FAŞİZME KARŞI TOPYEKUN DİRENİŞTE ŞEHİR SAVAŞLARI VE GÖREVLERİMİZ-7.BÖLÜM
3. Faşizmi Yıkma Stratejisi ve Şehir Savaşının Rolü
Temel görev olarak faşizmi yıkma hedefini değerlendirdik. 2018 yılına girerken genel durum değerlendirmesinden böyle bir sonuç çıktı. Önemli ve doğru tespitler olduğunu söyleyelim, fakat şöyle bir soru gündeme geliyor. O halde faşizmi yıkmanın stratejisi ne olacak? Değişik alanlardaki mücadelenin rolü nasıl olacak? Örneğin şehirlerdeki mücadelenin ya da “Şehir Savaşı” diye tanımlayabileceğimiz bir mücadelenin faşizmi yıkma stratejisi içerisindeki rolü nasıl şekillenecek? Bunun üzerinde durmamız gerekiyor. Bundan önceki bölümde ifade ettik, önce ne yapacağımızı belirlememiz gerekiyor. Onu belirledik. AKP-MHP faşist diktatörlüğü olarak netleşen faşizmi yıkmamız gerekiyor. Temel görev, birincil, öncelikli görev faşist diktatörlüğün yıkılmasıdır. Diğer bütün gelişmeleri sağlayabilmek bu görevin başarılmasına bağlıdır, yani faşist diktatörlüğün yıkılmasına bağlıdır. Faşist diktatörlük yıkılmadan hiçbir şey yapamayız. Demokratik Ulus İnşasını yapamayız, Demokratik Konfederalizmi örgütleyemeyiz, özgürlük sorunlarımızı çözemeyiz. Ne Kürt sorununu çözebiliriz ne kadın sorununu çözebiliriz ne de emekçilerin sorununu çözebiliriz. En azından çözümün önünü açabilmek için tüm sorunların üzerinde kurumlaşmış olan faşist diktatörlüğün yıkılması gerekiyor. Bu nedenle faşizmi yıkma temelinde anti-faşist mücadele birincil mücadele olarak öne çıkıyor.
‘Nasıl’ sorusu burada gündeme geliyor. Peki o zaman nasıl yıkacağız? Somut şartların somut tahlilini yaptık. Tarihsel olarak son yüzyılı, küresel kapitalist modernite sistemini, onunla ulus-devlet statükoculuğu arasındaki çatışmayı, Kürdistan’daki Özgürlük Mücadelesinin etkilerini değerlendirdik. Bütün bu süreçlerde halklar, ezilenlerin kurtuluşu, özgürlük ve demokrasi yararına çıkış yapabilmemiz için önümüze faşizmin yıkılması gerektiği görevini koyduk. Özellikle yüzyıllık faşist geleneğe, birikime sahip olan AKP-MHP faşist diktatörlüğünün yıkılması gerektiğini tespit ettik. Bunun doğru olduğuna inanıyoruz. Doğru bir görev tespitinde bulunduk diyoruz. Sadece yerine getirmemiz gereken görevi tespit etmek, hatta doğru bir biçimde tespit etmek yetmiyor. Elbette başlangıç açısından bu önemlidir. Çünkü görevi doğru tespit edemezsen, önünü bu temelde doğru aydınlatamazsan, başarılı devrimcilik yapamazsın. Görevi doğru tespit etmek, karar oluşturmak önünü görmek oluyor, ama aydınlanmış olan yolda nasıl yürüyeceksin? Dolayısıyla o görevi nasıl yerine getireceksin? İşte bu sorular gündeme geliyor. Bunu tartışmak, değerlendirmek, çözümleyebilmek gerekiyor.
