bir şeyler yapmak, ama bunun da karşılığını almak doğru olamaz. PKK’nin yetişme tarzı, PKK gerçeğinin altında yatan fedakarlık ve sorumluluk böyle değildir” dedik. Ama onlar köylü kurnazları gibi, “Ne de olsa kimse bizi görmüyor; dağda veya Avrupa’da bulunuyoruz; ne yaparsak yanımıza kâr kalır” diye düşündüler.
Ancak daha sonra buraya geldiklerinde, birbirleriyle yarışırcasına ne kadar basit olduklarını ve ne kadar hata yaptıklarını sergilediler. Ben bugün çok iyi hesap verebilirim. Zaaflarım ve güç getiremediğim şeyler de dahil olmak üzere, her şeyi izah edebilirim. Ben de insanım, benim de birçok eksikliklerim olabilir. Ama bir şey var ki, bütün gücümü seferber ediyorum. Bazıları küçük bir grubu bile yönetemiyorlar, birkaç kişilik bir grubu bile eğitemiyorlar. Ben ülkeden çok uzak bir alanda ve koşullarda binlerce kişiyi eğittim. Sizin kadar hareket olanağım yoktur. Buna rağmen bu kadar insanı nasıl eğitebildik, yiyeceğinden silahına kadar bütün ihtiyaçlarını nasıl karşıladık? Başardık, çünkü sorumluluğumuz vardı.
Bütün benliğimi buna katıyordum ve katıyorum. Bu bir görev anlayışıdır; görevleri yerine getirme, çalışma ve yaşam tarzıdır. Bazıları kendileriyle bile ilgilenmiyorlar? Peki, buna ne ad vereceğiz? Bunlar yanlarına gelen birkaç insanla ilgilenme gereğini duymuyorlar. Peki, şimdi buna ne diyeceğiz? Ben olağanüstü bir kişi değilim, bir parti görevlisiyim. Sınırlı olanaklarla görevlerimi yürütüyorum. Peki, başkaları bu görevler karşısında özgür müdür? Yapımız çok iyi eğitilmiş ve sağlam bir yapı mıdır? Hayır. Yapımız kendisini zorbela idare etmektedir. Peki, bu neden böyledir? O zaman düşkünlükten söz etmek gerekir. O zaman görevler karşısında sorumsuzluk ve basitlik vardır. Devrimcileşme olayına bütün yönleriyle egemenlik yoktur. Bu büyük ve affedilmez bir yetersizliktir. Şimdi bazıları Kürdistan’da henüz bir ordu olmadığını ve ordu yasalarının da bulunmadığını, bu durumda kim ne yaparsa yanına kâr kalacağını düşünüyorlarsa, bu, yarın mutlaka ezilecek olan bir anlayıştır; bu sahibini ihanete ve her türlü düşkünlüğe götürecek olan tehlikeli bir anlayıştır. Bu anlayış, kökeni yüzyıllar öncesine dayanan sömürgeci kölelik tarihinin kişideki yansımasıdır. Bu durumun ilerici insanlıkla hiçbir ilgisi yoktur. Bazı arkadaşlar bunu usül haline getirdiler. Oysa önderlik ettiğimiz PKK’de direniş değerleri bir hayli fazladır. Bunların hepsini incelediğimizde, bu durumların kabul edilemeyeceğini göreceğiz. Buna rağmen pek çok kişide ortayolculuk gelişmektedir. Bu tehlikelidir. Bu kesinlikle sahibine fazla bir şey vermeyecek ve onu yaşatmayacak bir durumdur. Belki bu durum bazılarına normal görünebilir. “Ne de olsa geri bir ülkeden geliyoruz; toplumsal koşullarımız son derece kötüdür” denilerek, bazı açıklamalar da yapılabilir. Ama bu çıkış yolu değildir. Zaten özeleştiriler de biraz böyle ele alındı. Oysa biz iki üç yıllık pratiğimizi gözden geçirmeye çalışırken, yine yüksek bir duyarlılıkla hareket ettik.
Ben, bir kişinin buraya getirilmesi için, sizin düşündüğünüzden ve tasavvur ettiğinizden kırk kat daha fazla sorumluluk duyduğumu belirtebilirim. Biz bazılarının kendi yaşamlarına verdiği değerden çok daha fazlasını verdik. Bunlar, yaşama gereken değeri vermemek ve yaşama karşı sorumluluklarını yerine getirmemekle, zaten çok şey yitirmişlerdir. Bunların yitirdiği şeyleri iade etmek ve kendilerini eğitmek gerekir. Biliyorsunuz, Kürdistan’da Şeyh sait isyanı ve ardından Dersim ayaklanması meydana geldi. Ama tek bir kişi kurtulamadı, tek bir kişi yurt dışına çıkamadı. Onbinlerce insan öldü ve öldürüldü. Kürdistan’ın ücra köşelerinde yüzlerce yıldan beri bir köyden diğerine bile gidemeyen insanlar vardır. Peki, nasıl oldu da biz, birdenbire böyle modern yayınlara ve olanaklara kavuşabildik? Tabii yaşamı ucuz bir biçimde yakalayanlar için, bunlar kolay ve ucuz şeylermiş gibi değerlendirilmektedir. Oysa bunlar müthiş faaliyetlerdir. Onun içindir ki, ne görevlere gidilirken gerekleri yerine getirildi, ne de yurt dışına çıkışın büyük önemi kavranabildi.
Dolayısıyla dar sorumluluk ve bir takım basit anlayışlar içinde kalındı. Eğer tarih bilinci yüksek olsa ve güncel gerçekler bütün yönleriyle kavranabilseydi, herkes bir dev olarak mücadele sahnesine çıkardı. Bundan asla kuşku duymuyorum. Ama “ne de olsa atalarımızdan kalma yaşam tarzı budur, TC okullarda ve kışlada bize bunları söyledi, mahallede bize bunlar söylendi, aile ortamında bunlara böyle alıştık” denilmektedir. Bu yaşam tarzının bugün faşizm karşısında kurtarabildiği bir şey var mıdır? Bu yaşam tarzı toprağı kurtarmıyor; iş, sağlık ve özgürlük yoktur; ama düşkünlük vardır; yozlaşma, uşaklaşma ve ajanlaşma epeyce mesafe katet miştir; açlık ve hastalık boldur. Buna yaşam adı verilebilir mi? İşte bu arkadaşların felsefesinin vardığı nokta burasıdır. Bu, yüzyıllardan beri yaşananların günümüzdeki en berbat bir kesitidir.
PKK buna karşı isyan etmenin adıdır; PKK militanlığı her açıdan bunun reddi demektir. Yani yeterince düşünülmemekte, “Böyle gelmiş böyle gider” denilmektedir. Yani ortayolculuk, eskiyi değişik biçimlerde sürdürmenin, sömürgecilik ve feodalizmin iç içe ördüğü toplumsal yapıyı, kültürü ve ahlakı PKK’ye taşırma ve devam ettirmenin adıdır.
HALKLAR ÖNDER ABDULLAH ÖCALAN
YORUM GÖNDER