“DEVLETİ AMAÇLAMAK KÖLELİĞİ AMAÇLAMAKTIR”
YURTTAŞLIK:
Tarihsel gelişme içinde baktığımızda, ilk kabile üyeliğinden tutalım ilk kent devlet üyesi olmaya, oradan imparatorluk vatandaşlığına ve aynı din ve tarikat üyeliğine kadar farklı üyelik konumlarını yaşayan birey, ancak burjuva devlet düzeninde en kapsamlı uygulamaya tabi tutulmuştur. Cumhuriyet yurttaşlığı olarak yaygın bir biçimde kullanılmaya başlayan bu kavram, özünde bir devlet üyeliği anlamına gelmektedir. Doğrusu da budur. Yoksa aşiret üyesi olma, bir din ümmetinden sayılma, bir imparatorluk kulu olma yurttaşlıkla bağdaşmaz. Yurttaşlığın asgari bir gereği, en azından hukuki eşitliği varsayar. Diğer tüm toplulukların üyeliklerinde bu eşitlik kolay kolay tanınmamaktadır. İçeriği özgürlük doğrultusunda fazla gelişme göstermemiş de olsa, yurttaş olmak son derece ileri ve olumlu bir adımdır. Sorun, bunun içeriğini cumhuriyet değerleriyle doldurmaktır. Bunlar bireysel özgürlük, aydınlanma, siyasal katılım gibi temel konularda kendini yetiştirmeyle sağlanır. Halk için demokrasi, birey için özgür yurttaşlık en temel kavram olarak güncel siyasi önemi artan kurumların başında gelmektedir.
Tarih boyunca tüm toplumsal otoriteler birey üzerinde kendi çıkarlarına göre bir eritme politikası uygulamışlardır. Amaç, bireyi kendi toplumlarının töre ve yasalarına uyarlamaktır. Mitolojilerden tutalım zindanlara kadar tüm inanç boyutlu alanlarından maddi ceza çektiren kurumlarına kadar bireyin arzulanan konuma getirilmesi ve yönetilmesi esastır. Kapitalist toplum koşullarında birey üzerinde devlet eliyle yürütülen politika daha da karmaşıklaşmıştır. Sadece önüne konulan askerlik ve vergi gibi yükümlülüklerle yetinilmiyor; din dogmalarından aşağı kalmayan bir resmi ideoloji yükleniliyor. Tekniğin olanaklarıyla zihni ve ruhsal şekillenmesi önceden planlanıp yapay bir vatandaş yaratılmak isteniyor. Çağdaş kölelik denilen kurumlaşma böyle geliştiriliyor. Aslında kapitalizmin doğuşunda esas alınan dogmalarla güdümlenmemiş bireysel çıkış, daha sinsi ve ince tarzda tersine çevriliyor. Özellikle dev iletişim tekniği sayesinde, tarihin hiçbir döneminde görülmeyen bir güdümlenmiş toplum ve birey yaratılıyor. En büyük tehlike buradan kaynaklanıyor. Çılgın bireycilik, çılgın bir toplumsal güdümlenmeyle dengelenmek isteniyor.
