KÜRT AŞKI-22.BÖLÜM
Şuna inanmalıyız: Özgür yaşam yoluna girmedikçe ve bunu ilkede, pratik uygulama düzeyinde temsil etmedikçe ne rahat bulabiliriz ne de başka uğraşılara fırsat verebiliriz. En öfkelendiğim husus; içinizde yoğunca bir kesim ve erkekler binbir emekle biraz geliştirmek istediğimiz bu özgürlük imkânını kenarından, köşesinden girip kurt gibi kemirmek istiyor. Dürüst, özlü yaşama, sevme durumu olmadığı halde, partinin gücüne, yetkisine sığınarak bunu dayatıyor. Dogmatik değilim, birçok oluşumu yaşamın içinde gözlemeye çalışırım. Ama bu ilkesiz ve tavırsız olmak değildir. “Canları yaşam istiyormuş, kadın istiyormuş, erkek istiyormuş” Acaba elele tutuşmayı biliyorlar mı? Bilselerdi alkış tutardım. Süper bir düşüş var burada. Yani özgür yaşam şansımızın savaşla biraz daha ilerletileceği yerde, niyet ne olursa olsun, bu komplocu ve arkadan hançerleyici bir tutumdur. Askeri yaşam kişiliğimize darbedir. Neden tek bir kişiniz bunu görmedi? Müthiş bir bencilliğin dışında bunun izahı var mıdır? Kimse yanlış anlamasın. İliklerimize kadar birbirimizin olmaya, birbirimizi paylaşmaya kendimizi hazırlamalıyız.
Bizim aşksız, coşkusuz olduğumuz korkunç bir yalan. Kim aşkı, coşkuyu yaşamıyor? Kim en ilkel güdüleri birbirine dayatarak aşkı, coşkuyu, heyecanı yaşayacağını sanıyor? Eğer bu aşk ise, o zaman bizim kaba cinselliğin kölesi köylüler, en büyük aşkları yaşıyorlar demektir. Genelevdeki veya özel evdeki erkekler, kadınlar en büyük aşkı yaşıyorlar demektir. Heyecanın, aşkın bu olduğunu nereden öğrendiler? Hangi kitaptan öğrendiniz, hayatın hangi gerçekliği bunu böyle öğretti? Bu kadar ucuz duygusallığa kendinizi hangi gerekçeyle, cesaretle yatırabildiniz? Gerçekten sevebilselerdi, gerçekten elele tutuşmayı bilselerdi, gerçekten kucaklaşabilselerdi, “bravo” derdim. Ama dediğim gibi, bütün bunlar büyük yaşam savaşına tepki temelinde gelişiyor. Onun bütün yüce görevlerine, kişiliklerine zıtlık temelinde gelişme, dıştalama, boşa çıkarma temelinde gelişiyor. Hayret ettiğim; nasıl bunu hemen kavrayıp gereken tavrı geliştirmediğinizdir? Bu anlamda cins yaklaşımı toplumsal gerçekliğimizde en büyük sorun değil midir? Köleliğimizin en çok yaşandığı alan değil midir? Bunu daha dürüst anlamayacak mısınız, ilgi bekleyeceksiniz ve bu yaklaşımlara alet olacaksınız! Biz hiçbir zaman aşksız, coşkusuz yaşamayı öngörmedik. Tersine bağlı olduğunuzu söylemekle birlikte, hala yürüttüğümüz büyük savaşın, aşk boyutunu daha anlamıyorsunuz. Bir yoldaşınız olarak, ben bu yaşa geliş sürecimi inanılmaz bir heyecanla getirmişim, ama sonuç çıkarmıyorsunuz.
Oysa burada gerçek bir yaşam destanı gizlidir. Kavgacı, dili müthiş ve büyük bir duygular savaşı vardır. Kim inceledi? Size soruyorum. Bunu kavramadan ikide bir, “ilişkilerde sıcaklık, bilmem ilişkilerde soğukluk, ilişkilerde ilgisizlik veya ilişkilerde uzlaşmacılık” demek ve bunları öne çıkarmak büyük saygısızlıktır. Sizleri ülkeye sürükleyen tutumun ne olduğunu hala anlamış değilsiniz. Sizi sürükleyen rüzgâr nedir? Onu bile tanımlayamıyorsunuz. Tersine, yücelten değerlerin ne kadar zıddı varsa, onu temsil etme gibi bir sorumsuzluğu yaşıyorsunuz. Ruhlar çoktan ölmüş. Bazıları bana ruh savunusu yapıyor. “Ruhum var” diyor. Kutsal ruhtan, büyük özgürlük ruhundan haberi yok. “Ruhlarımız var, duygularımız var” deniliyor. Bela. Ulusal ruhta, ulusal iradede bu kadar alkışlanmama rağmen, ben bile kendimi yeterli görmüyorum. Davranışlar o kadar basit ve güdülere takılmış ki, gözü kara bir biçimde bize bunu dayatıyorlar. İnsan yoldaşını bu kadar anlamamak ve bencilliğine kurban etmek için bu kadar kullanır mı? Güçlü bir hayat planı olan kaç kadın arkadaşımız var? İlkesi olan ve ilkeye anlam verip, ilkeyi yürüten içinizde kim var? Öyle dört dörtlük bir temsil de istemiyoruz. Ama hiç olmazsa arayış olmalı, hiç olmazsa ihtiyaç duyulmalı. Kaybettiğimiz ruhumuzu aramalıyız.
