DEMOKRATİK UYGARLIK ARAYIŞLARI; PEYGAMBERLİK GELENEĞİ (1.BÖLÜM)
Hemen hepsi pratiğe de dökülmüş ideolojik arayışlardır. Bu anlamda demokratik t...
Peygamberlik geleneğinin başlangıcı, M.Ö 2000’lere kadar götürülebilir. M.Ö 1700’lerde İbrahim’le başlayan gelenekle daha canlı gözüküyor. Ama Sümer tarihine kadar da götürülebilir. Uygarlığın başladığı döneme denk gelen peygamberlik geleneği, uygarlığın ağırlaştığı, Akadlı Sargon’la gelişen dönemde de hız kazanıyor. Peygamberler çoğalıyorlar. Ta ki M.S 571’e, Hz. Muhammed’e kadar.
Bu gelenek Adem, Nuh, Utnapiştim(Sümerce Ziusudra) dönemlerine kadar gidiyor. Ama özellikle M.Ö 2000’lerde, yani Akad hanedanlığıyla birlikte çok yoğun bir gelenek haline geliyor. M.S. yerini bilime, ya da farklı direnişlere bırakana dek sürüyor. Köleci uygarlıkların ya da imparatorlukların, yani uygarlığın köleci aşamasının en ağır yaşandığı döneme demokratik uygarlık, peygamberlik geleneği ile cevap veriyor. Bu nedenle peygamberliksel çıkışlar birer direniş geleneğidirler. Önderlik bunu, sistemin içinde rahatsız olan geniş kesimlerin ideolojik ve pratik duruşu olarak tanımlıyor. Her peygamberde dile gelen ve konuşan, kendini ahlak ve politika ekseninde yapılandıran halk kesimleri olmaktadır. Hatta direnişe geçmiş bir peygamberlik geleneğinden bahsediliyorsa, bu zaten direkt demokratik özlü bir direniştir.
Hemen hepsi pratiğe de dökülmüş ideolojik arayışlardır. Bu anlamda demokratik toplumun yaşama çabalarıdır. Onların yaşanmaz kılınışına sebep olan devletçi sistemlere karşı direniş mücadeleleridir. Ama her ne kadar direniş olarak tanımlasak da uygarlığı aşamamış, yumuşatmışlardır. Yumuşatmanın ideolojik anlamı “devletler, iktidarlar, bu kadar sert olamaz. Toplumla bir olamaz” demektir. Aslında iktidar yapısını parçalıyor, “tanrı-kral olamaz” diyorlar. Bu anlamda insanın tanrı olamayacağı mesajını içerirler. Kısacası, peygamberlik geleneklerinin sosyolojik yorumu, onların iktidar eleştirisi olarak ortaya çıktıklarına işaret eder.
Peygamberlik gelenekleriyle iktidarın sertleşmesine tepki gösterilir. Parçalara ayrılmak istenir, tavır gösterilir. İdeolojik örgüsüne saldırı yapılır. Bunlar yapılırken, yumuşamış bir toplum arayışı da ortaya konur. Devlet altında yaşayamayan toplulukların farklı yaşam arayışları, ideolojik olarak yeni bir tanrı arayışı olarak geliştirilir. Tabii bu da çatışma demektir. Hemen her peygamber, doğal olarak onun toplumsallaşması çatışmaya girmiştir. Ya yenmiş, ya yenilmiş, ya benzeşmiş, ya önemli oranda bir dönem mücadelesini başarıyla götürerek yaşamıştır. Daha değişik bir formla yaşamaya devam edene kadar var olanı da kabul etmemiş, zaman zaman hicret etmiştir.
Urfa, Harran, Kudüs, Mekke, gibi yerler peygamberlik merkezleri olarak bilinir. Buralar farklı arayışların, yani etnisitenin ölmediği yerlerdir. Uygarlık merkezlerinin tam hâkim olamadığı, hâkim olmak istediğinde de karşıt çıkışların yapıldığı yerlerdir. O nedenle peygamberlik geleneği hemen hemen özellikle orta Mezopotamya’da yoğunlaşmıştır. Önderlik bu geleneğe çok önem veriyor, bazı belgeler çıkınca daha rahat yorumlayacağımızı belirtiyor. Bu coğrafya neolitik toplumda çok canlı bir yaşama tanıklık ediyor. Uygarlığa da maruz kalmasına rağmen, sürekli uygarlığın tacizi altında bulunsa da tam olarak işgal edilememe gibi bir konumu yaşıyor. Eğer yaşanmışsa bile orada bazı şehirleşmeler, büyük ihtimalle tapınak kültürünün etrafında çok farklı şehir arayışları olabileceğini söylüyoruz. Bunun için bazı verilerin daha da gelişmesini bekliyoruz.
