DEMOKRATİK UYGARLIK ARAYIŞLARI; PEYGAMBERLİK GELENEĞİ (2.BÖLÜM)
Tufan hikayesi, son buzul döneminin etkisinde olan bir hikâyedir, iktidarın beğenmediklerinin...
Hz. Adem’in ilk peygamber olduğu söylenir. Cennetten kovulma gerekçesi de Havva olarak ifade edilir. Sistemden kovuluyor; o halde büyük ihtimalle üst yapıyla ilişkileri olan bir orta sınıftır. Sistemden kovulmasına gerekçe olan meyveyi yemesini sağlayan kadındır. Demek ki hala örgütlenme ve bilgisini kadından alıyor. İktidar ise bu durumu beğenmiyor, onun için cezalandırıyor. Kadın bilgisi ve örgütlenmesiyle bir direniş ve bilgi geliştiriyor ve sistemden kovuluyor. Birinci özelliği, orta sınıf yapılanması olmasıdır. Hala anacıl toplumu izliyor oluşu çok ön plana çıkarılır. Belki de bizzat anacıl toplum gruplarıyla ilişkiye ittifaka girmesi ya da araması düşünülebilir. Onun bilgisiyle, örgütlenme yapısıyla donanmış olması üst sınıflar tarafından çok sert karşılanıyor ve sistemden kovulma gerekçesi oluyor.
Diğer temel bir karakter ise Nuh peygamberdir. Nuh peygambere, Babilliler ‘Utnapiştim’, Sümerliler ise ‘Ziusudra’ adını veriyorlar. Enki mitolojide onu izah ederken “Şuruppak’ın Kralı” olduğunu söylüyor. İlişki Enki iledir. Enki ise büyük ihtimalle Akad döneminin politik iktidar temsilidir. Sümerler dönemi önemli oranda Enlil’e, yani rahip devlet dönemine denk gelir. Bu değişim, Enlil’le Enki arasındaki kavgayla ifade edilir. “Gök tanrısı En, yer tanrıçası Ki vardı. Enlil başta gök ve yerle ilişkiliydi”. Zaten hava tanrısı olarak gökle de ifadelendirilir ve yakın ilişki halindedir. “Enki, Enlil’i dıştalayacak kadar annesiyle ilişkiye geçti. Yani Ki ile birleşti. O nedenle yeni yaratım oradan geldi. Enlil kaçıp gökyüzüne sığındı”. Bu mitolojik anlatımdan da anlaşılacağı gibi iktidar el değiştiriyor. Enki başa geliyor.
Enlil “beni dinlemeyen insanların başına bir felaket getireyim” diyor. Hassas bir mitolojik anlatımdır. Buradan Enki’yi dinlemeyen halk kesimlerinin olduğunu, isyanların olduğunu anlıyoruz. Enki tanrılar panteonunda olduğu için bunu biliyor. Ama o dönem hiç kimse Enlil’e açıktan laf söyleyecek durumda değildir. Bir tek Enki kurnazca yeni planlar yapar. Arayışlardadır, ama Enlil çok güçlü olduğu için hiçbir şey söylemez. Çözüm ve ittifaklar arar. Gidip marangoz kral Utnapiştim’e Enlil’in insanları cezalandıracağını, tedbirlerini almalarını söylüyor. Enki ona akıl veriyor. “Senin uzmanlığın, hünerin marangozluktur. Bir gemi yap, yedi katlı olsun. Çevreni aileni, temel bitkileri, temel hayvanları al ve koru” diyor. Kral Utnapiştim tufanın zamanını merak ediyor ve kendisine bildirilmesini istiyor. Enki ona “zamanını da ben bildireceğim, söylediğimde denize açılırsın” diyor ve anlaşıyorlar. Sonra Nisil dağında karaya çıktığı, yaşamın orada tekrar canlandığı söyleniyor. Nuh hikayesi biliniyor. Ama yorumlarsak Utnapiştim ile Enki’nin Enlil’e karşı ittifakı olduğu anlaşılır.
