SÜMER RAHİP DEVLETİNDEN DEMOKRATİK UYGARLIĞA I CİLT (104.BÖLÜM)
Tüm uygarlık sistemlerinin üç tarihi dönemden geçtikleri gözlemlenmektedir: Kuruluş, kurumlaşma ve doruklaşma. Kuruluş aşaması doğuş ve gelişmeyi, bir nevi çocukluk ve delikanlılığı; kurumlaşma, gençliği ve kişilik bulmayı; doruklaşma ise yaşlılık dönemini ifade etmektedir. Tarihte Sümerlerin, Mısırlıların, Roma’nın, Perslerin, Çinlilerin, Hintlilerin, İslam’ın bu dönemleri, çok çarpıcı bir biçim de benzer durumları yaşadıkları gözlemlenmektedir. Tüm önemli uygarlık sistemleri son dönemlerinde bir ikilemle karşılaşmaktadır. Eskimiş olmanın verdiği tahribat ya restorasyon ya da reformla aşılmaya çalışılmaktadır. Kendini yıkmaya çalışan güçlere karşı her iki yöntem de kullanılmaktadır. Restorasyon gerici tarzı ifade etmektedir. Devrim rolünü oynayan güçlere karşı mücadelede karşı-devrimin başarısı halinde kurulan rejimin yaşadığı döneme restorasyon denilmektedir.
Sümerlerin III. Ur Hanedanı, Mısır’ın yeni krallık dönemi, Roma’nın son iki yüz yılı örnek olarak gösterilebilir. Bu dönemlerde eski görkemlilik yeniden canlandırılmakta, aynı temel üstünde daha sıkı tutunmaya çalışılmaktadır. Devletçilik geliştirilmekte, kurallar sıkı uygulanmakta, bir nevi korporatif sisteme gidilmektedir. Daha genel bir kavramlaştırma ile, sistemlerin çözülmemek için geliştirdikleri bu rejimlere faşizm demek yerindedir. Aralarındaki farklılık, sistemlerin özelliklerinden ileri gelmektedir. Reform daha farklı bir süreçtir. Zorla yıkılmaktansa, karşı güçlerle uzlaşarak sistemi yavaş yavaş değiştirip yeniden şekillendirmeyi esas almaktadır. Tarihte bu örneğin de yaygın olarak yaşandığı görülmektedir. Devrimle karşı-devrim güçlerinin yenişemediği durumlar da veya çok kanlı ve tahripkar süreçlerin önüne geçilmek istendiğinde, reform yöntemi kaçınılmaz olmaktadır. Sonuncu bir durum ise, devrimin başarmasıdır. Yıkılan eski rejim yerine, daha hızlı ve köklü tedbirlerle devrimci sosyal güçlerin programı adım adım uygulanmaya geçirilmektedir. Tarihte birçok büyük değişikliğin devrimle sağlandığı da sıkça gözlenmektedir. Tabii yaşam ak ve karadan ibaret olmadığından süreçler ve yöntemler iç içe yaşanmakta, birinden diğerine daha hızlı geçişler olmakta ve karma durumlara da rastlanmaktadır. Sistemlerin bu geçiş süreçlerini iyi ayırt etmek, doğru değerlendirmelere gidebilmek için büyük önem arz etmektedir.
Kapitalist uygarlık sistemini dönemlere ayırdığımızda, M.S 12- 16. yüzyıllar oluşum ve gelişme, 17-19. yüzyıllar kurumlaşma ve yayılma, 20. yüzyıl ise doruklaşma ve yeniden dünyayı savaşla paylaşma dönemi olarak ayırt edilebilir. İlke ve kurumlaşma düzeyi ilk iki dönemde gerçekleştirilmektedir. Her olgunun doruk aşaması, bir sonraki oluşumlar için zemin oluşturmaktadır. Kapitalist sistemin doruğunda da benzer gelişmeler yaşanmaktadır. Sistemin temel çelişkileri iyice olgunlaşmakta ve yeni sentezleri bağrında beslemektedir. Çelişkilerin çatışmaya dönüşmesi de yeninin oluşumuyla ilişkilidir. Uçlar henüz taze ve iç içe iken birbirine muhtaçtır. Eski kabuk rejim tam atılmamıştır. Aralarındaki çatışma iki tarafın da boğulmasına yol açabilir. Bu durumda eski kabuk düzene birlikte karşı çıkıp parçaladıktan sonra özgür gelişme imkanı bulurlar. Feodalizme karşı burjuva devrim dönemlerine kadar iki temel sınıf, burjuvazi ve proletarya ortak çıkarlara sahiptirler. Devrimin zaferinden sonra ve burjuva sınıfının kendi öncülüğünde toplumun yeniden kurumlaştırılmasıyla bu beraberlik sona erer. Fransız Burjuva Devrimi ve Napolyon önderliğindeki büyük yayılma seferleri, kurumlaşma ve yayılma döneminin tipik örneğidir.