Bırakalım rahat ilişkiyi, dürüstçe selamlaşacak hal bile bırakılmamış. Her şeyi bir savaş gibi görüyorum. Hangi dosta gitsem, benim için bir rahatlık değil, orada bir savaşa çıkış vardır. Halktır bekliyor, saygıda hiç kusur etmek istemiyor. Ama oraya savaş için gidiyorum. Sizlere bakıyorum; kavga verilmesi gereken yerde teslimiyete, kolaycılığa koşuyorsunuz. Kendinizi teslim etme ortamı buldunuz mu, iliklerinize kadar boşalıyorsunuz, ağlıyorsunuz ve teslim oluyorsunuz. Sevdiğinizi, arzularınızın yerine geldiğini sanıyorsunuz. Hatta bazıları âşık olduğunu sanıyor. Bütün bu gelişmelere rağmen, benim durumum bile fazla umutlu değil. Halkımızın, kadınlarımızın büyük sevgisine rağmen umutlu görmüyorum. Savaş diyorum, belki bizi daha iyi güçlendirebilir. Sandığınız, o birçok soytarının “yaşayabiliriz” dediği noktada, ben dayanamıyorum.
Bana sorsalardı; neden dayanmıyorsun yoldaş? Düşünün ben ki, kendi kanunlarını kendisi yaratan biriyim. Neden yaşayamıyorum? Bunu bizim baylar veya bayanlar neden incelemiyor? Neden saygınız yok? Hani çok değer verdiğiniz bir yoldaşınızdık? Herhalde ortadakilerden daha geri kalır bir yanımız yok. Tam tersine bu ülkenin, bu halkın şu anda en güçlü gibi görünen kişisi durumundayım. Ama buna rağmen, kendimi hiç de bu erkekler ya da kadınlar kadar yaşam ilgisi gibi göremiyorum. Bu demek değildir ki, yani benim güdülerim yok. Herkesten belki daha fazladır, ama bunların beni götüreceği noktayı düşündükçe, kendimi biraz ideolojik, politik olarak dengeledikçe büyük bir çekişme içinde kalıyorum. Bunu daha çocukluktan beri böyle ele aldım. Her şey bana zor geldi, her şey bana utanç veriyordu, sıkıntı veriyordu. Ve bunu yenmek için sürekli öğrenmeye çalıştım. Öğrenme işinde sürekli birinci konumundaydım.
Aile ocağındaki köhnemiş tarzlarla yetinmek ise veya düzenin çok alçaltıcı kalıpları içinde olmaksa, bunu ben de bir gün içinde halledebilirdim. Yaşam sorunu budur deyip çözebilirdim. Bu konuda yetenekliydim. Ama insanlık gerçeğine vurguladığımda, halklar ve kendi gerçekliğimizi vurguladığımda son anda vazgeçme gereğini duydum. Yapmak istedim yapamamam dedim. Doğruların büyük arayışçısı oldum. Kim bu tabloları kabul edebilir? Görün anaları, o kızları, çocukları. Bir somun için kendilerini çamura atıyorlar. Bu duruma düşen insan her şeyini yitirmiştir. Kendimizi ondan soyut göremeyiz ki. Onlar ki, bizim halkımız ve mücadelemizin sonucu bu duruma düşmüşlerdir. Kurtarılmayı bekliyorlar. Hangi kadromuz bunu düşünerek yaşıyor. Ben buna şehitleri eklemiyorum. Her biri bir kavga gerekçesidir. Zindanı eklemiyorum. Her şey bizi kavgaya çağırıyor. Hangi değerli komutanımız bunu böyle görüp yaşamına yön veriyor? Akıllı olacaksınız, bütün komutanlarınızı veya kadrolarınızı gözden geçireceksiniz: Bu temel gerçeklere göre yaşıyor mu, yaşamıyorlar mı?
HALKLAR ÖNDERİ ABDULLAH ÖCALAN
YORUM GÖNDER