SÜMER RAHİP DEVLETİNDEN DEMOKRATİK UYGARLIĞA CİLT II (180.BÖLÜM)
İslamiyet bile o dönemde etkili olan ve adına Hanifiler denilen tek tanrılı bir inanç mezhebinin Mekke’deki etkisinden payını almıştır. Hz. Muhammed Hıristiyanlık, Yahudilik, Hanifilik ve Mecusilik’ten oldukça yararlanmış ve İslamiyet’i bu inanç ve düşüncelerin bir sentezi olarak oluşturma gücünü göstermiştir. İslamiyet özünde bu inanç ve düşüncelerin bir evrimi sonucu, yeni koşullar altında dönemin ekonomik, sosyal, siyasal ve hukuki ihtiyacını gerçekçi olarak karşıladığından ötürü büyük gelişme göstermiştir. Ardında böylesine güçlü bir inanç ve düşünce dünyası yatmaktadır. Bu anlamda Hz. Muhammed hem büyük bir reformcu, hem de devrimcidir.
Tarihte M.Ö 500-M.S 500 dönemine büyük inanç ve düşünce çağı denmektedir. Bunun nedeni, insanlığın kaderini etkileyen tüm felsefi ve ahlaki düşünce ve inançların, büyük kurucuları tarafından bu dönemde ortaya atılıp geliştirilmeleridir. Buna bir bakıma düşünce ve tarikat ekolleri çağı demek de mümkündür. Bu düşünce ve tarikatlar birbirinden etkilenmekle birlikte, orijinal karakterdedirler. Şüphesiz kendilerinden önceki antikçağ mitolojisinden etkilenmişlerdir. Tepki olarak doğmaları zaten bu etkilemenin sonucudur. Katı ve dogmatik ilkçağ köleci düşünce ve inançlarını sorgulayarak sistemlerini geliştirmişlerdir. Doğu’da Konfüçyüs, Budha ve Zerdüşt’ten Batı’da Sokrates’e kadar böylesi güçlü bir büyük klasikler çağı, köleciliğin aşılıp feodal uygarlığın gelişmesinin ideolojik ve moral temelini oluşturmuş bulunmaktadır.
M.S 500-1500 döneminde ise, daha çok Hıristiyanlık, İslamiyet ve Budizmin belirlediği güçlü bir inanç çağı söz konusudur. Bu dönem feodal çağdır. Ona denk gelen, kurulan düzenin ideolojik temeli olan tanrının varlığına ve birliğine inançla, bu çağın sonsuz kılınması amaçlanmaktadır. Her çağın kendini ilk ve son düzen olarak ilan etmesi gibi, feodal çağ da kendini tanrının varlığı ve birliğine dayalı bir ideoloji çerçevesinde ebedi kılmak istemiştir. Katı inanç çağını teşkil etmesinin temelinde bu gerçeklik yatmaktadır. ‘Ölümsüz tanrı, ebedi düzen’ anlayış ve inançlarının özünde sınıflı toplumun yönetim ve sömürü ilişkileri gizlidir. Bunu maskeleyip dokunulmaz kutsal emirler olarak yansıtması, taptıkları çıkar düzeni içindir. Ölümsüz ve ebedi kılınmak istenen, tanrının şahsında kendi çıkar ve egemenlikleridir. İdeolojik motiflerle sınıfsal sömürü ve baskı yönetimi arasındaki ilişkiyi büyük bir özenle çözümlemek ve aydınlatıcı biçimde emekçilere ve ezilenlere sunmak başta gelen aydınlanma görevidir.
Bin yıllık katı inanç çağı çözümlenmeden, genelde tüm dünyada, özelde Ortadoğu toplumlarında gerçekleri açıklamak, doğru bir tarih ve toplum anlayışına ulaşmak mümkün olamaz. Ne sahte laikçiliğin, ne de kör inançların değer yargılarıyla bin yıllık inanç çağını çözümlemek ve anlamak mümkündür. Tüm bu inanç dogmalarını bir tarih ve edebi belgeler serisi olarak incelemek, çözümleyip gizledikleri sınıfsal, sosyal ve siyasi gerçekleri açığa çıkarmak, Ortadoğu aydınlanmasının en temel ve vazgeçilmez koşuludur. Batı kaynaklı yüzeysel laiklik ve yeniden canlandırılmak istenen inanç dünyasına açılmak, bu tarihi görevleri boşa çıkarmanın engelleri konumundadır.
Doğrusu, tüm Ortadoğu uygarlıklarını, çok zengin olan mitolojik ve dini belgeler başta olmak üzere, ideolojik ve arkeolojik kaynaklarla her tür edebi kaynakları bilimsel çözümleme yöntemiyle ele almak, buradan toplumun ekonomik, sosyal ve siyasal oluşum ve değişimlerini açıklamaya çalışmaktır. İslamiyet’in Kürtler üzerindeki etkisi bu ana çerçeve dahilindedir.
Geleneksel aşiret üst tabakaları ve toprak beylikleri ilk teslim olan kesim olup, Emevi ve Abbasi hanedanlarıyla yakın ilişki içine girmişler; İslamiyet’in resmi Sünni yorumunu benimseyip, tüm ilişkilerini iktidara göre ayarlamışlardır. Dil ve kültür yönünden bu sefer Arapça’nın etkisine girmişlerdir. Adlarını, yaşam tarzlarını ve kökenlerini bile Araplara bağlayıp, inkarcılığa sapmayı çıkarlarına uygun bulmuşlardır.
HALKLAR ÖNDERİ ABDULLAH ÖCALAN
YORUM GÖNDER