TASFİYECİLİĞİN TASFİYESİ (191.BÖLÜM)
Yıldırım Akbulut’un “Apo kesinlikle cezalandırılacaktır” sözlerinin altında şu gerçek vardır: Devlet benim dışımdaki bütün PKK mensuplarını etkisizleştirebilir; affedebilir veya imhaya götürebilir. Bunu neye dayanarak söylüyor? Bunu bu tür öğelerin almış oldukları sonuçlara bakarak söylüyor. Düşman tek engel olarak beni görüyor. Benim aşılmam halinde, PKK sorununun halledileceğinden emin görünüyor. Bu öğe de biraz böyledir. Daha öncekiler de vardı; uygun bir tarzda “Bu işi bize bıraksan” demelerinin ardında yatan şey buydu. Büyük olasılıkla kendisinden öncekilerin başarısız kalmalarının nedenleri üzerinde derin düşünmüştü. Yani tasfiyecilik tarihini çok iyi özümsemişti. Birey olarak anasının gözü derken bunu kastediyorum. Adam müthiş bir aileci yapı içindedir. Ailesinin yükselmesi için her şeyi göze almıştır.
Zaten başından itibaren PKK’ye dayanarak kendi mahalli çelişkilerini çözmek istemiştir. “Ramanlardan filan kişiler öldürülmelidir” biçiminde bana kadar ulaştırdıkları talimatlar vardır. Tamam, bir ailenin içinde bir tane hain çıkar, iki hain çıkar: Ama böyle bir ailenin tümüyle karşımıza çıkarılması ne demektir? Öyle anlaşılıyor ki, bu bir saptırmadır. Daha o dönemde böylesi bir mahalli çelişkiyle PKK’nin yoldan çıkarılmaya çalışılmasıdır. 1982 yılında parti daha doğru dürüst iki adam bile hazırlamamışken, “Diyarbakır’ı basın, tutsakları kurtarın” demesi bile bir provokasyondur. “Saliha ana” denilen kadın Diyarbakır’da dalgalandırılıp durduruluyor. Aslında bu TC’nin pohpohlamasıdır. Hiçbir ana ayakta kalmazken, bu nasıl kalabildi? Hayır, TC tarafından kendisine bazı olanaklar bahşediliyor. Dışarıyı o kontrol ediyor. İçeride arkadaşlar şehit düşmüş. Adam ölüm orucunun 45. gününde eyleme katılıyor. On günlük bir eylemden sonra arkadaşlar şehit düşecekler. O zaman bunun adı direnişçiye çıkacaktır. Hatta adam “Hayri vasiyetinde sorumluluğu bana bıraktı” diyor. Bu aslında yalandır. Şahin ve Yıldırım gibi tasfiyeciler içeride yapıyı açıktan karşılarına alıp tasfiye etmeye çalışırken, Şener de sızma biçiminde öncülüğü ele geçiriyor. Sanırım bu adam daha önce “ılımlı PKK” işini halletmek için Kolordu Komutanı Cemalettin Altınok’la görüşüyor. Kemal Yamak daha çok teröre sarılıyor. Saldıran er adındaki işkenceciyle götürebildiklerini götürme ve kalanları denetim altına almayı deniyor.
1984 yılına geliniyor. Şener barikatlar kurdurtarak arkadaşları askerlerin üzerine saldırtıyor. Hemen anında “Tek tip elbise giyin, marş söyleyin” diyerek yapıyı teslimiyete yöneltiyor. Arkadaşlar bunu açıkça söylüyor; “O dönemde büyük bir direniş yapısını teslimiyete götürüyordu” diyorlar. İstediğini yapamıyor. Bu konuda cezaevlerindeki birçok arkadaşın gözlemleri var. Bu bitmiyor, bu kez bununla sonuca gidemiyor. En önemlisi PKK direnişinin zindanda dayandığı Hilvan-Siverek pratiğinin öncülerini hain ilan ettiriyor. Bölücülüğü bizzat yaratıyor. En önemli öğelerin yanına gidiyor; bir bölümünü yanına, bir bölümünü karşısına alıyor. Bu arada kendisini birbuçuk yıl dışarıda tutuyor. Kendisi iyi bir ayarlamacıdır, karşı karşıya getirdikten sonra sıyrılıyor. Bir kesimi zayıf düşürdükten sonra bu kez diğerlerinin başına geçiyor.
