SÜMER RAHİP DEVLETİNDEN DEMOKRATİK UYGARLIĞA CİLT II (221.BÖLÜM)
b- Milliyetçilik, isyan ve Tenkil Dönemi Kapitalist sömürgeciliğin tetiklediği bu dönem, Kürt sorununun çağdaş anlamıyla doğduğu ve geliştiği dönemdir. Bunun altındaki mantık; Hıristiyan azınlıkları kendine bağlamak için Kürtleri öcü gibi kullanmaya, aynı zamanda Türk ve daha sonra İran ve Arap yöneticilerini kendine daha çok bağlamak amacıyla bizzat tetikleme biçiminde rol oynadıkları Kürt isyanlarını kullanmaya dayanır. Kürtler tam bir kobay ve tahrik aracı olarak kullanılmaya çalışılmaktadır. Herhangi bir uygarlık misyonuyla yaklaşma niyetleri yoktur. İngiltere bu politikada başı çekmektedir.
Diğer sömürgeci kapitalist devletler de bu politikayı esas alarak sürdürmekten geri durmayacaklardır. Günümüze kadar devam eden emperyalist kapitalizmin bu Kürt politikası, genelde tüm Ortadoğu halkları ve özelde Kürtler üzerinde tarihlerinin en yıkıcı sürecini yaşamalarına yol açmıştır. Bu politikanın ayrılmaz bir özelliği olan burjuva milliyetçiliği, kaynağı itibariyle böl-yönet amacına dayandığı için olumsuz bir rol oynamış; Avrupa’da ulusal pazar, dil, kültür ve devletin oluşumunda temel ideolojik rol oynarken, Ortadoğu’da halkların birbirini yeme aracına dönüşmüştür. Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılmasında temel rollerden birini oynarken, Ortadoğu mozaiğinin parçalanmasına, halkların tek tek kalmasına, hatta Araplarda ve Kürtlerde görüldüğü çok sayıda parçaya bölünmelerine ve kolay yem olmalarına yol açmıştır.
Daha sonra güçlenen yerel milliyetçilikle mikro etnik milliyetçiliklerin bu parçalanmayı derinleştirmeleri de, bu parçalanmanın, böl-yönet politikasının bir uzantısı olarak rol oynamaya devam etmiştir. Türk milliyetçiliği, Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılmasına tepki olarak, bölgede en erken şekillenen milliyetçiliklerin başında gelmektedir. Başlangıçta Namık Kemallerle meşrutiyet amacıyla sınırlı da olsa ilerici bir özde gelişen bu milliyetçilik, Yeni Osmanlıcılık olarak kavramlaşırken, İttihat ve Terakki Cemiyeti ’yle 19. yüzyılın sonlarında Pantürkizm ve Abdülhamit tarafından Panislamizm biçiminde kavramlaştırılmıştır. Meşrutiyet rejimi bu milliyetçiliğin kazanımı olarak ortaya çıkar. Demokratik özden yoksundur. Başlangıçtaki hürriyet ve kardeşlik vurguları, daha sonra yerlerini diktatörlüğe ve ırkçılığa bırakmıştır.
Bu politikayla girilen I. Dünya Savaşı imparatorluğun parçalanmasıyla sonuçlanmıştır. Cumhuriyet döneminin Atatürk milliyetçiliği daha farklıdır. Irkçı değildir; tüm Anadolu uygarlıklarını kendine kaynak olarak almakta ve saygı duymaktadır. Osmanlılarca horlanan Türk halkının moralini ve ulus bilincini yükseltmek için “Ne mutlu Türküm diyene” sloganını kullanmıştır. Burada da ırkçı bir yön değil, ortaçağ boyunca sultanlarca hor görülen Türk halkının uluslaşması hedeflenmiştir. Daha sonra geliştirilen ırkçı Türk milliyetçiliğiyle Atatürk milliyetçiliği arasındaki fark önemlidir. Cumhuriyet dönemindeki ırkçı Türk milliyetçiliği, İttihatçılığı temel almakla birlikte ondan daha geridir. Artan ekonomik bunalımlar, köyden kente akın ve solun yükselişi karşısında, 1960’lardan sonra politikleşen ve ifadesini Ülkü Ocakları ve MHP’de bulan, ayrıca başka kanatlara da bölünen bu milliyetçilik, günümüzde iktidarın da bir kanadı olmuş; solun tasfiyesinde önemli rol oynamıştır. Atatürk çağdaşlaşmasıyla çelişmesi, demokratikleşememesi ve faşist otoriterliği sürdürmesi, ırkçılık temeliyle birlikte bir handikap rolündedir.
Başta CHP olmak üzere Atatürk milliyetçiliğinde yenilenme çabaları görülmekle birlikte, henüz beklenen sıçramayı yapamamıştır. Atatürk milliyetçiliğinin kaderi, bu sıçramanın demokratikleşme doğrultusunda gerçekleştirilmesine bağlıdır. Geleneksel Osmanlıcılık, Türk-İslam sentezi biçiminde bir akımla yenilenmek istenmiştir. İslam’ın siyasi yükselmesine dayanan bu akım, daha çok gelişen Anadolu burjuvazisinin liberal eğilimi olarak şekillenmektedir. Türklükten çok İslam’a vurgu yapan, İran ve Araplardaki İslami eğilimlerden güç almaya çalışan bu eğilim, son dönemde daha çok Avrupa Hıristiyan Demokrat Partileri doğrultusunda gelişmeye çalışmaktadır. Türkiye burjuvazisinin CHP’den ayrılan ve liberalleşme iddiasındaki geleneksel iktidar bloğu; DP, AP ve ANAP deneyimlerinden sonra dağılma sürecini yaşamaktadır. Bu blok tutarlı bir demokratizm örneği sunamamıştır. Günümüzde en çok üzerinde durulan, burjuvazinin merkez demokrat parti bloğunu yaratma çabalarıdır. Hem merkez sağ hem merkez sol, demokrasiye ve insan haklarına vurguyu yaparak, bu boşluğu doldurmaya çalışmaktadır. Türkiye’nin dünya çapında girdiği çok yönlü kriz, son yüzyılına damgasını vuran milliyetçiliğin de çıkmazını ve çözümsüzlüğünü göstermektedir.
Cumhuriyetin kuruluşunda Atatürk milliyetçiliğinin rolü kesin olmakla birlikte, demokratik evrim gösterememesi bu çözümsüzlüğün temelidir. Aynı hastalık ve çözümsüzlükler Ortadoğu çapında yaşanmaktadır. Milliyetçiliğin en ileri çağını açan Avrupa’nın Hitler faşizmiyle doruğa ulaşan ırkçı milliyetçiliği tarihe gömüp demokrasi bayrağını yükseltmesi, 20. yüzyılın ikinci yarısına damgasını vuran ana eğilimdir. Atatürk, Batı milliyetçiliğinden sınırlı da olsa ilerici çağında yararlanmıştı. Bu anlamda da çağdaştı.
Fakat II. Dünya Savaşı sonrası çağdaşlık demokratik uygarlık olarak tanımlanırken, Türk yönetimleri bu tür uygarlık gelişimini özde kavrayamadılar; kavrasalar da, işlerine gelmedi ve inanmadılar. Daha çok cumhuriyeti oligarşik bir iktidar altında yönetmeyi çıkarlarına uygun buldular. Çağdaş demokrasiyi çıkarları için tehlike olarak algıladılar. Bu da cumhuriyetin çağdaş uygarlıktan kopması anlamına gelmektedir.
HALKLAR ÖNDERİ ABDULLAH ÖCALAN
YORUM GÖNDER