NASIL YAŞAMALI (17.BÖLÜM)
“Çok büyük tabularınız var, karşı çıkışa cesaret bile edemiyorsunuz. Bu sadece kadınlar için değil, erkekler için de geçerlidir.”
KAZANILACAK BİR DÜNYA VAR
Kavramlara açıklık kazandırıyoruz, eski yaşama eleştiri getiriyoruz. Yeni yaşam nasıl olmalı sorusunu sıkça soruyoruz. Devrime kalkan bir kişiliğin toplumun bütün eski bağlarından kopmaya, bir anlamda boşanmaya çalıştığı gibi, bir kadının da bütün kölelik zincirlerinden kopmayı bilmesi, özgürleşmesi için gerekiyor.
Kadına dayatılan geleneğe, ahlaka ve statüye aile, çevre, düzen çerçevesinde sadece tepki duymak kendi başına devrimci olmaya yetmez. Kadın bir de yeniyi görme, yeni yaşama ulaşma, bunu kendine yedirme çıkışını gerçekleştirirse özgürlük yoluna girmiş olur. Ama bazı çok büyük tabularınız var; karşı çıkışa cesaret bile edemiyorsunuz. Bu, sadece kadın cephesi için geçerli değil. Sadece toplum için de değil, partiye taşırılmış yapı için de söylüyorum. Bu, erkek yapısında da var. Bunu son dönemlerde geliştirdiğimiz çözümlemelerde oldukça açmaya çalıştık.
Bu konuda örgüt ve askeri disipline uyalım, diyoruz. Bu kötü değil, kimse fazla aşırılıklarda bulunmaya cesaret etmiyor ama kendi başına bir çözüm değildir. Kadınların dağlarda silahıyla eşit ve özgür koşullarda yer alması ileri bir adımdır. Erkeklerin baskısını duymadan yaşaması da bir eşitlik ölçütüdür. Ama temel konularda yaşam çözümlenmiş midir, hayır. Her an taraflar birbirlerine yanlış yönelebilirler; mesele çok çarpıcıdır.
Örneğin köylü kökenliler hızla bir kaş-göz işaretiyle birbirlerini kandırıp kaçabiliyorlar. Gerçekçi değerlendirmek zorundayız. Nasıl oldu da bizim bazı savaşçılarımız fırsat bulup birbirini kaçırdı, gitti; ihanetin daniskasını yaptı. İşte yöneticidir, ama yanında bir bayan zayıflık gösterince, rahatlıkla çok bireyci bir temelde bütün görevleri, kuralları bir tarafa bırakarak, hatta ihaneti göze alarak, her türlü dengesiz ilişkiye girebiliyor. En kötüsü de yoldaşça ilişki biçimlerini birbirlerine karşı geliştiremiyorlar. Bir “Hoş geldin” demeyi bile doğru biçimde yapamıyorlar.
Özellikle bazıları sevgi-aşk konularında iki doğruyu bile bir araya getirip tavır sergileyemiyorlar. Bu durum yaygındır. Sevgi adına belirtilecek birçok davranış, rahatlıkla yozluk biçiminde en tehlikeli yorumlanmaya tabi tutuluyor; özellikle erkekler tarafından kadının idam fermanına yol açılabiliyor. Kendisi de kandırılmış güya! Bu kadar haksız, eşitsiz bir değerlendirmeye düşülebiliyor.
Diğer yandan aslında yoz mudur, değil midir, o da belli değil. Peki yoz olmayanı nasıl olacak? Hiç kimse kendine bunu da sorun yapmıyor. Adeta kendisine yeni bir zincir takıp yaşama karşı mahkûm oluyor. Daha da derinleştirdiğimizde, toplumsal alana kadar uzandığımızda (ki ona ihtiyaç var) parti içine girmekle ne birdenbire özgürleşiliyor, ne de eskinin alışkanlıklarından kurtulunuyor.
Özellikle eskinin ahlaki gelenek yapısından kurtulmak şurada kalsın, bu daha da bastırılıyor, hatta inceltiliyor. Burada bazı kavramlara daha da açıklık getirmek gerekir. Biz son bir iki yıldır bu konuda bazı çözümlemeleri geliştirdik. Cinsiyete dayalı bir köylü yaşamının, küçük-burjuva yaşamının niteliği üzerine gözlemler yaptık.
Buna dayalı namus anlayışını ve hatta bunu esas alan sosyal, ekonomik, siyasi etkiler meselesini özenle işledik. Görünüşte cinselliğe çok karşıt duranların, aslında çok kaba bir cinsel yaklaşım içinde oldukları görülüyor. Gerek kadında gerekse erkekte bunun çok çirkince bir düzeyde götürüldüğü, cinselliğin hep bir düşkünleşme aracı olarak ele alındığı ve kişilerin kendini bundan kurtaramadığı biliniyor.
HALKLAR ÖNDERİ ABDULLAH ÖCALAN
YORUM GÖNDER