SÜMER RAHİP DEVLETİNDEN DEMOKRATİK UYGARLIĞA CİLT II (298.BÖLÜM)
Kaçırılmam ve gözaltına alınmam sıradan bir olay olarak değerlendirilemez. Sadece bu meşum olayı protesto etmek amacıyla halkımızdan yüzlerce insanımız kendini yaktı, ölüme attı. Halkımızın umut ve inançlarına büyük darbe vurulmak istendi. Daha da kötüsü, içine konulmak istendiğim intihar süreci işlemiş olsaydı, bunun on binlerce insanın hayatına mal olacak yeni bir süreci başlatması kaçınılmaz olacaktı. Bu yüzden benim adeta bir paket gibi Türkiye’ye sunulmam, bir bakıma Japonya’dan sonra Halepçe’den kat be kat daha fazla tahripkar olan bir atom bombası etkisini gösterecekti. Ama tüm zorluklarına rağmen dayatılan intihar sürecini boşa çıkarabilmem, böylesi bir bomba etkisini planlayanları boşa çıkarmıştır. Bütün hesap, benim bu acımasız koşullara dayanamayıp ya ölüm orucuna yatacağıma, ya da Yunan elçisinin bana bıraktığı tabancayla intihar etme yoluyla yaşamıma son vereceğime dayandırılmıştır.
Sonuç, binlerce intihar eylemi, İsrail-Filistin şiddet sarmalını geride bırakan uzun ve kanlı bir şiddet sürecinin derinleşerek sürmesi olacaktı. Halklarımıza, dostlara ve yoldaşlara karşı duyduğum ahlaki sorumluluk ve barıştan yana kişilikli tavrım, bu oyuna düşmememi gerektiriyordu; sonu ne olursa olsun, elden geldiğince yaşamamın daha doğru olacağına dair kendimi ikna ederek bu oyunu bozdum. Komplo esas olarak bu tavrımla akamete uğradı ve işlemez duruma düştü. Anadolu ve Mezopotamya topraklarının yıllarca sürebilecek kanlı bir oyuna sokulmasını önledim. Aslında uygulanan politika son iki yüz yılın bir özeti gibidir. Önce Kürtleri isyana çekip sonra desteksiz bırakmak ve ardından ‘Türkleri vurun’ denecek bir noktaya itmek, bu politikanın özüdür. Diğer bir deyişle ‘tavşana kaç, tazıya tut’ oyunu oynatılıyordu. Çok acımasız bir politikanın yürütüldüğü açıktır. Savunmamda bu kaçırma sürecinde hangi devletlerin ne tür rolü olduğunu yer yer gösterdim. Eğer istenirse ileride sözlü, tanıklarla ve yazılı olarak sorulara karşı daha uzun cevaplar verebilecek durumundayım. Kısa bir özet halinde tekrarlarsam:
a- Kaçırılma sürecim ve hukuk dışı tutumlar
Bu süreç 9 Ekim 1998’de Atina Havaalanı’nda karşılanmamla başladı. Beni davet eden bir dost milletvekili ve bakan olan Baduvas yerine, Baby kod adlı İstihbarat Başkanı Stavrakis ve yine dost geçinen Agit kod adlı Kalenderis karşıladı. İltica başvurusunda bulunmak istediğimi ve buna hakkım olduğunu belirttiğim halde, zor kullanacaklarını belirtmeleri karşısında Moskova’ya doğru yola çıktım. Moskova’da milletvekili Jirinovski tarafından karşılandım. Parti temsilcimiz Numan Uçar ’dı. Daha sonra Başbakan Primakov’un en çok dokuz gün kalabileceğimi belirttiğini, ayrılmazsam zorla gönderileceğimi hissettirdiler. Bu süreçte milletvekili Mitrofanow’un evinde kaldım. 33 gün süren Moskova süreci, Duma’nın bire karşı 298 oyla siyasi iltica hakkının tanınması gereğini hükümet yerine getirmediğinden, İtalya’ya doğru yola çıktım. Dostluk beklerken tutuklandım. Mahkeme daha sonra tutuklamayı kaldırdı. Fakat çok sert bir abluka altında tutularak, kaçırılmam için her yol denendi. 66 gün sonra ilk fırsatta çıkmaktan başka çarem kalmadı. Bu süreci bilen İtalyan avukatlar ve tercümanlarım vardır. Olup bitenleri açıklayabilecek durumdadırlar. Milletvekili avukatlarım Piapisa ve tercüman Ahmet, tüm gelişmelere tanıklar. Tekrar Moskova’ya geldiğimde, kendileri söz verdikleri halde, daha sert bir uygulamaya aldılar.
