HAKİKAT SAVAŞÇILIĞI - 5. BÖLÜM
KOZMOSTAN KUANTUMA İNSAN
Yaşamın ve insanın hakikatini tanımlamaya çalışırken karşımıza, özünden uzaklaştırılmış ve kendine yabancılaştırılmış insan ve yaşam çıkmaktadır. Hakikat ise hafızalarda o kadar silikleştirilmiş ki, onu çarpıtılmış yöntemler içinden ayrıştırmak daha derin bir sorun olarak karşımıza çıkıyor. Aradığımız hakikatken, yöntemde yanlışımız tüm çabalarımızın boşa çıkmasına yol açabiliyor. Bilinen yollardan gidiş, aradığımız bambaşka mekânlar olsa da bizi yine bilindik yerlere çıkarıyor. Çağımızda çarpıtılması zirveye ulaştırılmış insan, yaşam ve toplumsal gerçeklik tüm verili yöntemleri aşarak yeniden bir tanımlamayı gerektiriyor.
Yine hakikati, mevcut kapitalist modernite çağında yaşayan toplum, yaşam ve insan somutunda aramak da bu karmaşada yönsüz kalmayı getirir. Bu nedenle önce yaşamın, insanın ve toplumun özüne inmek ve doğru yönü belirlemek gereklidir. Doğru yönü belirledikten sonra mevcut toplumda ve insanda somutlaşan hastalıklarla nasıl mücadele edeceğimizin yolunu belirleyebiliriz.
Bu yazıda öncelikli olarak insan hakikatini, yaşamla insan ilişkisini, toplumsallığın bundaki belirleyiciliğini anlamaya çalışacağız.
“Yaşamın anlamı nedir, neden varız, neden yaşıyoruz, hayatın amacı nedir, doğada ve evrende insan olarak yerimiz, rolümüz nedir?” soruları bir çocuktan en cahil bir insana, filozoflardan dini bütün inançlılara kadar hep sorulagelmiş sorulardır. Belki her biri başka bir yerden yaşama bakarak sormuş olsalar da bu sorular yaşamın başlangıcından beri insanlığın kafasını meşgul etmişlerdir. Hakikat arayışı temel bir insani özellik olarak karşımıza çıkıyor. Belki de insanı insan yapan, insanı diğer canlılardan ayıran yanı bu soruları sormaya başladığı andır. Tarihin başlangıcında insan ilk defa taş kullanmayı akıl ettiği an, aynı zamanda insanlığını da sorgulamaya başlamış olmalı. Bu süreçler insanın doğanın hakikatine paralel yaşayabildiği kültürleri geliştirdiği süreçlerdir.
Bu ilk aşamadan sonra insanlık geliştirdiği kültürel birikimler, uygarlık sistemleri, toplumsal aşamalar ile tarih çağlarını ördü, yaşadı ve bugüne kadar geldi. Düşünsel ve toplumsal devrimler yaptı. Doğayla barışık özgür yaratımlı neolitiği yaşadı. Doğaya ters çıkışlar ve sapmalar insanlık tarihine damgasını vurdu. Bu başta insanın kendisine, doğaya ve tüm canlılara büyük acılar yaşattı. İnsan, analitik zekâsındaki sapmayla, evrenin, doğanın ve kendisinin özüne ters çıkışlarla yaşamın başına bir bela haline geldi. Günümüze ulaştığımızda insan yaşamında, doğa kaynaklı özgürlük özü ile uygarlık çağları boyunca yaşanan sapmanın yarattığı çarpık yaşam hala iç içe yaşamakta ve bu iki zihniyet arasında mücadele sürmektedir. Bu kavgadan özgürlüğün başarılı çıkması için, insanın ve yaşamın özüne inerek gerçek anlamlarını sorgulama anındayız. Bu yönüyle hakikati aramaya insanlık tarihinin başlangıcından başlayabiliriz
İlk insanlar yaşamın sırrını kozmosta aramayı akıl etmişler. Yaşamın yön vericisinin yıldızlar olduğuna inanmışlar. Yıldızlara bakarak kişilikleri, karakterleri anlamaya, toplumun ve bireylerin geleceğini okumaya çalışmışlar. Toplumun öncü kişiliklerini yıldızlarla özdeşleştirip yıldız adlarıyla adlandırarak sembolleştirmişler. Yine doğanın canlılığına, doğadaki tüm varlıkların kendileri gibi hisseden, algılayan varlıklar olduğuna inanmışlar. Doğada kendilerini aramışlar. Doğaya bakarak kendi yaşamlarının anlamını bulmaya çalışmışlar. Bu nedenle de doğadan kopmadan doğayla bütünlüklü ve karşılıklı paylaşıma dayanan bir yaşam kurmuşlar.