Eski düzen kalıntılarının 1815-1830 yıllarında restorasyonu, feodal sistemin son hamlesidir. Tüm tedbirlerine rağmen, devrimin dünya çapında yayılmasını ve kurumlaşmasını önleyemezler. Artık tarih sahnesinde sınıflı toplumun burjuva evresi yürürlüktedir. Zihniyetten ruhsal şekillenmeye, ekonomiden siyaset ve askerliğe kadar her alan yeni hakim sınıfın önceliklerine göre yeniden şekillendirilecektir. Sınıfın kendi şahsında sisteme sınırsız bir ömür biçtiği dönemdir. El atmadığı, kendi yetkisinde görmediği hiçbir yer yoktur. Hepsini kendi bakış açısıyla değerlendirecek, kendi yasalarıyla yargılayacak ve kendi yaşam tarzına göre kurumlaştıracaktır. Sadece düşünen ve konuşan değil, aynı zamanda yürüten en meşru iradedir. Burjuvazinin kendi zıddı olarak beslediği emekçi sınıflarla birlikteliği sona ermiş ve çatışma dönemine girmiştir. İdeolojilerde, sosyal ve siyasal pratikte ayrışma her geçen gün kendini daha fazla gösterecektir. 19. yüzyıl bu anlamda ayrışma ve sınıf kökenli kimliklerin netleşmesi yüzyılıdır. Burjuvazi adına liberalizmin, emekçi sınıflar adına eşitliği esas alan sosyalizmin hızlı açılımları görülür. İdeolojik mücadele, feodal sınıfın dinsel görünümlü ideolojisiyle burjuvazinin bilimsel temelde laik pozitivist ideolojisi arasında geçmekten çıkmıştır. Burjuva liberalizmiyle emekçi sosyalizmi, ideolojik kavganın yeni kimlikleridir. Emekçilerin mücadelesi tarihte ilk defa bilimsel temele dayalı bir ideolojik kılavuza kavuşur.
İsa’nın İncil’le yaptığını, Karl Marks “Kapital” ile yapmak ister. Yüzyıl, uygarlık merkezlerinde emekçi mücadelesiyle dolu geçer. Birinci ve İkinci Enternasyonal kurulur. Ezilenlerin yeni dünyevi hareketi büyük bir insanlık umudu yaratır. Merkez dışındaki yayılım alanlarında, tıpkı bir dönemlerin kabile başkaldırıları gibi, daha gelişmiş toplumların ulusal kurtuluş akımları baş gösterir. Çevre, merkezden edindiği uygarlık silahlarıyla kendini savunmaya ve kurtarmaya çalışmaktadır. İdeolojik alanda milliyetçilik, teknik alanda ateşli silahlar yeterince edinilmiştir. 20. yüzyıl yaygın biçimde çevrenin ulusal kurtuluş hareketlerine tanıklık edecektir. Emekçi hareketiyle ulusal hareketin en zayıf noktada, Rusya’da oluşturduğu ittifak, ilk defa uygarlık koşullarında eşitlik ve özgürlüğün herkesçe paylaşıldığı bir adımı başarıyla atacaktır. Ama yetmiş yıl aradan sonra, bin yılların sınıflı toplum yapısına dayalı uygarlık, bu deneyimi kendisine benzetmekte ve içten çözmekte başarılı olmasını bilecektir. Deneyimi başarılı olmasa da, başarı yolunda verdiği derslerle tarihin kilometre taşlarından biri olmayı başaracaktır. Kapitalist uygarlık bu gelişmeden dehşet duyacak ve ilk ciddi restorasyon deneyimine girişecektir. Hitler’in öncülük ettiği Alman nasyonalizmi, aslında sosyalizm karşısında büyük korkuya kapılan kapitalizmin genel bir cevabıdır; karşı-devrim koşullarında restorasyonun gerçekleştirilmesini ifade etmektedir. Bu adım, Avrupa kapitalizminin öncülük şansını ABD’ye kaptırmasıyla sonuçlanacaktır.
20. yüzyılın ikinci yarısında kapitalizmin en önde merkezi Kuzey Amerika ve ABD’dir. Ulusal devletler dünya çapında yeni bir harita oluşturmuşlardır. Reel sosyalizm, temelindeki zaaflarına rağmen tarihi bazı başarılar gösterebilmiştir. ABD ve Avrupa’da faşizm sonrası demokratik gelişme büyük adımlar atmaktadır. Restorasyonun faşizminden reformasyonun demokrasisine geçilmektedir. 20. yüzyıl tarihte hiçbir dönemde olmadığı kadar emperyalist ve ulusal kurtuluş, sosyalist ve demokratik, devrim ve karşı-devrim, restorasyon ve reformasyon, darbe ve karşı-darbe yöntemleriyle en kanlı bir biçimde tarihe geçmiştir. Buna insanlığın çılgınlaştırıldığı dönem de denilebilir. Bu dönemde en korkunç silahlar kullanılmıştır. Bütün inanç ve moral değerler yerle bir edilmiştir. Sadece toplumun içi değil, yerleştiği doğal çevre de tam bir imha süreciyle karşılaşmıştır. Sermayenin kar hırsı, tüm bu gelişmelerin altındaki yeni ilahi irade olarak rol oynamaktadır. Köleci sistemin ilk kuruluşunda görülmemiş artı-ürün, tanrı-kralları ortaya çıkarmıştır. Sermayenin görülmemiş artı-değeri ise, bu gelişmeyi zirveye çıkararak, daha tehlikeli ve çığ gibi tanrısız-kralları insanlığın başına bela etmiştir. 20. yüzyıl yeni bittiği için genel bir değerlendirmesi erken olabilir. Fakat bu yüzyılın, özelde kapitalist uygarlığın ve genelde tüm sınıflı toplum artığı uygarlık güçlerinin, ezilen emekçilerin sınırlı da olsa kendileri için yaratmak istedikleri bir özgür ve eşit dünya hayaline karşı çılgınca saldırıya geçtikleri bir yüzyıl olduğu inkar edilemez. Benzer bir saldırı Roma uygarlığı zirvedeyken gerçekleştirilmiştir.