Bu noktada şöyle bir tespit yapılabilir: Faşizm, topyekûn saldırı demektir. Yani topyekûn baskı, işkence, terör ve katliam demektir. Faşizm, sürekli saldırı demektir. Öyle bazı çevrelere saldırı, bazı alanlara saldırı, bazı zamanlarda saldırı değildir. O nedenle öncelikle faşizmi doğru tespit edebilmek gerekiyor. Bu konuda biraz devrimci bilinçte yalpalanma ve aşınmalar var. Uzun süredir faşizm, faşist diktatörlüğe karşı mücadele hep tartışılan, gündemde tutulan husulardan olduğu için, tanımlama yeterince olmayabiliyor. Faşizm kavramı, çok ucuz kullanılabiliyor. Tıpkı ‘terörist’ gibi önüne gelene ‘faşist’ diyebiliyor. Neredeyse herkes muhalifini faşistlikle damgalıyor. Halbuki öylesi doğru değildir. Kavram bu biçimde darlaştırılıp, yüzeyselleştirilince de faşizme karşı mücadelede darlıklar, yüzeysellikler, yalpalanmalar yaşanabiliyor. Ucuzca, önüne gelen her karşıta faşist denilince, faşizm kavramı muğlaklaşıyor, yüzeyselleşiyor ve anlam yitimine uğruyor. Faşizme karşı mücadelede de bundan dolayı muğlaklıklar oluşuyor. ‘Faşizm’ diyor, ama faşizmin gereğine göre mücadele etmiyor. Bu da anti-faşist mücadeleleri zayıflatıyor. Faşizme güç ve destek veriyor. Bunu böyle bilmemiz gerekiyor.
O halde kavramları doğru ve yerli yerinde kullanmalıyız. Öfkeyle tepkiyle kavram kullanmak sonuç vermez. Anlamını vermek lazım. Bu anlamda faşizm doğru değerlendirilemedi. Aslında dünyada ‘Hitlercilik’ faşizm olarak görülmeye başlandı. Oysa Hitler, “Benim öğretmenim Mustafa Kemal’dir” dedi. Mustafa Kemal de İttihat-Terakki içinde yetişti. Dolayısıyla, 20. yüzyıl ortalarında sosyalistlerin, “tekelci sermeyenin kanlı diktatörlüğü” biçimindeki tanımlamaları gerçeği tam yansıtmadı. Almanya’daki faşizmi tanımlamaya götürdü. Örneğin, Türkiye’deki faşizmin doğru anlaşılması ve tanımlanmasını vermedi. Dikkat edilirse o düzeyde bir tekelci sermaye ile bağlantılandırmak ya da sadece bir ‘kanlı diktatörlük’ diyerek geçmek doğru değildir. Aslında biz faşizmi, kapitalizmin küresel hegemonik bir sistem haline geldiği mekanda, bir soykırım sistemi ve zihniyeti olarak ortaya çıkan bir diktatörlük olarak gördük ve yaşadık. Bu bakımdan, faşizmin sürekli ve topyekûn bir saldırı olma konumu var.
Faşizm, soykırımcılık demektir. Önder Apo savunmalarında buna, “Toplumkırım” dedi. Zihniyet kırımı temelinde oluşan bir toplumkırım, bir soykırımdır. İttihat ve Terakki faşizmi; Ermeni, Rum, Kürt, Asuri, Süryani soykırımı üzerinde şekillenmiştir. Sürekli bir dünya savaşını öngörmüştür. İttihat ve Terakki yöneticileri, Ortadoğu’da yenilince savaşmak için Orta Asya’ya gittiler. Orada savaşı dünyaya yaymaya çalıştılar. Günümüzde de bu zihniyet temelinde savaşı dünyaya yaymaya çalışıyorlar. Bu açıdan faşizmin doğru tanımlanmasına ihtiyaç var. Ucuz kullanmamak gerekiyor.
Doğru tanımlamak şunu getiriyor: Bir iktidara faşizm dedikten sonra, ant-faşist mücadelenin gereklerini de yerine getirmek durumundasın. Sadece tanımlayarak, söyleyerek ya da bir süre söyleyip unutmakla da olmaz. Faşizm varsa yıkılana kadar hükmünü icra eder. O zaman anti-faşist mücadele ile yıkılması gerekir. Faşizm, sadece söylenip geçilecek bir şey değildir. Faşizm, erkek egemen zihniyetin ve siyasetin, soykırımcı, toplumkırımcı, saldırgan, katliamcı hal almasıdır. Bu bakımdan faşizmin topyekûn olarak sürekli bir baskı, sömürü, katliam, terör, saldırı olduğunu bilmek gereklidir. O halde anti-faşist mücadelenin de sürekli ve topyekûn olması gerekiyor. Faşizm topyekûn sürekli bir saldırıysa, anti-faşist direniş de ona karşı topyekûn sürekli bir mücadele olmak durumundadır. Bir defa bunu tanımlamalıyız.