Kapitalist uygarlık sisteminin yaşadığı en büyük sorun ve tartışmalar bu denge sürecinde yaşanmaktadır. Yurttaş, kendi doğallığı içinde diliyle, kültürüyle, inanç ve tarih bilinciyle, özgür gelecek umutlarıyla kendi kaderini ne kadar çözebilecektir? Resmi toplum ne kadar kendi kalıplarıyla egemenlik kuracaktır? Sivil toplum, insan hakları, çevre kuruluşları, bu dönemin öne çıkan devlet dışı kuruluşları olarak yeni yurttaşlık tanımını yapmaya çalışıyorlar. Tarihte bu tip dönemlerde yaygın olan gnostik, mistik tarikat yaklaşımları da düzene tepkiyi ifade edip, bireye biraz daha nefes aldıran bir statü arayışları olarak değerlendirilebilir. Üstten en gelişmiş ve planlanmış otoritenin dayattığı vatandaş kimliğiyle, sivil toplumun tanımlamaya çalıştığı özgür yurttaşlık kimliği ciddi bir çatışma ve tartışma içinde olup, yeni uygarlıksal gelişmenin yönünü belirleyecek ideolojik kimliğin doğuşuna katkıda bulunmaları beklenebilir. Özellikle Marksizm’in dar ve daha çok ekonomik boyutlu tartışma ve kimlik arayışının başarısızlığa uğraması, yeni dönem tartışmasını toplumun tüm boyutlarıyla ve gelişmiş bilgi ve iletişim araçlarıyla çözümlemesine dayandığından daha başarılı kılabilir. Cumhuriyet de seçime dayalı yönetim organlarına sahip olmakla birlikte, tüm yurttaşların katıldığı seçimler olmaması ve önceden belirlenmiş güç sahiplerinin tasdik edilmesine daha açık olması, demokratik karakterini sınırlamaktadır. Her cumhuriyet demokratik olmadığı gibi, her demokrasi de cumhuriyet olmak zorunda değildir. Demokratik krallıklar bile olabilmektedir. Burada demokrasi için daha çok belirleyici olan, yurttaşların tümünün çıkarlarını gözeten, siyaseti belirlemeye olanak veren, yürütmeye seçtiklerini denetleyen ve düzenli aralıklarla sistemi seçimle test eden karakteri, dinamik bir siyaset tarzıdır. Bu yönüyle şimdiye kadar bilinen en iyi yönetim tarzı olarak değerlendirilmekte; daha iyisi ortaya çıkarılana kadar bu sıfatı taşıyacağa benzemektedir. Tanımı böyle olmakla birlikte, sorunları daha çok uygulamadan kaynaklanmaktadır.
Burjuva sınıfı cumhuriyeti göze almasına rağmen, aynı hızla demokrasiyi geliştirmeye özen göstermemiştir. Çünkü demokrasinin sınıf iktidarını ileri düzeyde daraltacağını bilmektedir. Aşırı kâr söz konusu olduğunda, demokratik kurumlar tümüyle susturulmaktadır. Ağır bunalım ve çöküşler söz konusu olduğunda ise, tümüyle yıkılmamak için demokratik çözümlere daha çok yaklaşmaktadır. Demokrasisini en çok geliştiren sınıf kendine güveni olan, bir deneyim ve siyasi ufuk sahibi olmayı bilen özelliklere sahiptir. Avrupa burjuva sınıfı bu yeteneği göstermekle tarihte en kapsamlı demokrasi proje ve kurumlarına güç verebilmiştir. Daha eski toplumsal kalıntılar karşısında olduğu kadar, yeniyi temsil iddiasında olan çeşitli sosyal kesimler karşısında da uzun süren temsil deneyimiyle, siyaset-güç ilişkisini doğru çözümlemesiyle, çok zengin devrim tecrübeleriyle üstünlüğünü kanıtlamış bulunmaktadır. Demokrasinin en çok geliştiren özellikte bir rejim olduğu Avrupa uygulamalarıyla açığa çıkarken, gittikçe amaç edinilen en çağdaş bir uygarlık kurumu haline gelmektedir. Bu anlamda çağımıza Demokratik Uygarlık Çağı denmesi bir hakikati ifade etmektedir.