M.Ö 70’lerde Gladyatör Spartaküs’ün köle ordusuyla kölecilere başkaldırısı çılgınca ezilmiş, beş bin kişi sıra sıra dizilerek çarmıha gerilmiştir. Sistemler yürekten tehdit edilince, böylesi çılgınlıklara girişmekten çekinmezler. Sosyalizm, devrim ve ulusal hareketlerin geri çekildiği veya bir dönemi geride bıraktıkları doğrudur. Ama geriye kalan kapitalizmin eski kapitalizm olarak varlığını sürdüremediği de doğrudur. Ne devrimin zaferi tam sağlanmıştır ne de karşı-devrimin; ne emperyalizmin tam zaferi sağlanmıştır ne de ulusal kurtuluş hareketlerinin. Yine restorasyon da, reformasyon da zafere ulaşmaktan uzaktır. 20. yüzyılın sonunda ortaya çıkan, her bakımdan yeni bir durumdur. Kapitalizmin, eski sosyalist ülkeler dahil, her tarafta gelişmeye çalıştığı doğrudur. Ayakta kaldığını iddia eden Çin’de bile uygulananın, devletin kontrolünde gittikçe gelişen bir kapitalizm olduğu inkar edilemez. Tüm Asya, Afrika ve Güney Amerika’da, irili ufaklı her ülkede yine kapitalizmin sistem olarak kurumsallaşmaya çalıştığı da açıktır. Derinliğine bir sistem uyarlanışı yaşamaktadır. Fakat yine de yaşananın uygarlık tarihinde kapitalizm çağından farklı bir durum olduğu yadsınamaz. Şüphesiz bu süreci belirleyen birçok gösterge vardır.
En başta 20. yüzyılın ikinci yarısındaki bilim ve teknik devrimi gelmektedir. Uygarlık dönüşümlerinde her zaman bilgi ve tekniğin öncü rol oynadığı gözlemlenmektedir. Bilgi ve tekniğin yeni düzeyi kar için farklı durumlar yaratmıştır. Bilişim ve iletişim tekniği bunun en çarpıcı örneğidir. Sermayenin hiçbir zorluğa takılmadan her tarafta yatırım gücü kazanması yine farklı bir tarihi gelişmedir. Çalışma saatlerinde ciddi azalmalar olmuştur. Eski sömürgeler sınırlı da olsa kapitalist gelişme yoluna sokulmuşlardır. Hepsi mali sermayeye bağlanmıştır. Mali sermaye borsa yoluyla dünya çapında bir hükümranlığa ulaşmış gibidir. Ona boyun eğmeyen hükümet yok denecek kadar azdır. Eskiden savaşlar kar için bir araç iken, yeni durumda bir engel konuma gelmişlerdir. Kar için daha çok gerekli olan, düzgün işleyen bir kapitalizmdir. Şüphesiz tüm bu gelişmelerin temelinde bilim ve teknik belirleyici rol oynamaktadır. Tüm bu gelişmelerin kapitalizmin tek taraflı iradesinin sonucu olduğunu söylemek doğru olamaz. Başta reel sosyalizm olmak üzere, ulusal kurtuluş mücadeleleriyle, kapitalizmin güçlü merkezlerindeki emekçiler, anayasayla sağlam güvenceye kavuşturulmuş ve tarihi mücadelelerinin ürünü olan ekonomik, sosyal ve siyasal kazanımları da en azından bilim ve teknik kadar etkin rol oynamışlar, kendi iradeleriyle burjuvazinin iradesini dengelemişlerdir.
Tarih 20. yüzyılın sonlarında bir tarafın mutlaka zaferine değil, her iki tarafın uzlaşmasına uygun bir durumun doğuşuna tanıklık etmektedir. Uygarlık tarihinde ilk defa sınıflı toplum güçleri, eşit koşullarda olmasalar da, barış içinde ve en geniş bir demokratik rejim altında kaderlerini serbestçe tayin etmede uzlaşmış gibidirler. Demokratik uygarlık bir hayal değil, hakikattir.
HALKLAR ÖNDERİ ABDULLAH ÖCALAN
YORUM GÖNDER