Demek ki, faşizme karşı mücadele stratejisinin birinci özelliği topyekûn ve sürekli olmasıdır. Öyle bir yerde olur, bir yerde olmaz; bir biçimde olur, bir biçimde olmaz; bir tarzı kullanır, bir tarzı kullanmaz; bir aracı kullanır, başka araçları kullanmaz biçiminde bir mücadele değildir. Her bakımdan anti-faşist stratejisinin de topyekûn olma ihtiyacı vardır. Bir; faşizmi topyekûn hedefler. İki; faşizmi geriletmeyi ve darbelemeyi değil, yıkmayı hedefler. Üç; faşizmden zarar gören herkes bu direnişe katılır. Dört; direniş her yerde olur. Beş; her türlü araç ve yöntem kullanılır. Kim ne yapabiliyorsa o temelde faşizme karşı direnir. Böyle bir bilinç ve ortam yaratmak gerekir ki, faşizmi yıkılabilsin. Yoksa öyle dar, sıradan mücadelelerle faşizm yıkılamaz. Faşizm karşısında yürütülecek mücadelede yol-yöntem tercihi yapılamaz. ‘Ben şunu uygulamak istiyorum, ama bunu uygulamak istemiyorum’ biçiminde faşizme karşı etkili mücadele yürütülemez. Hangi yol yöntemle direnebiliyorsan onu uygulamak zorundasın. Nerede mücadele edebiliyorsan orada mücadele yürütmek zorundasın. Herkesi katmak zorundasın ve faşizm tercih bırakmayan bir saldırı biçimidir. Ona karşı mücadelede tercih bırakmayan, ne yapabiliyorsan onu yapmayı, o temelde mücadele etmeyi gerekli ve zorunlu kılan bir saldırı biçimidir.
O halde topyekûn saldırı demek olan faşizme karşı direnişin de topyekûn olması gerektiği açıktır. Bir defa bunu böyle tanımlamalıyız. İkincisi, faşizme karşı mücadeleyi faşizmi tanımlama, geriletme, darbeleme biçiminde ele almamak lazım. Yıkma temelinde ele almak gereklidir. Faşizm, bir siyaset ve zihniyet tarzıdır. Savaşçı ve soykırımcıdır, temel karakterleri böyledir. Bu biçimde bir devlet ve iktidar biçimidir. Bir zihniyet ve siyasettir, ama kendisini kurumlaştırıyor. Bu da iktidar ve devlet olarak ortaya çıkıyor. Sadece propagandayla yetinilecek, teşhir edilerek, alt edilecek bir olgu değildir. Sadece geriletilerek kurtulunacak bir olgu da değildir. Siyasi gelişmelerin önünü açabilmek için faşizmi yıkmayı hedeflemek zorunludur. Faşizme karşı mücadele stratejisinin temel bir özelliğinin de faşizmi yıkmayı, onu tümden parçalayarak yok etmeyi hedeflenmelidir. Bu konuda hedef doğru belirlenmeli, amaç doğru ortaya konmalıdır. Yoksa faşizmi biraz darbeleme, geriletme ya da teşhir etme yeterli bir yaklaşım değildir, bu da başarıya götürmez.
Anti-faşist topyekûn mücadele stratejisinin önemli bir yanı olarak da alternatifini ortaya koymamız gerekiyor. Faşizme karşı mücadelede doğru amaç, doğru hedef onu yıkmaksa; o zaman onunla bağlantılı olarak diğer bir hedefin de onun alternatifinin yaratılması olduğudur. Sadece ‘faşizmi yıkalım’ demek hem toplumu, toplumları, insanları doğru ve yeterince bilinçlendirmez hem de faşizmi yıkacak kadar etkili bir mücadeleye sevk etmez. Onun istediği cesareti, fedakarlığı ortaya çıkartmaz. Alternatifi nedir? Faşizmi yıkmayı hedefliyorsan ve anti-faşist direnişi, faşizmi yıkma hedefine bağlıyorsan, faşist iktidar ve devleti yıkacaksan, o zaman onun alternatifi demokrasi olacaktır. O halde sen demokratik olacaksın, demokrasi bloğu oluşturarak bir demokratik sistem olacaksın. Bir ayağın anti-faşist direniş, savaş, mücadele olacak; diğer ayağın demokrasiyi inşa etmek, demokratik toplumu örgütlemek, yıkılan faşizmin yerine alternatif yaşamı koymak olacaktır. Alternatif yaşam demokrasidir, demokratik toplum yaşamıdır. Dolayısıyla anti-faşist mücadele stratejisinin önemli bir boyutunun da böylesi bir mücadeleyi en geniş demokrasi bloğu ya da cephesi temelinde yürütmek olduğu açığa çıkıyor.
DURAN KALKAN ( HEVAL ABBAS )
YORUM GÖNDER