TASFİYECİLİĞİN TASFİYESİ (35.BÖLÜM)
Biz de geçmişte ülkede kalıyorduk, yirmi kişi bir odanın içine yığılıyorduk. Ama o zamanın rahat uykusunu şimdi bulamıyoruz. Yirmi kişi bir tas çorbanın üstüne abanırdık; onun tadı vardı, ama şimdi yediğimizin tadı yoktur. Bunun anlamı bellidir: Özgürlük olayını yaşamadan, özgür topraklarda yaşanmadan, yaşamın başka biçimlerinin bir anlamı olamaz. Arkadaşlarımız hapishanedeki yaşamın bile buradakinden daha güzel olduğunu söylüyorlar. Cezaevinden çıkan arkadaşlarımız böyle konuşuyorlar. Yani cezaevi yaşamına bile katlanmanın olanağı vardır, ama dışarıdaki yaşama katlanmanın olanağı yoktur. Bunun karşıtı nedir? Bunun karşıtı vatansız durumuna düşmek, özgürlükten tamamen kopmak, mülteciliğin yozluğu ve çürümüşlüğü içinde tükenip gitmektir. Bu da kötüdür. Bu belki fiziksel bir yaşam olabilir, gerçekte ise en kötü bir ölüm biçimidir. Bu kabul edilmediğinden, sonuna kadar vatan ve özgürlük için yaşamanın değeri ortaya çıkacaktır.
Faşist teröre karşı özgür bir vatan için halkımızın kutsal direnişini ortaya çıkarmanın önemi işte buradan gelmektedir. Bunun her şeyin önüne konulmasının nedeni budur. Hiç kimse, dünya bize çok yol gösterdiği, halkımıza ve özgürlüğe yüksek değer biçildiği için bu gelişmeleri sağladığımızı sanmamalıdır. Biz hayatımızı ortaya koyarak bazı siyasal çıkarları dayattık. Niçin? Vatanda yaşamak basit değildir de, onun için. Siz bunun değerini ve özgür yaşamı yaratmasını bilmediğiniz için, size öyle gelmektedir. Ama öyle değildir, bunu yanlış anlamamalısınız. Benden öğrenmek istiyorsanız, kendi yaşam tecrübemi böyle özetliyorum. Fiziksel anlamdan tutun da, ruhun ve bilincin yücelmesine kadar en büyük yaşam ve savaş, parti çizgisini pratiğe dökmek için yaşamak ve bunun için savaşım vermektir. Bunu bir görev ve emir tarzında ortaya koymuyor ve bunu yapmalısınız demiyorum.
Birazcık dünyayı tanıyan ve dürüst olan herkesin rahatlıkla yapacağı tercih budur. Ayrıca Kürdistan’da yaşıyoruz. Buradaki özgürlüğün kendine özgü ek özellikleri vardır. Burada insan olmak için dahi özgürlük uğruna savaşmak gerekir. Yoksa doğru dürüst yürümesini ve konuşmasını bile bilmeyen bir yapı ortaya çıkacaktır. Buna insan diyebilir miyiz? O zaman her şey düşmana gidecek, bize kalan da Ortadoğu’ya ve Avrupa’ya alınıp satılmak olacaktır. Peki, bu insanlık mıdır? Ülkenin madenlerini, suyunu, bireyini ve her şeyini bırakıp gitmek ve başkalarının bunları ele geçirmesine göz yummak yaşam olamaz. Bu konuda kendimizi yanıltmamalıyız diyorum. Binlerce yıllık insanlık tarihinin insana öğrettikleri bunlardır. Yarın eyleme gideceksiniz. Karşınıza bazı adamlar çıkacak, karısını düşündüğünü, çoluk çocuk sahibi olduğunu, kendisine yaklaşmamanız gerektiğini, devletle bazı ilişkilerinin bulunduğunu, bu ilişkilerin gönüllü değil zor altında kurulduğunu ve işini görmek zorunda olduğunu söyleyecektir. Böylesi sayısız durumlarla karşılaşırsınız. Çoğunuz bu tür şeyler karşısında utanmadınız, hatta bunları normal karşıladınız.