İlk insanların yola çıktığı gibi kozmostan başlayacak olursak ilk karşımıza çıkan evren nedir? Ve bu evrende insanın anlamı nedir? Sorularına cevap bulmamız gerekmektedir. Evrenin özellikleri, akışı, oluşumu, barındırdıkları nelerdir? Bugün evrenin oluşumuna dair elde edilen veriler evreni anlamak için atom altı âlemi yani kuantumu bilmeyi gerektiriyor. Kozmos ve kuantum birbirinde yaşamaktadır ve birbirini oluşturmaktadır. Kısaca evrenin oluşumuna bulunan cevap şöyle; önce kozmos bir kuantum anına ve mekânına sıkıştı, sonra büyük patlamayla evren ışınım halindeki atom altı parçacıklarla kaplandı. Evrenin ilk varlık buluş anı bu oldu, en küçük zaman anında sonsuz bir enerji ışınımı olarak evren ve varlık oluştu. Evren ilk anında tamamen enerji idi. Daha sonra atom altı parçacıklar küçük yapı taşları gibi yan yana iç içe örülerek atomları, maddeyi giderek koca evreni oluşturdular. Galaksiler, yıldızlar, gezegenler, hâlâ akmakta olan enerji ışınımları, kara delikler başıboş göktaşları evrenin içeriğini oluşturdular. Milyarlarca galaksileri ve buna bağlı sayısız yıldızı içeren evren çok hassas bir dengeyle işlemektedir. Bunun temelinde atom altı ince işleyişin en dev ölçeği belirleme gücünü görmekteyiz. Makro ve mikro evren böyle bir iç içeliği yaşamaktadır.
Fakat sadece evrenin oluşumunu bilmek, içindeki varlıkları ya da işleyiş kurallarını bilmek biz insanları ikna etmeye yetmemektedir. Evrende varlığı görünce karşıtı olan yokluğu sorgularız. Evrende en geniş haliyle görülebilen enerji ve madde ikilemini, bunların birbirine dönüşüm ve etkileşimini merak ederiz. Evren neden gelişmekte, nasıl gelişmekte? Sorularıyla yaşamın geleceğini anlamaya çalışırız. Gelişme bir canlılık özelliğiyse, evren ile canlılığın ilişkisi kafamızı kurcalar. Ve ‘evrende bizden başka dünyalar ve canlılar var mı?’ sorusu merakımızı körükler. Bunları sorgularken kendimizden kopuk bir evren anlayışı değildir aradığımız cevap. Varlık-yokluk sorusuyla insanın yaşam ve ölüm çelişkisine cevap ararız aslında. Ya da madde-enerji derken insanda bunların nasıl somutlaştığıdır bize bu soruyu sorduran. İnsanda somutlaşan ruh-beden ilişkisinin evrensel ölçekten nasıl yansıdığıdır aradığımız cevap. Gelişen evreni anlamanın bir yönü de geleceği anlamak içindir. Evren bizi nereye götürüyor, yaşamın geleceği nasıl evirilecek, sonsuzluk var mıdır, sonsuzun da bir sınırı var mıdır derken, aslında, insan yaşamının bu sonsuzluktaki anlamını merak etmekteyizdir.