Tufan hikayesi, son buzul döneminin etkisinde olan bir hikâyedir, iktidarın beğenmediklerinin üstüne tufan gibi gitme bilinci var ve öyleyse isyanlar da var. Hem de bir tufanı gerektirecek, yani bir toplumu tümüyle ortadan kaldırtacak denli tepkiler söz konusudur. Enlil için kendi toplumuna kızdığı zaman yukarı dağ aşiretlerini(Hurriler kastediliyor) toplayıp getirdiği, bütün toplumunu kırdırttığı söyleniyor. Demek ki çok ciddi aşiret saldırıları var. İşte bu sefer kendi toplumu içinde ciddi isyanlar, tepkiler var. O tepkiyi Nuh tufanıyla karşılayacak kadar bir bastırma isteği var. Bu bastırma isteğinde iktidarın el değiştirmesi için uygun bir zemin var. Bu, Enki’nin aradığı bir dönemdir. Mitolojide geçen Şuruppak kralı Utnapiştim ile ittifak kurmasının sebebi de Enlil’e karşı hamle yapmak istemesidir.
Nuh peygamber marangozdur. Orta sınıf gözüküyor. Belirtildiği gibi insanlığı kurtarmak için de harekete geçmemiş. Bu tufandan da net anlaşılıyor. Aile ve yakın çevresini almış. Zaten mantık da herhalde herkesi alacak bir geminin yapılamayacağıydı. Kısacası sınıfsal bir tutumdur. Dar bir kesim alınmıştır. Yine bitki ve hayvanların da her çeşidi alınmamıştır ki alınamaz da. Sonuç olarak iktidarın el değiştirmesinde Nuh’un Enki’yle ittifakının çok ciddi bir rolü var. Enlil gibi bir rahip hanedanın devleti el değiştirmiştir. Önderliğin “yumuşama” dediği dönem buna denk geliyor.
İbrahim peygamberin hikâyesi biliniyor. Hz. İbrahim tüccar bir aile babası, yaygın hayvan ticareti yapılan bir aşiretin reisidir. Klan-kabile özellikleri çok hâkim. Aşiret çok ağır olmasa da belli oranda sınıflaşmaya uğramış. Hz. İbrahim’in ailesi tüccar olmasına rağmen o dönemin bütün köleci iktidar yapılarının ideolojik ve pratik reddi söz konusudur. Gerçek bir devrimci peygamberdir. Hareket ettiği sınıf hala ticaret sınıfı olmasına, kısmen aşiret reisliği ve orta sınıflık konumunda olmasına rağmen, devrimi radikaldir. Bu anlamda bütün köleci imparatorlukların reddi temelinde bir dönemi kapatacak kapasitede bir isyan başlatır. İdeolojik-pratik örgüsü köklü bir devrimi amaçlar. İnsandan tanrı olunamayacağını söyler. Hiçbir devletin bu kadar sert olamayacağını, olursa reddedileceğini ortaya koyar. O anlamda ideolojik örgüsü çok başarılı olmuştur, ama pratik olarak ne uygarlığı ele geçirmiş, ne de kendisi yeni bir uygarlık kurmuştur. Hicret etmiş, kendi toplumsallığıyla da uzun süre uygarlığa girmeden yaşamıştır. Hz. İbrahim’in yorumu biliniyor. Biz kısmen sosyolojik, kısmen mitolojik olarak dile getiriyoruz.
Hz. Musa’da belirgin temel özellik, etnik yapıyla dini yapıyı birleştirmesidir. İbranileri aşiret yapısının üstüne ilk defa çıkarmak suretiyle kavim yaratıyor. Bunu dinle yapıyor. Prens olduğu kesindir. Önderlik bir emirlik arayışı olduğundan söz ediyor. Emirlik olursa bile, bunun cumhuriyete yakın bir sistem olmasını öngörüyor. Kendince demokratik, ya da ahlaklı bir devlet arayışı var. O nedenle ‘on emir’ temel toplumsal program olarak ortaya konuyor. Dar ve olumsuz olan yanı, ezilen etnisiteye İbrahim kadar bile yakın olmayışıdır. Hatta alternatif bir emirlik kuracak düzeyde devlet yapılanmasına özentilidir.
Hz. Musa’nın belirlediği on emir şöyledir; “Ben seni kölelikten kurtaran Yahova’yım. Benden başka tanrıya tapmayacaksın. Put yapmayacaksın. Kendini büyükseyip Yahova adını almayacaksın. Altı gün çalışıp, cumartesi günü dinleneceksin, ananı-babanı sayacaksın, öldürmeyeceksin, çalmayacaksın, yalan söylemeyeceksin, zina etmeyeceksin, komşunun varlığına göz dikmeyeceksin.”
Bu ahlaki yanı ağır basan bir toplumsallık programıdır. Demek ki etnik yapı çok bozulmuş ki sert kurallar getirilmiş. Zina etmeyeceksin; yani aile yapısını sağlıklı kur! Komşuna dikkat edeceksin; yani saygı-sevgi olacak! Anne babayı sayacaksın; yani geleneği ciddiye al! Bu kurallar yorumlanabilir. Genelde ahlaki öğütler içerir.
