NASIL YAŞAMALI? II CİLT - 173.BÖLÜM
Alışkanlıklarım ruhumun arayışları farklıdır.
Şimdi bütün anıları anlatabilirim. Her anı büyük bir koşuşturma, büyük bir savaşla ele geçirme. Bunların birçok yönlerini anlattım. Büyük öfke anlarını, büyük kavga anılarını anlattım. Düşünüyorum da sizde hiç mi böyle bir ruh yoktu? Siz nasıl büyüdünüz? Sizi nasıl büyüttüler? Herhalde en temel hata buradan başladı. Kendinizi ana kucağına, akrabaya, kabileye teslim etmişsiniz, biraz yaşam olanaklarınız varsa, onların üzerine ucuz yatmanız, beslenmeniz, kişiliğinizi çarpıtmanın başlangıcıdır. Ardından devlete yönelmeyi yine kurtuluş bilmeniz, düzenin kırıntılarından biraz tat almanız, sizi daha da yanılttı ve yaşamı hep yanlış ele aldınız. Kolayından, köşesinden, kıytırığından tuttunuz. Sonuçta bu darmadağın, iflas etmiş kişilik ortaya çıktı. Büyük bir aldanma kişiliği.
Hâlâ çocuklar gibi heyecanlıyım. Zevklerim, arzularım, alışkanlıklarım, bir çocuğunki gibidir. Rahat değilim, ararım, peşinden koşarım. Dikkat edin adım ünüm bu kadar var, hiç aklımda bile değildir. Kendime göre alışkanlıklarım farklıdır, ruhumun arayışları farklıdır. Hazır olanı hiç kullanmak bile istemem. Ama sizler emekle bir şey elde edemediğiniz halde, rahatlıkla üzerine kuruluyorsunuz. İşte askerlik dersinde tartışıyoruz; ucuz komutanlığı kendine layık görme. Bu halimle hâlâ bir mangaya emir verme gücünü kendimde göremiyorum. Nasıl oldu da siz böyle, hiçbir şey vermediğiniz halde insanları ölüme gönderiyorsunuz. Ve vicdanınız da pek oralı olmuyor. Bu kadar büyük savaşma olanaklarını veriyorum, verdirtiyorum, uygulatıyorum, ama hâlâ sert bir emirle sizleri yürütme gücünde değilim, buna hakkım yok, daha fazla yapmalıyım diyorum. Yılların büyük bir değer savaşımı var.
Şimdi sizlere bakıyorum, canlarınızı öyle ucuz ölüme yatırıyorsunuz ki, hayıflanmamak elde değil. Ne cesaretle? Hepinizin canından önce, kendi canımı düşünüyorum. Bu, en doğal hakkımdır, öyle olması da gerekir. Ama canımı düşündüğüm kadar, başkalarının da canını düşünerek bunu sağlayacağımı da çok iyi biliyorum. Canını mı korumak istiyorsun, başka canların canını koru; canını mı rahatlatmak istiyorsun, aynısını çevrende, örgüt içinde de geliştir. Ama sizin şu can anlayışınıza bakıyorum; “başkalarının canı çıksın, yalnız benimkisi yaşasın” felsefe budur. Başkalarının ölümü pahasına gerçekleştirilen yaşam, asla saygılı bir yaşam olamaz. Başkalarını çirkinleştirerek kendini yaşatılır kılmak anlam ifade etmez. Dehşete kapılıyorum. Yaşamda ne ifade ettiğiniz çok açık ortadadır. Hiçbir güzellik, hiçbir umut katma yok ve “yaşamaya hakkım var” diyorsunuz. Bir defa ben, hâlâ bu kadar çabaya rağmen, kendimde yaşama hakkını fazla göremiyorum. Bu anlamda zaten hasta gibiyim. Halk bile hemen her şeyini adayacak kadar “sen çok büyük işler yaptın” diyor. Hayır! Ben hâlâ yaşamayı hak etmedim. Ama yine sizlere bakıyorum, emekler üzerine nasıl ucuz kuruluyorsunuz ve “yaşıyorum, yaşamak hakkımdır” diyorsunuz.
Yılların savaşımını vermişim hiç de kendimi yaşamaya değer bulmuyorum. Bana göre daha fazla kazanılması gereken savaşlar var. Yaşam biraz oraya bağlıdır, yani hâlâ bir umuttur. Ama sizler en kritik sorunlar karşısında, bir kontra, bir hain gibi duruyorsunuz. Sigara tutuşunuzdan, oturuşunuza kadar, sanki hiçbir sorununuz yokmuş gibi bir hava içindesiniz. Adı olan kendisi olmayan bir kişilikle karşı karşıyayız. Biçimsel insanlarsınız, hele savaş koşullarında ya bir bela ya da bir kontra gibisiniz. Savaş kişiliği bunu hiç affetmez. Ama o kadar rahatsınız ki, bu rahatlığınız karşısında dehşete düşüyorum. Savaştaki yaşamınız, savaşçılığınız bana kâbus gibi geliyor. Tabii sizleri yetiştirenlere yüklenmekle hiçbir işin altından çıkamam. Ben anama epey yüklendim, hem de çok acımasızca.
Fakat sizin analarınıza yönelme hakkını kendimde görmüyorum. Benim anamdı, ona ne yaparsam yapabilirdim, ama sizlerin analarınıza hiçbir şey yapamayız. Analarınıza sizlerin yüklenmesi gerekiyor. “Neden beni böyle doğurdun” demeniz gerekiyordu. Ama bu soruyu hiçbir zaman sormadınız. Zaten hiçbir zorunluluğa, hiçbir zarurete karşı tepki de duymadınız. Duyduysanız da bunu hep çarpıtarak duydunuz ve onu giderek düşmana bağlama gücünü gösteremediniz. Anadan başlayıp düşmandan çıkamadınız. Ve bunun yerine işte şu anda örgüte ulaştırıyorsunuz.
Ordulaşma diyorum onu bozma işiyle veya gereklerinin çok uzağında kalmakla uğraşıyorsunuz. Bu kadar yer ve koşulları daraltılmış bir alanda nasıl savaşacaksınız? Yaşamı çoktan elinden alınmış, yaşam hakkı, ulus olma hakkı, hatta toplum olma hakkı bile elinden alınmış bir halk için siz neyin savaşını vereceksiniz! Bunu zaten görmek bile istemiyorsunuz.
HALKLAR ÖNDERİ ABDULLAH ÖCALAN
YORUM GÖNDER