Peki, evren insanı neden var kıldı? Evreni anlamaya çalışırken evrene sorduğumuz, insanı anlamaya çalışırken kendimize sorduğumuz bir soru da budur. Evren dünyamızı nasıl seçti, bilinebilen gezegenler içinde neden yaşam bizim gezegenimize bahşedildi. Ki yaşamın tek bizim gezegenimizde olduğu da bizim mevcut bilme sınırlarımız içinde izafidir. Tüm canlılar içinde insanın farkı ne idi ki, düşünme, konuşma, toplumsallık, kültürler ve uygarlıklar inşa etme yeteneğini açığa çıkarabildi. Evrenin insanla anlamak istediği nedir? İnsan evrenin bir parçasıysa, canlılık, yaratıcılık, düşünme yeteneği, özgürlük ve aşk evrensel oluşumun insanda yoğunlaşan yanları değil midir? Evrenden yola çıkarak insan ve yaşam hakikatine dair aradığımız cevaplar soruları daha da çoğaltmaktadır.
İnsanlık tüm bu soruların izinde bugün kuantum fiziğine kadar doğayı izlemeyi başarmıştır. Kuantum dünyasındaki olaylar insanı şaşkına çevirmekte iken, evrene dair soruları da arttırmaktadır. Çünkü kuantum dünyası, evrenin genel işleyişi gibi mutlaklaştırılmaya uygun kurallarla işlememektedir. İnsanlık bin yılların alışkanlık yarattığı, mutlak kurallara dayalı bilgi anlayışını yıkan, esnek, çok seçenekli, belirsizliklerle dolu ve ikilemli kuantumik oluşuma inanmakta zorlandığı gibi, kuantum dünyasında sadece gördüğünü anlamaya çalışmakla yetinmek zorundadır. Kuantum dünyasında gözlemlenenler sadece o görüş anına has olduğu gibi, bir de parçacıkların o anın etkileşimlerine göre kendini ayarlayabilecek esneklikte olmaları mutlak kurallara bağlanma zemini vermemektedir. İnsan kuantum evreninde ne olayların nedenlerini anlayabilmekte ne müdahale edebilmekte nede alıştığı gibi olanı mutlak kurallara bağlayabilmektedir. Parçacıkların, doğanın büyük boyutunda görülmeyen kendine has dünyaları, insanlığın bin yıllardır oturmuş zihniyet kalıplarını yıkmaktadır. Diğer taraftan yaşama dair soruların gerçek cevabının sırrı da burada gizli olabilir.
Bugün kuantum yaşama ve insana dair kafaları bin yıllardır kurcalayıp duran sorulara cevap arıyor. Madde-enerji, canlı-cansız, varlık-yokluk, yaşam-ölüm gibi yaşamı oluşturan, yaşamda karşımıza çıkan ikilemler kuantumla açıklanabilir. Kuantum dünyasında yaşanan ikilemler, iç içelikler, belirsizlikler, sezgisellikler, esneklikler, farklılıklar, insanda bir türlü mutlak kurallara bağlanamayan, pozitif bilimlerle açıklanamayan yaşam özelliklerinin kaynağı gibi görünüyor.
Bugün kuantumun açığa çıkardığı madde tanımlamasıyla canlılık tanımlamamızı değiştirmek durumundayız. Öyle ki atom altı parçacıklar koşullara göre pozisyon belirleyecek bir esnekliğe sahipken, bunu canlılık temeli olarak görebiliriz. Her varlığın kendine göre bir örgüsü ve akışı var, bu da her birinin kendine göre bir evreni var, evren anlayışı vardır anlamına gelebilir. Görebildiğimizden başka evrenler var mıdır sorusu, yine kuantumun karşımıza getirdiği bir soru olmaktadır.
ABDULLAH ÖCALAN
SOSYAL BİLİMLER AKADEMİSİ
YORUM GÖNDER