Hemen TKP’lileri buluyor ve onların yanında kalıyor. TKP’nin yayın organına yardım ediyor. Yani Haydar Kutlu takımının TC ile icazetinin adımlarını atıyor. Sözüm ona önder olduğu için TKP ile ilişkiler geliştiriyor. TKP o zaman PKK’ye karşı olduğunu ve NATO ile AET’ye karşı olmadığını açıklıyordu. PKK’nin silahlı mücadeleden vazgeçirilmesi için yoğun çabalar vardı. Şener gidip bunlarla temasa geçiyor. 1988 yılına gelindiğinde PKK’yi TKP’lileştirme faaliyetlerinin yoğunlaştığını sanıyorum. Yine o zaman bazı öğeler Sosyalist Parti’yle ilişkiye geçiyorlar. Yani kendilerine göre dış ilişkileri denetimleri altına alıyorlar. O zaman TKP’liler zaten sosyal-demokrat bir yapıya dönüşmüş bulunuyor. İcazet verilmiştir, yöneticileri yurt dışından dönmek üzeredir. Bir tek eksiklik vardır: PKK tasfiye edilmemiştir. PKK henüz direnişten vazgeçirilememiştir. Bu noktada bu adam imdada koşuyor.
TKP’nin kendi başına yapamadığını, “Sol Birlik” biçimindeki oluşumlarla başaramadığını bu adam başarmaya çalışıyor. İçerisi yetmezmiş gibi dışarıyı da halletmek itiyor. Tabii bunun için öncelikle önderlik düzeyinde etkili olması ve bizden fetva alması gerekiyor. Buraya gelir gelmez, abuk sabuk bir biçimde, “Ben korkuyorum, benim farklı görüşlerim var” diyordu. Tabii biz de biraz ders almışız. Korkmasına hiç gerek olmadığını, burada hiç kimsenin kılına dokunamayacağını söylüyorduk. Aslında ortada bir suçlama ve töhmet altında bırakma vardır. İkide bir farklı görüşlerinin olduğunu söylüyor. Peki, senin görüşlerin nedir? Söyle, biz de yararlanalım. Hala bu görüşlerini açıklamış değildir. Görüşlerini açıklamaktan korktuğunu söylemesi gerçekte bir tehdittir ve bizi uzlaşmaya zorlamadır. Adam aslında bizi inceliyor, dikiş tutturamayacağını anlıyor. Görüşlerinden bir iki tanesini açsa, kendisinin ne mal olduğunu anlayacağız. Bunun için korkuyor ve saklıyor. Kendisine bir şey olursa, görüş farklılıklarına sahip olduğunun ortamını hazırlamak istiyor. Bu görüşlerini her yerde açıklayabilir, kitaplar da yazabilirdi. Öyle anlaşılıyor ki, düşüncelerini öncelikle bizim onayımızdan geçirmeyi tasarlıyor. Yani biz oturup kendisiyle anlaşacağız. Bunu daha önceki tasfiyeciler de söylüyorlardı. Ama o bundan korkuyor. Görüşleriyle bizi etkileme veya bizi kendi görüşlerine çekmenin olanaksızlığını görür görmez, derhal zayıf öğeleri yokluyor.
PKK’nin kadro politikasını boşa çıkaracak yoklamalarda bulunuyor. Kendi başına hızla örgütlenmeyi deniyor. PKK’den rahatsız ve PKK içinde özümsenmemiş unsurları buluyor. Bunları adeta eliyle koymuş gibi bulabiliyor. Kendi deyimiyle bu alanı Diyarbakır Cezaevi’nden farksız görüyor. Kendisine göre burada çok farklı bir PKK vardır. Bunu küçük görüyor ve kendince dalga geçiyor. En küçük bir olumlu çaba harcamıyor. Zayıf öğelere dayandırdığı örgütlenmesini hızla geliştirmeye çalışıyor.
HALKLAR ÖNDER ABDULLAH ÖCALAN
YORUM GÖNDER