ABD ve İsrail adına bakan olarak gelen Madleine Albright ve Şaron idi. IMF kredileri tartışılıyordu. Mavi Akım Projesi de gündemdeydi. Sanırım teslim edilmem karşılığında Moskovalı yöneticilerle IMF kredileri ve Mavi Akım Projesi’nde anlaştılar. Son durak olarak emekli general Naksakis ve tercüman Ayfer Kaya’nın özel bir uçak getirmesiyle Petrograd’dan Atina’ya indim. Vipten geçerek Naksakis’in akrabasında bir gece kaldım. Ertesi akşam Dışişleri Bakanı P angalos’la görüşme amacıyla gittiğim yerde yine İstihbarat Başkanı Stavrakis’le karşılaştım. Tuzağa düşürülmüştüm. Zorla bir yere götürdüler. Bir gece uçakla havada dolaştırıldıktan sonra, Korfu Adası’na indirildim. Avrupa basını, ‘Bu gece için Avrupa havaalanlarının tümü Apo’ya kapandı’ diyordu. Rusya Başbakanı da BDT adına yasaklamıştı. Çok üst düzeyde bir karar alındığı açıktı. Daha sonra bu kararın gizli olarak İsviçre’de alındığı anlaşıldı. Kararı alan güç, ABD kontrolü altında NATO’nun gladio tarzı kanundışı bir birimiydi. Aynı birimin Kenya’ya kaçırılmamı planladığı, daha sonra ortaya çıkan diğer bir gerçekti. Bunda İngiliz istihbaratının da etkili bir rol oynadığı basında ispatlı olarak yayınlandı. Yunan hükümeti sahte dostluğuna dayanarak taşeronluk rolü oynadı. On beş gün içinde Güney Afrika Cumhuriyeti pasaportunun verileceğini, bunun için de daha emniyetli olan Kenya’daki Yunan elçiliğinde kalmamın daha uygun olacağını hükümet adına belirten Kalenderis’e inanarak, böylelikle Kenya’ya kaçırılmamı sağladılar. Yunan hükümeti ve elçisi Kostulas, kaçırmayı bildikleri halde açıklamadılar. En son günde Kenya emniyetiyle anlaşarak, bizzat Pangalos adına verilen güvenceyle ‘Hollanda’ya gidiyoruz’ dediler ve sanıyorum uyuşturucunun da etkisiyle bizi bir havaalanına kaçırıp 2 Şubat’tan beri hazırlık yapan Türk özel güvenlik birimine teslim etmeyi başardılar.
Daha sonra bu operasyonun ABD Başkanı Clinton’un özel emriyle gerçekleştirildiğini özel temsilcisi Blinken basına açıkladı. Bu kısa özetlemem bile, AİHS hükümlerinin ağır bir biçimde çiğnenerek, iltica başvurum hem İtalya’da hem de Yunan büyükelçiliğinde kabul edildiği halde, kaçırılmamın ne tür bir hukuk dışılıkla gerçekleştirildiğini açıkça göstermektedir. Zorla teslim edildiğim yer olan Yunanistan’ın Kenya Büyükelçisi Kostulas’a yaptığım iltica başvurusunun kabul edildiğini ve işleme konulduğunu elçinin kendisi belirtti. Yunanistan’dan gelen bir avukat aracılığıyla bu işlemi Atina’da yürütmeye çalışıyordum. Kenya’da bile resmen AİHS kapsamı içindeydim. Bu nedenle zorla dışarıya atmalarını kabul etmeyip direnişle karşılaştım. Kısaca 9 Ekim’den 15 Şubat’a kadar geçen süre içinde AİHS hükümlerinin bana uygulanması gerekirdi. Rusya dahil hiçbir hükümetin sözleşmenin tanıdığı hakları çiğnemeye yetkisi yoktur. Bu devletler adına avukatlarımın yaptıkları AİHM başvurularına katılıyorum. Davacı olduğumu belirtiyor ve İmralı davasından önce bu ülkeler, yani Yunanistan, İtalya ve Rusya hakkında yapılan davacı başvurularının incelenmeye alınması gerektiğine katılıyorum.
Ancak bu temelde kaçırılmamın içyüzü aydınlatıldıktan sonra, gözaltına alınmamın AİHS’ye aykırılığı da açık bir biçimde ortaya çıkacaktır.
HALKLAR ÖNDERİ ABDULLAH ÖCALAN
YORUM GÖNDER