SÜMER RAHİP DEVLETİNDEN DEMOKRATİK UYGARLIĞA (91.BÖLÜM)
2- Bireycilik, kapitalist toplumu doğuran sistemin temel ruh özelliğidir. Nasıl bilim bu toplumun temel zihniyet durumunu ifade ediyorsa, bireycilik de esas ruhsal özelliğini teşkil etmektir. Bireycilik, kapitalizmin doğuşunda zincirinden boşalmış bireyin, çılgınlığa varan, kendisinin çıkarından başka hiçbir kutsallığı olmayan kükreyişidir; benliği en temel sürükleyici güçlerden başta gelenidir. Bilimden bile öncelikli bir güç olarak rol oynamaktır. Kapitalist birey, toplum olgusundan intikam alma hareketidir. Özellikle doğuş sürecinde bireyci tutku hiç sınır tanımamaktadır. Kendini geçmişin tüm bağlarından koparmış saymakla özgürleştiğine inanmaktadır. Para gücünü tanrıyla eşitlemektedir. Yani “tanrı=para” formülü en çok kapitalist topluma yakışmaktadır. Para, sistemin ruhunun somut ifadesi olmaktadır. Sihirli güçtür, çevrilemeyeceği hiçbir değer yoktur. Toplumun daha önceki biçimlerinde simgeleri totem, tanrı, tanrı-krallar gibi değerlendirilirken, kapitalist biçimlenişte toplumun en özlü ve güç yansıtıcısı, bireysel ruhu en çok çeken, uğruna her şeyin göze alındığı, gerektiğinde tüm insanlığa kan kusturacak savaşlara götüren güç para olmaktadır. Para etrafında şekillenen bir ruh kimliği geçerli olmaktadır. Bireyciliğin bu kadar şahlanması da yüz binlerce yıllık toplumsallaştırmaya duyulan tepkiden kaynaklanmaktadır.
Önceki tüm sistemler, toplumsallığı sürekli kendi kesimlerinin çıkarlarına göre geliştirmekteydiler. İster açık ister kapalı, ister gönüllü ister zorla yapılsın, toplumsallaştırma yaşamın en vazgeçilmez kutsal eylemidir. Tüm din, ahlak, üretim, siyaset bu amaca bağlanmak durumundadır. Her gelenek ve herkes bu kuralın değişmez propagandacısıdır. Kapitalist aşamaya gelindiğinde, aşırı yük bağlanan toplumsallaştırmanın bireycilikle patlatılarak görülmemiş bir güce (atomun parçalanması) ulaşılacağı adeta keşfedilmiş gibidir. Toplumu en hassas noktalarından bireycilik bombasıyla patlatmak muazzam servete yol açmaktadır. İlk denemeler başarılı sonuç verince, geriye kalan sistemleştirmedir. Bireyin dergahı artık tapınak değildir. Yüzler Allah’a çevrilmemektedir. Günahkarlık ortadan kaldırılmıştır. Yeni Kabe fabrikadır, yeni tanrı paradır, kutsal olan bireysel çıkardır. Günahkarlık karlılığın önünde bir tür engeldir. Tabii kapitalizm burada tümüyle haksız değildir. Yüz binlerce yıl birey topluma kurban edildi. Gerçekten birçok din, en değerli varlıklarını, çocukları, toplumsal esenlikten sorumlu tuttukları tanrılarına gözünü kırpmadan kurban verdi. Toplumun kara vicdanında din adına böyle yol açıldı. Sınırsız kurban sunmalarla bireyden intikam alındı. Toplum tarihi bir anlamda da toplumu kurtarma adına bireyi kurban etme tarihine dönüştü.
Tüm savaşlar, ibadetler, törenler bunun hizmetin koşuldu. Burada toplumsallık adına yapılanlar çılgınlığa varmaktadır. En ufak bir kural çiğneme, en masum ve haklı bir arzudan da kaynaklansa, en büyük günah ilan edilebilmektedir. Yeryüzünün cehennemleştirilmesi yetmediği gibi, öte dünya adına bir başka cehennemle azaplı süreç sürekli kılınmaktadır. Bireyin tutsaklığı o kadar geliştirilmiştir ki, gölgesine bile sahip çıkamamakta, gölgelerin gölgesi konumuna indirgenmektedir. Toplumsallık adına birey bu hale getirilmiştir. Bu noktada kapitalizme yol açan ideolojik kimlik süreci, bireycilikle can alıcı noktayı yakalamış bulunmaktadır. Belki de çoktan vakti gelmiş bireyi öne çıkarmakla, aslında en adaletli bir dengeyi, birey-toplum dengesini kurabileceğinin farkındadır. Gücünü ve haklılığını bu tarihsel birikimden aldığı açıktır. Bu kadar birey aleyhine şişirilmiş, yasaklara boğulmuş, ezelden ebede adeta robotlaştıran bir yaşama mahkum eden tutucu ve gerici toplum ne kadar çözülse, o kadar devrimci ve özgürleştirici rol oynayacağının farkındadır. Tarihteki büyük ilerici ve haklılık pozisyonu böyle ortaya çıkmaktadır. Kuruluşta görülmemiş tanrısal bir gücü ortaya çıkaran toplumsal olgu, şimdi tersine en çok bireyselleştiren gücü ortaya çıkarmaktadır. Bireyin kendisi tanrısallaşmaya koşmaktadır. Tarihin bu dönüm noktasında haklı ve çok gerekli bir birey-toplum dengesinin imkanı doğmaktadır. Kapitalizmin aslında böyle bir kaygısı, özellikle doğuş döneminde çok sınırlıdır.
Daha çok sosyalist tepki aşamasında birey toplum dengesi üzerinde durulacaktır. Ama buna varmak için bile, güçlü bireysel çıkışlara ihtiyaç olduğu kesindir. Bireysel devrim bu tarihi gereksinimin ürünü olarak ortaya çıkmaktadır. Birey her kölelik zincirini parçaladığında, olağanüstü bir yaşamın farkına varmaktadır. Dünyanın kendisi cennet olmaya başlamaktadır.Günahkar ilan edilen arzular en güzel yaşam biçimlerine dönüştürülmektedir. Muazzam bir laikleşme başlamaktadır. Sanatla yaşamı güzelleştirmenin farkına varılmıştır. İlkçağın görkemli sanat eserlerinden esinlenme, yeni doğuşu (Rönesans’ı) mümkün kılmaktadır. Bilimin verdiği cesaretle, dogmaların hükmünden korkmadan, dünyanın sanatla daha da güzel kılınarak sevilmesi ve yaşanılır kılınması, bireyleşmeye büyük güç vermektedir. Birey olmak da daha fazla özgür düşünmeye, keyfince ve cesaretle yaşamaya, yeni sevgi ve aşka götürmektedir.
Ülke kavramına ulaşma, ümmet anlayışından ulus anlayışına geçme, ulusal devlet olma, dünyevileşme, zenginleşme, bu dünyada yaşama bağlanma, tüm güzelleştiren sanatlara değer verme Rönesans’ın yeni ideolojik kimliğinin öncelliklerindendir. Eskiden kopuş o kadar köklü ve yeni yaratıcı yaşam biçimine bağlanma o kadar güçlüdür ki, eski toplumun aşılması ve yeninin kurulması önünde engel teşkil edecek tek bir ilişki ve tek bir kurum dayanamayacak gibidir.
HALKLAR ÖNDERİ ABDULLAH ÖCALAN
YORUM GÖNDER