Demokrasinin esas önemli yanı, yönetim yapısından çok, toplumsal sorunları çözüm tarzındanileri gelmektedir. Şimdiye kadar tüm yöneten rejimler, karşı bir güçle dengeleninceye kadar sorunları ya zorla tasfiye etmeyi, ya da boyun eğmeyle sonuçlandırmayı temel kural bellemişlerdir. Neredeyse tarihin klasik mantığı hep böyle olmuştur. Halbuki demokratik çözüm tarzı en zayıf olanın da hakkını, yaşam güvencesini, gelişme ve düşünme özgürlüğünü ve kültürel varlığını korumasını ve geliştirmesini mümkün kılan bir çerçevede yeni yaklaşımlar getirerek, birçok tartışmalı ve çatışmalı soruna cevap üretebilmiştir. Avrupa’nın üstünlüğü esas olarak bu çözüm tarzıyla yakından bağlantılıdır. Nereden bakılırsa bakılsın, daha insani, bilimsel ve tüm yurttaşların çıkarını gözeten bir model olduğu için, çözüm üreten en verimli sistem olduğu tartışmasızdır. İnsanlığın mevcut bilim seviyesi ve teknolojik gücü, kanlı devrimlere ihtiyaç duymadan, her soruna demokratik kriterlerle çözüm oluşturulabileceğini göstermektedir. Bir anlamda demokrasinin tam uygulanması için gerekli olan bilim ve teknolojinin gelişim seviyesi ilk defa istenen düzeyi yakalamıştır. Diğer bir deyişle, bilim ve teknolojik seviye doğru ve tam bir demokratik sistemle bütünleştirilirse, her soruna çözüm bulunabilecek maddi koşullar yakalanmıştır. Belki bir dönemler çok tartışılan sosyalist sistem için maddi koşullar şöyle veya böyle değerlendirilebilir. Ama çağdaş uygarlığın demokrasi için ideal koşulları hazırlamış olduğundan kuşku duyulamaz. Bu gerçeklik, uygarlık dönüşümleri de dahil, her tür değişim için tam uygulanabilir bir demokratik rejim ortamında mümkün olduğunu kanıtlamaktadır.
Demokrasiye ilişkin birçok tanımlama yapılabilir. Sınıf karakteri, uzlaşmacılığı, barışçılığı üzerinde uzun boylu durabilir. Teorik ve pratik gelişmesi derinliğine açımlanabilir. Kendi başına bir uygarlık sistemi olmadığı da belirtilebilir. Fakat ilk defa tüm halklar, kültürler, ideolojik, ekonomik ve politik tercihler adına en kapsamlı bir arada barış içinde gelişme ve yarışma olanağının çok yetersiz de olsa gerçekleştiğini söylemek mümkündür. 20. yüzyılın sonunda zaferi kesinleşen demokrasinin dar sınıf karakterini aştığını belirlemek büyük önem taşır. Bu döneme kadar uygulanan tüm demokrasiler dar bir sınıf damgasını taşırlar. Demokrasinin biçimde de olsa tüm resmi yurttaşları kapsamına almadığı, dar bir zengin yurttaş topluluğunun yönetim biçimi olmaktan öteye gitmediği söylenebilir. Bir nevi ilk Atina demokrasisi gibi sınıf gerçeklikleri esastır. Fakat 20. yüzyıl sonunda kesinleşen demokratik sistem bu darlıkları ileri düzeyde aşmış bulunuyor. Sadece sınıf kapsamını genişletmekle kalmıyor; en geniş düşünce, inanç, kültürel yaşam, ekonomik farklılıklar, siyasal partileşmeler gibi temel alanlarda özgür ifade ve örgütlenmeye olanak tanıyor. Bütün karşıtlar zora başvurmaksızın kendilerini değiştirme ve geliştirme şansına az veya çok sahipler. Burada sınıfsal ve ulusal, düşünsel ve inançsal, ekonomik ve kültürel, sosyal ve siyasal alanlarda karşıt mücadele ve dayanışma bitmiyor. İlişki ve çelişkiler dondurulmuyor. Sadece barışçıl biçimlerde ve geçerli yasalara bağlı olarak yürütülme dönemi doğuyor.
Felsefe sözlüğünden;
Yurttaşlık: 1- Hukuki olarak, belli bir yurtta doğup büyümüş olma; bir devletin vatandaşı olma. 2- Normatif ve ayırıcı bir biçimde demokratik bir ideal olarak, yönetilenlerin politik süreçlere tam ve eşit bir katılım içinde olmaları veya katılım hakkına sahip bulunmaları durumu. Buna göre, monarklar, hükümdarlar veya askeri diktatörler tarafından yönetilen insanların, yurttaşlardan ziyade, sultan ya da diktatörlerin tebaası oldukları yerde, insanın yalnızca hak ve ödevlerin doğru tanımlandığı gerçek bir demokratik düzende yurttaş olabileceğini unutmamak gerekir. Öte yandan, Aristoteles’te yurttaşlık özellikle ödevler açısından ele alınmışken, liberalizmin etkisi altına girmiş modern dünyada yurttaşlığa esas haklar açısından yaklaşılmıştır.
Önderlik Perspektifleri
ATAKAN MAHİR
YORUM GÖNDER