Uygarlık denetimine tam girmemiş bazı alanlarda, eski anacıl toplumun inanışları, toplumsal yaşayışları, aşiret-kabile yaşayışları çok canlı devam etmek istiyor. O nedenle kendilerini yeni tanrı ifadesiyle isimlendiriyorlar. Tabii bu ifadelerin bir kısmı anacıl toplumdaki kadar demokratik öz taşımayabilir. Acaba gerçekten tam bizim şu anda düşündüğümüz gibi demokratik-eşitlikçi özün daha fazla olması anlamında bir tanrı tanımı yapılıyor muydu? “Tanrı ayrı insan ayrı, insan sadece tanrının sözcüsü olur” demek bir ölçüde iktidarı kabul etmek, yumuşatmaktır. Bunun yerine tanrıyı direkt reddetmelerinin, tanrıları eskisi gibi direkt toplumun içine indirmelerinin daha iyi olabileceği söylenebilir. Ama o dönem için bu temelde değil, daha çok yumuşak bir alternatif oluşturmaya çalışmak üzerinden direniş gösterilmiştir.
Sonuç olarak tanrı kavramıyla yeni bir toplumsallık tanımlanıyor. Genel merkez Urfa, Harran, Kudüs, Mekke bölgeleridir. Önderlik “din ilkel toplumun teorisiyken, ahlak pratiği oluyor, peygamber de en büyük teorisyen ve pratikçi oluyor” der. Bu alternatif peygamberlik altında, uygarlığa karşı çıkan demokratik uygarlık arayışlarının büyük bir kısmında din sert bile gözükse(çoğunda sonradan büyük sertleşmeler yaşanıyor), önemli oranda bir teorik çerçeve ve yeni bir toplumsallaşma programıdır. Hatta İslamiyet’te ahlak örgüsü o kadar çok belirtilmiş ki kurallar, hangi ayakla eve girileceği, abdestin hangi elle alınacağı, yemeğe nasıl başlanacağı konularına kadar uzamıştır. Ahlak örgüsü neredeyse günümüz devletlerindeki hukuk kadar ayrıntılı bir hal almış. Tabii bu onun devletli yanlarını da gösterir. Ama sonuçta bir toplumsal programdır.
Aryen topluluklarda etnisite direnişi öndeyken, Semitik topluluklarda peygamberlik geleneği daha fazladır. Birinde diğeri hiç olmamış anlamında söylemiyoruz. Ama peygamberlik geleneği denilince akla Semitiklik gelir. Aryenlerde de peygamber geleneği vardır; Zerdüşt, Mani vb. bu geleneğe örnek olarak gösterilebilir. Ama Semitikler peygamber geleneği direnişiyle ön plana çıkarken, Aryen geleneği bunu etnisite direnişiyle yapıyor.
Hz. Adem’le başlayıp, Hz. Muhammed’le bitirilen bir gelenekten bahsediyoruz. Tevrat’a göre 124.000 peygamber gelmiştir. Sayının bu kadar fazla olması, peygamberlik geleneğinin bir özelliğinin de sadece peygamberleri değil, toplum adına iyi iş yapmış, öncü olmuş birçok kadın ve erkeği de içerdiği anlamına gelir. Bildiğimiz anlamda dini öncülük dışında filozof, düşünür, iyi ahlaki açı, hepsi peygamberlik geleneğinin içinde görülmelidir. Dikkat edilirse, Araplar bazı Yunan filozoflarını peygamber gibi adlandırıyorlar. Bazı Mısırlı düşünürler başka kitaplarda peygamber diye geçiyor. Mesela Terzi Hermes, İdris Peygamber olarak bilinir. Zerdüşt’ün yaşadığı dönemde bir peygamberlik iddiası yoktur. Ama peygamber olarak tanımlanıyor. Konfüçyüs için kim peygamber olmadığını söyleyebilir? Günümüze doğru yine arada bir sürü direnişler, kişilikler, yazarlar, öncüler, kadınlar, aşiret liderleri vardır. Şu an pek çoğunun ismi bilinmiyor. Önderlik halen bu tarih için bir taslak olduğunu, henüz yazılamadığını dile getiriyor.
Kapitalist döneme geldiğimizde artık ‘peygamberlik geleneği’ demiyoruz. Şu yazar, bu aydın, o kişi vb. şeklinde belirtiyoruz. Bu gelenekte, 3600 yıllık o uzun dönemde ezilenler adına teori üretilmiş, pratik geliştirilip eyleme geçilmiştir. Peşlerine bazen etnik gruplar, bazen mezhepler takılmış ve direnmişlerdir. Yenileni, benzeşeni, sürgün olanı olmuş. Zaten peygamberlerin büyük bir kısmı başlangıçta kendi toplumları dâhil herkes tarafından dıştalanmışlar. Öylesine güçlü bir toplumsallıktan bahsediyoruz. Ayrıca hiçbir peygamberin, salt bir kişi olarak ele alınmaması gerekir. Her birinin arkasında kesinlikle bir toplumsallık vardır.
ATAKAN MAHİR
YORUM GÖNDER