SÜMER RAHİP DEVLETİNDEN DEMOKRATİK UYGARLIĞA CİLT II -335.BÖLÜM
Burada karşımıza çıkan bir gerçeklik, her anlamlı tarihsel dönemin, kurumun, düşünce ve inancın kendini orijinal göstermek gibi bir özelliği her zaman esas aldığıdır. Güncellikle tarih arasındaki kopukluk, bu özelliğin resmi egemen propaganda gücünden ileri gelmektedir. Bunlar hakim olmak için yeni ve ilk olduklarını söylemek zorundadırlar.
Fakat burada da iki hususu birbirinden ayırt etmek gerekir: Gerçekten dönüşümle sağlanan yenilik ile yalnız propagandanın gücüne dayanan, aldatmayı ve yalanı içeren demagojiyi ve yozlaşmış makyajlı gerçeği terk etmek büyük önem taşır. Uygarlık tarihinde demagojinin ve propagandanın makyajladığı olguların aldatıcılığına fırsat vermediğimizde, geriye kalan, tarihin daha duru, doğru ve güncelliği belirleyen gerçekliği olacaktır. Çözümlememde uygarlığı bu hat üzerinde doğru ortaya koyduğuma inanmaktayım.
Dolayısıyla bana karşı düzenlenen 20. yüzyılın en son kapsamlı uluslararası komplosu gerçekliğini bu uygarlıkta bulacaktır. Uygarlığın kendisi, Sümer rahiplerinin insanlığa, o dönemin henüz sınıflaşmayı ve devleti tanımayan neolitik toplumuna karşı mitolojik düşünce ve inanç temelindeki aldatmasına, daha sonra sistemleştirilen baskısı ve fiziki zorlamasına dayanmaktadır.
Hukuk yine de tüm bu uygarlıksal gelişme içinde adalete en yakın kurum olarak gözükmektedir. Burada da bahsettiğimiz hukuk, artı ürün etrafında şekillenen hukuktur. Avrupa uygarlığında hukukun aldığı en son biçim, hukukun demokratik ve insan hakları alanında sağladığı önemli gelişmelere dayanmaktadır. Sınırlı da olsa, Avrupa’nın demokratik ve insan haklarına dayalı hukuk sisteminde bireyin ve halkların bazı haklarını talep etme şansı bulunmaktadır.
Tarihsel çizgimdeki ikinci önemli boyut, kendilerinden artı ürün sağlanan toplumsal kesimlerin konumlarına ilişkindir. Sınıflı toplumun üst tabakaları, tarih boyunca bu kesimlerin aleyhine tüm alt ve üst toplum kurumlarında üstünlük kazanmışlardır. Bunlar etnik topluluklar biçiminde kendilerini savunmaya çalışsalar da, bağırlarında gelişen sınıflaşmaya dayalı olarak sürekli mevzi kaybetmişlerdir.
Düşünsel ve maddi koşullarındaki göreceli gerilik ve sürekli baskı durumu, halkların tarih boyunca adeta neolitik toplum konumunda çakılıp kalmalarına yol açmıştır. Uygarlık bir şehir toplumu olarak hep kırdaki köy toplumuna karşı güç kazanmış; halkların kırsal gerçekliğine karşı sınıflı toplum ağırlıklı olarak kentsel koşullarda gelişme sağlamıştır.
Halkların toplumsal gerçekliğinde sınıflaşma, küçük bir azınlık dışında fazla gelişme şansı bulamamıştır. Bunda baskı ve sömürüye karşı direnmelerin payı belirleyicidir. İnsanlık hiçbir zaman sınırsız kölelik kurumlarını kendiliğinden benimsememiştir.
Kendisine zorla ve büyük bir ideolojik çabayla dayatılan bu sınıflı toplum sistemlerini sürekli özgürlük arayışları ve başkaldırılarıyla karşılamış, fırsat bulur bulmaz özgürlük düşüncesini ve kurumlarını geliştirip ilan etmekten çekinmemiştir.
HALKLAR ÖNDERİ ABDULLAH ÖCALAN
YORUM GÖNDER