BAŞKA DİLDE ANNE OLMAK (24.BÖLÜM)
ZEYTİN AĞACI
Hüseyin
Katılım Tarihi: 1990
Hayatını Kaybettiği Tarih: 1995
Kardeşi Hasan Katılım: 1999
İlkbahar Hayatını kaybettiği tarih 1999
Sonbahar Zeliha: Eşinin vasiyetini yerine getiremediği için intihar etti.
Görüşme: Tarihi Ocak 2013
Nuh, büyük tufan sonrasında, etrafı sularla kaplı dünyaya konacak bir yurt aramak için güvercinler gönderirmiş her sabah. Güvercinler konacak yer bulamayınca geri dönerlermiş. Günlerden bir gün güvercinler gagalarında bir zeytin dalıyla dönmüşler. Rivayet odur ki; zeytin dalı hayatı var eden kirlenmiş bir dünyadan, arınmış saflığı temsil edermiş. Dünya’nın yeni insanıyla barıştıın simgelermiş. Zaman gelir, hüneri dalında olan zeytin ağacı bir başkası için huzursuz bir mezar da olabilir…?
Derler ki; Viranşehir yedi kez yıkılıp yedi kez yeniden yapılmıştır. Bu toprakların kadim halkı, yedi kez ölmüş yeniden dirilmiştir. Bu kentin insanları, tufanın habercileriydi.
Derlerki; burada yaşayan Ezidi’lerin kutsal meleği Tavus, ‘Âdem’e secde etmediği için cehenneme sürgün edilmiş. Derler ki Melek- i Tavus, yedi bin yıl boyunca üzüntüsünden gözyaşı dökmüş. Melek- i Tavus, gözyaşlarıyla söndürmüş ateşini cehennemin.
Derler ki; bir dairenin içinde yaratılan Ezidi’leri düşmanları çizdikleri dairenin içine hapsetmişler. Kutsal olan dairenin içinde yapılmış onlara bütün zulümler. O dairenin dışına çıkmak günahmış ve cehennem geri gelirmiş. Kürt coğrafyasının insanları da tıpkı Ezidi’ler gibi hep çemberin içinde kaldılar. Hüseyin ve Hasan’ın hikâyesi de bu çemberin içinde başladı. 1980 yıllarının siyasal rüzgârı onları da bir şekliyle etkiledi. Anneler, çocuklarıyla ilgili bir yaşanmışlıklarını anlatırlarken, oğullarını yeniden doğururlar. Biz sorularımıza daha başlamamıştık ki Fatma ana oğlunu doğurduğu günden başlayarak anlatmaya başladı.
Fatma Ana Anlatıyor “Bir kış günü dünyaya getirmiştim Hüseyin’i. Ömrü de mevsimine benzedi. Şansızlığı daha çocukluğunda başlamıştı. Köyün kıyısında, geçen derenin olduğu yerde köy kadınlarıyla birlikte çamaşır yıkamaya giderdik. Hüseyin iki yaşındaydı. Oyun oynarken boynuna ip dolanmıştı. Dedesi son anda yetişmişti. Dedesi kıyameti koparmıştı o gün. Hüseyin genç bir delikanlı olduğunda, ona bakar iki yaşında yaşadığı ölüm tehlikesini hatırlar içim bir tuhaf olurdu. Nereden bilecektik. Günün birinde bir değil iki oğlumu birden o korkunun kucağına vereceğimi. Hüseyin ticaretle uğraşırdı. Av tüfeği alıp satardı. Doksanlı yıllarda PKK, Viranşehir’de bir sürü taraftar toplamıştı. Hüseyin de bunlardan biriydi. Bilgili bir gençti. Kürt meselesiyle çok ilgileniyordu. Bir anne ister mi çocuğu gitsin, ölsün. Biz laf geçiremedik. Kimseyi de dinlemezdi zaten. O genç yaşına rağmen köydeki insanların saygısını kazanmıştı. Kan davalılarımız vardı. Onlarla gider görüşürdü. Onların çocuklarıyla arkadaş olmuştu. “Başkalarının yanlışı, bizim de yanlışımız olmasın” diyormuş. Kan davalılarımız bile onu anlatırken ondan saygıyla söz ediyorlardı. Hüseyin’in siyasetle uğraştığını bildikleri halde korucular bile ona saygı gösterirlerdi. Askerlik çağına kadar ticaretle uğraştı. Bir süre sonra da köyümüze yakın bulunan bir yerde PKK’liler kalmaya başlamıştı. Onlara milislik yapıyordu. Onlardan çok etkilenmişti. Hiç unutmuyorum, bir gün üç kişiyle birlikte geldi. Giyimleri farklıydı. O zamanlar bu durum biraz yeni olduğu için onların gerilla olduklarını bilmiyordum. Bunlar kim oğlum dediğimde “bunlar hevaller anne” (PKK fikrini savunan ve sempati