Hz. İsa için, en temiz insana benzediği söylenebilir. İsa’yı İsa yapan, onun tüm ezilenlerin peygamberi olmasıdır. Onda kendi içinden çıktığı etnisite yapısı ve hatta bir süre sonra dar inanç yapısı kalmıyor. O nedenle ‘ilk evrensel peygamber’ olarak yorumlanmak istenir. Aslında bu geneli için geçerlidir. Demek ki bazı peygamberlerdeki orta sınıf karakteri, bazılarındaki cinsiyetçilik, bazılarındaki merkezi inanış özellikleri bunu sınırlıyor. Bu tarz peygamberler birinci ve ikinci olmak üzere dönemlere ayrılarak inceleniyor. Ancak Hz. İsa bunu aşan bir figürdür. Yine Hz. İsa’nın içinden geldiği ‘Esseniler’, uygarlığın denetimine girmek istemeyen, bunun için şehre taşınmayan, ortak bulup, ortak üretip, ortak tüketen bir tarikattır. Israrla Roma alanlarından kaçıp kırsalda konumlanırlar. Uygarlığın ne olduğunu öğrenmiş ona karşı yaşam ilkeleri belirlemişlerdir: Ortak üretecek, ortak yiyecek, ortak bölüşeceksin! Kadına saygılı olacaksın! Köle bilincini reddedeceksin!
Hz. İsa öldürüldüğünde henüz 31 yaşındaydı. 12 kişilik bir havari grubu vardı. Programları yeni netleşmiş, henüz yayılma aşamasında bile değildir, ama muazzam etki yaratır. Hz. İsa, komünal bir topluluğun tüm ezilenler adına hareket etmesi halinde, iki bin yıl boyunca anılacağının ispatıdır. Azımsanmayacak bir deneyimdir. Bugünkü üslupla ciddi bir sosyalist gelenek olduğunu bile söyleyebiliriz. Eleştiri payları ve bazı diğer hususlar içine katılabilir. Önemli olan, demokratik uygarlıkta tüm ezilenler adına ilk defa ciddi bir deneyim olarak hareket edilmesidir.
Zerdüştlük için Aryenik olduğu, çok ciddi bir ahlak örgüsüne sahip bulunduğu, muazzam bir metafizik barındırdığı, yine metafizikten hiç dıştalanmamış bir diyalektik bilinç, kadın eşitliği ve aile arayışları ve filozofik bir program özelliği içerdiği söylenir. Hiç soyut değildir. Tanrılarla bile uğraşmamıştır. Birçok boyutuyla doğrudan bir toplumsal programdır. Hatta eğer gerekirse tanrıya bile “sen kimsin?” diye sormuştur. Hz. İbrahim’den sonra tanrıyı sorgulayacak, bütün topluma yeni inanışlar önerecek kadar sert ve radikal bir programdır. İnsan iradesini dıştalamadığı sürece bir tanrı ve bir inanışa “var” diyecek kadar da demokratik bir program, pratik ve inanış geleneğidir. Ancak daha sonra Zerdüştlük de bozularak merkezi bir devlet dini haline getirilir.
Hz. Mani için de Zerdüşt’le aynı şeyler söylenilebilir. Önderlik M.S. 3. yüzyılda yaşanan Mani dini için Hristiyanlığın, Zerdüştlüğün ve Helenizmin bir sentezi olduğunu söylüyor. Ezilmeseydi, ‘erken İslamiyet’ olabileceğini belirtiyor. Ama büyük ihtimalle İslamiyet’e benzemezdi. Mani’nin programı çok farklıdır. Erken öldürülmesi ve topluluğunun dağıtılması söz konusudur. Düşünceleri yayılma aşamasındayken cezalandırma gelişiyor. Bir kısım devlet-uygarlık yapılanmasının onu merkezi din haline getirirken özünü boşaltarak onu reddetmesi ve yayılmaması için büyük bir çabayı göstermesi gerçeği de vardır.
Sonuç olarak, yukarıda da ifade edildiği üzere peygamberler arasında demokratik öz taşıyanı, uygarlık yapılanması içerenlerin yanı sıra yanlış din özelliklerine sahip olanları da vardır. Bunları demokratik modernite bakış açısıyla genel hatlarıyla özetlemeye çalıştık.
ATAKAN MAHİR
YORUM GÖNDER