Oysa bunların karşımıza çıkardığı her şeyin özgürlükle ilişkisi vardır. Özgürlüğün bunları kabul edip edemeyeceği tamamen sizin kişiliğinize bağlıdır. Kişiliğin sağlam ve özgür bir kişilik olursa, bunlara top gibi bir cevap verirsiniz. Onların bulundukları kötü durumdan kurtarıp kendilerine getirebilirsiniz. Öldürülmesi ve kazanılması gerekenin ne olduğunu anında saptayabilirsiniz. Ancak çoğunuz aylarca karar alamıyorsunuz. Bu sadece ne kadar basit bir kişilik sahibi olduğunuzu kanıtlar. Teslimiyet ve ihanet kol gezdiği halde, doğru dürüst bunun farkına bile varamıyorsunuz. Bununla özgürlükte ne denli kararlı olduğunuz da ortaya çıkmaktadır. Aklınız aylarca sonra başınıza geliyor. Bu da ne kadar hazırlıklı olduğunuzu ortaya koyuyor. Ben burada aylarca sonra ufak bir sesten bile durumunuzu kavrayabiliyorum. Sözleriniz ve yürüyüş tarzınızdan bile özgürlükle hangi ölçüde dolu olduğunuzu ortaya çıkarabilirim. Ben böyle siyaset yapıyor, siyasal gelişmeyi bu biçimde sağlıyorum. Tabii sizin için önemli olan parti değil, kendi durumunuzdur. Özgürlük savaşçılarının ruhu ve iradesi birdir. Bir zayıflık ortaya çıktığı ve eksiklik göründüğü zaman, hepsi bunu anlamakta gecikmez. Bunu böyle bilmek gerekir. Bu ruhla ülkeye yönelinirse, ihaneti teşhis etmemek için bir neden kalmayacaktır. Aynı zamanda halkımızın direnişçi değerleri vardır. Halkımız acıya, yoksulluğa ve doğanın zorluklarına dayanmaktadır; kısacası halkımızın savaşabilme olanakları vardır. Siz bunları da görmek istemiyorsunuz.
Biraz düşünün: Bu denli dayanıklı olan ve bu kadar zorluğa katlanan adam, özgür savaşıma neden karar vermesin? Halk örgütsüzdür, doğru öncü istiyor, yeterli öncü isteminde bulunuyor, “Bize iyi öncülük edin” diye yalvarıyor. Biz de iyi öncülük etmeli ve doğru kararlar almalıyız. Bütün aile fertlerini birdenbire mücadele saflarına çekmesek bile, ailenin bir ferdini çekebiliriz. Olumsuzluklar içinde bulunanların hepsinin öldürülmesine gerek yoktur. Ama en tehlikeli olanlarını cezalandırır, öbürlerinin olumsuzluklarla bağlarını koparırız. Bunları tespit edebilmek o kadar zor değildir.
Taktikten söz ediyoruz, komuta özelliklerimizi geliştirelim diyoruz. İstediğimiz şey işte budur. Partimiz içinde bu kadar tecrübeyi yaşamak, bu denli aydınlanmak, ama bir köyü nasıl tahlil edeceğini ve nasıl devrimcileştireceğini bilememek serseriliktir. Bunun öyle darlıkla da ilgisi yoktur. Başka yerde de örnek gösterdik. Kedinin nasıl fare yakaladığını biliyorsunuz. Ama bunu bir kez daha incelemenizi salık veririm. Bir hayvan bile avını nasıl yakalıyor? Bir şahin örneğini verdik. İyi izlerseniz, şahinin küçük bir fareyi veya kuşu nasıl süzdüğünü, nasıl gözetlediğini, bir saniyesini bile kaçırmadan onu nasıl uygun bir tarzda vurduğunu görürsünüz. Peki, biz bir haini gözetleyerek, onu en zayıf anında vuramaz mıyız?
Bu kesinlikle yapılabilir. Vatan bizim, toprak bizim, halk bizimdir. Karşımızdaki bir haindir, bir yılandır. Onu teşhis etmemek mümkün müdür? Haini teşhis ederek gerektiği yerde vurmamak mümkün müdür? Belli ki, bununla ilgilenilmiyor; yine eski derbeder yaşam ve “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın” felsefesi sürdürülüyor. Bu durumda elbette hainler vurulamaz, hainlere karşı savaşımda başarı sağlanamaz. Eski tarz savaşçılığımızın bu anlamda da eski koktuğu açıktır.
Bizim sadece topraklarımız ve özgürlüğümüz değil, insan olma hakkımız da elimizden alınmıştır. Peki, değerlerden bu denli yoksun bırakılmış olanları kim durdurabilir? İhanetin bu denli tehlike arzettiği bir ortamda hainleri elimizden kim kurtarabilir? Kimin gücü, düşmanın elimizden kurtarılmasına yetebilir?
HALKLAR ÖNDER ABDULLAH ÖCALAN
YORUM GÖNDER