SÜMER RAHİP DEVLETİNDEN DEMOKRATİK UYGARLIĞA CİLT II (291.BÖLÜM)
Cumhuriyetin kuruluş koşulları ve Atatürk kişiliği, devlette ve toplumda üstten ve bürokratik ağırlıklı da olsa radikal bir reformculuğa yol açmıştır. Bu reformculuk, tarihi açıdan Doğu toplumlarında görülen en radikal adımdır. Fakat II. Dünya Savaşı’ndan sonra içine girilen süreçte toplumsal reformların derinleştirilmesi ve demokrasiye tam dönüşüm yerine oligarşik düzenin tercih edilmesi, Cumhuriyetin kalıcı reform şansının yitirilmesine yol açmıştır. 27 Mayıs Anayasası’nın reformcu özellikleri, oligarşinin sert sınıfsal tepkisi ve sağ-sol çatışmasını körüklemesi nedeniyle boşa çıkarılmıştır.
Tıpkı 1856 sonrası Osmanlı borçlanmasının bir benzeri olarak, yüzyıl aradan sonra tekrar IMF kontrolünde 18 antlaşma halinde içine girilen borçlanma politikasına başvurulması zorunlu bir politika haline gelmiştir. Bu dönemden sonra içine girilen sosyo-ekonomik değişim programları demokrasiyle örtüşmediğinden, demokrasiye hep kuşkuyla ve bir siyasi oyun olarak bakıldığından sorunlar ve çatışmalar artmış, Batılı bir demokratik ve laik cumhuriyet olma şansı boşa harcanmıştır. 2000’lerde her alanda iflas, çürüme ve tıkanmalarla yüzeye vuran en kapsamlı kriz durumuyla karşılaşılmıştır. Türkiye artık fazla manevra alanı olmayan bir ikilemle karşı karşıyadır. Ya çağdaş demokratik uygarlık tercihini AB çizgisinde yapacak, ya da demokratik uygarlık seçeneğini stratejik olmaktan çıkarıp, bazen işine geldiği gibi kullandığı taktik bir araç konumuna indirgeyecektir. Tıpkı Tanzimat’tan beri Batı karşısında stratejik konumunu pazarlayarak, yoz bir sistem altında çalkalanıp gidecektir. Bu durum da eskisi kadar demokrasi oyunculuğu da yapamayacak; daha sert krizler ortamında gergin çatışmalı bir süreç kaçınılmaz olacak; bir yönüyle eski Yugoslavya, Irak, Kore, Pakistan vb. ülkelerin konumuna düşecektir. Fakat yaşadığı jeostratejik gerçeklerle ağır sosyo-ekonomik ve siyasal sorunlar bu durumu da uzun süreli taşıyamaz.
Dolayısıyla AB çizgisiyle karşıtı çizginin ayrışması ve sonuçlanması hayati bir aşamaya gelip dayanmıştır. Sorunları çözmeyi erteleyen her gün, bir kayıp anlamına gelmektedir. Türkiye kapsamlı nedenlerden ötürü bu çerçevede tarihi tercihini yapmak durumundadır. AB tercihinin güncel anlamı, Kopenhag Kriterleri ’nin uygulanmasıdır. Bu ise demokratik sisteme tam ve tutarlı bir geçişe devlet ve toplum düzeyinde karar vermekle mümkündür. Türkiye tarih boyunca alışageldiği ataletten ve statükodan ötürü bu kararı verememektedir. Dolayısıyla mevcut birikimler heba olmaktadır. Kendi kendini tahrip eden bir durum yaşanmakta veya dayatılmaktadır. Bu gerçeklik, rant ekonomisi ve bağlı olduğu düşük yoğunluklu savaştan ileri gelmektedir.
PKK’nin tek taraflı ateşkesi tek başına düşük yoğunluklu savaşın bittiği anlamına gelmiyor; dondurulması anlamına geliyor. Sistem olduğu gibi sürüyor; sistem çözülmedikçe de hiçbir soruna normal ölçülerde el atılamıyor. El atılmadıkça, zincirleme etkilerle her alana yansıyarak toplum, ekonomi, siyaset, devlet ve ideoloji krizine dönüşüyor. AB bu durumuyla Türkiye’yi ne kabul edebiliyor, ne de dışlayabiliyor. Türkiye’nin dışlanması stratejik açıdan kontrol edilemeyecek birçok olumsuzluğun yaşanmasına daha fazla yol açacaktır. Balkanlar, Kafkaslar ve Ortadoğu’da mevcut sorunlara yenileri de katılarak, kargaşa ve çatışma ortamı ivme kazanacaktır.
Dolayısıyla AB hem toleranslı yaklaşmakta, fakat hem de Türkiye gerekli katılım adımlarını atamadığı için sorunların çözümünde etkileyici rol oynayamamaktadır. Türkiye’nin şoven milliyetçi yerel güçleri bu konuda tam bir tutuculukla tıkanmayı güçlendirmekte, olası bir kargaşa ve çatışma ortamında siyasi güçlenmeye bel bağlamış bulunmakta ve çatışmayla beslenerek toplum ve devlet içindeki konumlarını güçlendirmeye çalışmaktadır. AB çizgisinde tam demokratikleşmeyi kendi politikalarının bitişi olarak değerlendirmektedir. Son dönem krizinin şiddetlenmesinde, yerel Türk etnik milliyetçiliğinin temsilcisi anlayış ve yapılanmaların payı belirleyicidir. Halen geç bir Envercilik peşindedirler. Dinci siyasi kışkırtma da uzun süre bu tutuculukta pay sahibi olmuşsa da, son dönemlerinde ayrışma ve demokrasiye doğru zihniyet ve tutum değişimleri olumlu bir gelişme olarak görülmektedir.
Tabii takıyyeci zihniyet dışında olanlar için bu eğilim geçerlidir. Kemalist zihniyetin demokratik uygarlık doğrultusunda kendini yenileyememesi en önemli eksiklik olarak görülmekte ve cumhuriyet için en ciddi handikap rolünü oynamaktadır. Oligarşik rant partileri tam bir tükenişi yaşamakta, toplum bunlardan hızla uzaklaşmakta ve hepsi barajın altında dibe vurmaktadır.
HALKLAR ÖNDERİ ABDULLAH ÖCALAN
YORUM GÖNDER