duyanlar arasında arkadaş anlamına gelen bir hitap, örgütsel dil). Korkmuştum tabi. Yemek yaptım, o gençlerin konuşmaları davranışları çok saygılıydı ne bilim içimde bir yakınlık hissetim onlara karşı. Bu her yerde böyledir. Devlet size yaşadığınız bir memlekette suçlu, zararlı, ikinci sınıf muamelesi yaparsa, siz de sizi yüceltenden yana olursunuz. Bu oğlum için de böyleydi. Devlet kefalet vermişti oğlum için. Gitmeseydi öldüreceklerdi zaten. İki ay gibi kısa bir süreden sonra da örgüte katıldı zaten. Katılım öncesinde Hüseyin’in ilişkileri biliniyordu. Hem devlet, hem de korucular, o yıllarda siyasetle uzaktan yakından ilginiz var ve eğer evinize bu yüzden bir operasyon yapılmışsa artık kurtuluşunuz yok demektir. Bu korkuyla her gün yaşamaktansa gitmek onun tek çaresi olmuştu. Gittikten üç dört ay sonra gördüm. Ninesi hastaydı. Onu görmeden gitme dedim. Evden çıktık. Nenesine gitti, nenesi helallik istedi. Sarıldılar nine - torun sonra da çıkıp gitti. Bir daha göremedim. 1990 yılında dağa gitti. 1995 yılında da şehit düştü. Partinin açıklamasına göre göğsünde bir taş parçası varmış. Artık niye koymuşsa? O taş gelen kurşunun şiddetini azaltmış. Askerler tarafından yaralı ele geçmiş. Günlerce akıl almaz işkenceler yapılmış. Bildiklerini söyletemeyince de infaz etmişler. Mezarını bilmiyorum. Cenazesini götüren askerleri gören bir çoban, Derik’in alt kısmındaki zeytin ağaçlarının bulunduğu bir yere gömdüklerini söyledi. Ne kadar doğru bilmiyorum. Hasan’ınkiyse ayrı bir dert. Sara hastasıydı Hasan. Abisi gittiğinde küçüktü. O da abisinden etkilenmişti. Herkesten habersiz çıkıp gitmiş gerillaların olduğu bölgeye. Bizim bulunduğumuz köye yakın yerlerde o yıllarda gerillalar kalıyordu. Daha on iki yaşındayken geri gönderdiler. O da köyde çobanlık yapmaya başlamıştı. 1993 yılında devlet güvenlik gerekçesiyle köyümüzü yakınca, biz de pılımızı pırtımızı toplayıp Çukurova’ya geldik. Mersin, Adana, Tarsus, Antalya’da mevsimlik işçi olarak çalıştık. Hasan abisinden çok etkilenmişti. Evlenmeyi düşünmüyordu. Bizim gibi mevsimlik olarak çalışan bir ailenin kızına âşık oldu. Zeliha’ya tutuldu. Leyla – Mecnun gibi bir aşktı Allah sizi inandırsın. Paramız pulumuz yok düğün için. Biz de berdel (ailelerin erkek çocuklarına karşılıklı olarak kız vermek) yapalım dedik. O ailede kabul etti ve evlendiler. Evlendikten birkaç yıl sonra abisi Hüseyin’in infaz edildiği haberi gelince o da dağa çıktı. Zeliha biliyordu. Çünkü Zeliha’ya demişti - eğer şehit düşersem yerde kalan silahımı sen al demiş. Hasan 19 Mart 1999 yılında gitti. Aynı yılın sonbaharında da hayatını kaybettiği haberi geldi. Hiç değilse onun mezarı belli. Gidip aldık. Köy mezarlığına defnettik. O günden sonra Zeliha hayata küstü. Kimseyle konuşmadı. Odasına gidip saatlerce yalnız kalırdı. Psikolojisi bozulmuştu. Tabi bunun nedenini sonradan öğrendik. Yakın arkadaşı Ayşe’ye “Hasan bana silahımı yerde bırakma” dedi. “Gidemem ama bu yükü de kaldıramam, Hasan bana öyle bir dert bıraktı ki” demiş. Bir sabah odasının kapısını açtığımızda, onu odada asılı bulduk. İntihar etmişti. Yaşadıklarımızı dinlerken siz bile dayanamıyorsunuz. Biz her sabah bu yaşadığımız felaketlerle uyanıyoruz. Bu kadar acıya rağmen barış sözünü ağzımızda düşürmüyoruz. Ne diyebiliriz ki. Bunlar anlattıklarımız, ya anlatamadıklarımız?... Hasan ve Zeliha için arkadaşı Ayşe’nin şiirini olduğu gibi yayımlıyoruz. Bir şiirin çevirisi ne kadar mümkün olabiliyorsa olabildiği kadarını olduğu gibi buraya aktarıyoruz.
ŞERVANO SAVAŞÇI
Tu şervanekî şerzan
Sen savaşı bilen bir savaşçısın.
Ez bermaliyek bêmal
Bense evsiz bir ev kadın
Tu evîndarê evîna qedexe kirî
Sen sevdası yasaklanmış sevdalı
Evîndarê çiyan û azadiyê
Özgürlük ve dağ sevdalısı
Min evîna te nizanî û nasnekirî,
Sevdanı tanımadım ve bilmedim
Hele bêhnê vede
Hele bir soluklan
Ma te xêr e Şivano !
Hayırdır Savaşçı Zeytin Ağacı
Bi lez û bez ku de diçî
Alel acele nereye gidiyorsun
Bajar bê te sêwî ye
Şehir sensiz öksüzdür
Giyanek birîndar
Yaralı bir canlı
Dilekî xemgîn
Üzgün bir gönülle
Û xeyalên şikestî li cihê te mayî
Ve kırılmış hayaller de senin yerin kalmış Bi awirên tehl li min nenihêre
Acılı bakışla bana bakma
Dil birîndar e, bi awiran
Bakışlarla gönül yaralıdır
Hîn bêhtir neêşîne
Daha fazla incitme
Ji xwe zenga xençera
Zaten hançerin pası
Xiyanetê dil dirizîne…
Gönlün ihaneti çürütüyor
Min hîn bike Şervano
Bana öğret Savaşçı
Min hîn bike, dil polabûyînê
Çelikleşmeyi bana öğret
Sekina te ya li hember zilmê
Zulme karşı duruşun
Û daqûrtandina êşê
Ve acıyı yutmana
Bi tehma şîrînbûna şerbetê
Şerbet tadındaki tatlılığına
Min hîn bike
Bana ögret
Xweşikbûna jînê
Yaşamın güzelliği
Û rastiya hevaltiyê
Ve arkadaşlığın doğruluğunu
Kurm û kêzik diçêrin
Karınca ve kurtlar güdüyorlar
Li gulîstana me
Bahçemizde
Di qul û kewar tê de çêkirin
Delik ve petekler yapıldı
Û dilsoziya pak û rast
Temiz ve doğru bağlılık
Şervano!
Savaşçı !
Tu diçe ber vî çiyan
ve Dağlara doğru gidiyorsun
Bi bazar re difire
Uçuyorsun topraklarımıza doğru
Bi xezalan re ketî pêşvaziyê
Ceylanlarla karşılamaya gitmişsin
Li quntara çiya yên bilind
Yüksek dağlara doğru
Di dîlanê de ye
Halaydadır
Tu ji coşa azadiya ser xweş e
Sen özgürlük coşkusundan sarhoşsun
Ez ji jana bindestiyê
Ben köleliğin sızısı
Dihelim û dinalim
İnliyorum ve eriyorum
Xelekên qeydên koletiyê
Köleliğe kayıt halkası
Li dû hev rêz bûne
Arka arkaya sıralanmışlar
Şidyane, diêşîne
Sıkıştırılmış, acıtıyorlar
Şervano!
Savaşçı!
Ma tu dibihîze vî dengî
Sen bu sesi duyuyor musun
Qêrînê di dilî de quraftî
Kalbinin haykırışında kırılma
Şabûnên nîvco, şikestî
Yarım mutluluk, kırık
Û hêviyên di çavan de kuştî
Ve gözlerdeki umutlar ölmüş
Serî hilde Şervano
Başkaldır Savaşçı
Rêdûr û bargirano
Yol uzak ve yük ağır …
Ocak 2013 Viranşehir
MÜRSEL YILDIZ & İBRAHiM ALP
YORUM GÖNDER