TOPLUM VE İKTİDAR -3-
|
Demokratik, Ekolojik, Cinsiyet Özgükçü Toplum
Yeni toplumun kuruluşunda, en çok tartışılan kavramların başında demokrasi gelmektedir. Kavram tarih boyunca tartışma konusu yapılmış farklı uygulama biçimleri denenmiştir. Gerek iktidar güçleri açısından, gerekse halklar açısından demokrasi kaostan çıkış için kilit bir kavram olarak anlamlandırılmaya çalışılmakta ve pratik uygulamasının nasıl olacağına ilişkin yoğun tartışmalara konu olmaktadır. Son iki yüzyıllık demokrasi tarihi anayasal cumhuriyet modeli içerisinde temsili demokrasinin farklı uygulamalarının tarihi olmaktadır. Anayasal cumhuriyet modeli egemenliğin halkta veya ulusta olduğu kabulüne dayanır. Fakat bu egemenlik genel oy ilkesiyle seçilen temsilciler tarafından belli süreler boyunca kullanılır. Yani burada egemenlik temsilcilere devredilir. Halkın doğrudan egemenliği söz konusu değildir. Temsil sisteminin farklı bir çok biçimi olsa da özünde temsil egemenliğin devri ilkesine dayanır. Bu nedenle temsil halkı hem iktidara bağlar hem de iktidardan ayırır. Kaldı ki temsilcilerin seçmenlerini temsil edip etmediğinin nasıl denetleneceği de hep muğlak kalan bir husustur. Kapitalizmin demokrasi anlayışı temsili sistemin sınırlarını hiçbir zaman aşmamıştır. Bu da özünde iktidarın halka dayandırılarak meşrulaştırılmasından başka bir şey değildir.Halkların demokratik seçeneğinin temsili sistemden öte doğrudan demokrasinin hayat bulacağı bir sisteme dayandığı tartışma götürmezdir.Halk derken alt toplumun hepsini kast ediyoruz.Yani devlet iktidarının dışında kalan bütün kesimleri kapsamaktadır.Bu bir özdeşleştirme olarak düşünülmemelidir. Halk içerisinde farklı toplumsal kesimler, sınıflar, etnik-dini-kültürel gruplar yer alırlar. Demokratik sistem içerisinde bu farklılıklar en geniş örgütlenme ve ifade hakkına sahiptirler. Bireysel ve grupsal katılımlar demokraside engellenmez. Toplumsal çeşitliliğin en geniş katılımı ve ifadesi toplumu dağıtmaz aksine güçlendirir. Toplumu zayıflatan, toplumsal güçlerin (tekil olarak bireyde buna dahildir) iktidar tarafından bastırılmaları ve dışlanmalarıdır.Toplumun oluşum tarzının demokratik-komünal temelde olduğunu yukarda belirtmiştik.Komünal özellikle demokratik özellik birbirini beslerler. Demokratik özelliğin yitirilmesinin komünal özelliği de zayıflattığı bizzat uygarlık tarihinin de ispatladığı bir gerçektir. Toplumsal kesimlerin ve bireyin özgür katılımı ortak paydanın üretilmesinin biricik yoludur. Kamusal yarar ilkesi ya da toplumun genel ortak çıkarı ancak böylesi demokratik katılımla, yine bizzat toplum tarafından üretilebilir. Yani demokratik süreç
komünaliteyi besler ve üretir. Komünal özellik toplumu güçlendirir ve zenginleştirir. Daha fazla demokrasi, daha fazla komünalite yani daha fazla toplum demektir; yine daha fazla toplum, daha az iktidar yani daha az devlet demektir. Birey, toplumsal kesimler, kamusal yarar arasında yaşanan sorunlar iktidarın çokluğundan ve demokrasinin azlığından kaynaklanır. Demokratik-komünal toplum, aynı zamanda eşit ve özgür toplumsal ilişkilerin geliştiği toplumdur. Yukarıda ki formülasyonumuzun eşitlik ve özgürlük doğuracağını ispatlamaya gerek bile yoktur. Demokrasi “herkesin herkesi yönetmesi” biçiminde de tanımlanabilinir. Buradaki demokrasi temsili sistemin sınırlarını aşar ve doğrudan katılımı esas alır. Doğrudan herkesin katılımı için tabanın örgütlü olması şarttır. Siyaseti tabanın kendisi yapar. Kararlar alttan üste doğru alınır. Güç üste doğru merkezileşmez tabana yayılır. İktidar gücün üste doğru merkezileşmesiyle oluşur. Radikal demokraside ise hiçbir iktidar odağı yaratılmadan güç tabana yayılır. Böylesi bir demokrasinin hayat bulması bu bilince ve sorumluluğa sahip bireylerin yetişmesiyle mümkündür. Doğrudan demokrasi ancak özgür yurttaşların varlığıyla hayat bulabilir. Gücünü toplumun komünal değerlerinden alan inisiyatifli ve yaratıcı bireyler olmadan demokratik kültürün toplumda yer bulması mümkün değildir. Halkın devlet olmayan demokrasisine ilişkin tanımlamamızı bir çok boyutta geliştirmek mümkün.
Demokrasi-devlet, demokrasi-meşru savunma, demokrasi-örgüt, demokrasi-eylem, demokrasi-barış vb. Fakat bütün bu konuların tartışmasına burada girmemiz mümkün değildir. Sonuç olarak 21. yüzyılın bir nevi demokratik mücadele yüzyılı olacağı söylenebilir. Hakim iktidar güçleri bunun çok iyi farkındadırlar ve hazırlıklarını buna göre yapmaktadırlar. Radikal halk güçleri ise toplumun öz demokratik sistemini nasıl oluşturabileceklerine dönük bir arayışın içerisindedir.Belki de 21. yüzyılın ve daha sonrasının nasıl olacağına dair en belirleyici tartışma ve mücadele sahası, uygarlık tarihinde ilk kez bu kapsamda gündeme gelen toplumsal cinsiyet ilişkilerinin dönüşümüdür. Sorun salt kadın sorunu olmaktan çıkarak, en temel toplumsal sorun haline gelmiştir.Bu sahadaki dönüşümler toplumsal dönüşümün kaderini de belirleyecektir. Modern paradigma sorunu genel insan hakları içerisinde bir kadın hakları meselesine indirgeyerek sorunun toplumsal yönünü görmemektedir. Yine salt eşitlikçi bir yaklaşım sorunun derinliğine inememektedir. Modern yaklaşım sorunu gündemleştirmesi bakımından olumlu bir rol oynasa da, ele alış tarzındaki yüzeysellik ve toplumsal özü görmezden gelmesi açısından yetersiz kalmaktadır. Modern çağdaki bütün sağ-sol ideolojiler bu yüzeyselliği taşırlar. Modern feminist hareket bu yüzeyselliğin aşılmasında ciddi bir adım olmuştur. Günümüzde özelde kadın gerçeğinin, genelde de cins ilişkilerinin toplumsallığın gelişiminde oynadığı belirleyici rol aydınlandıkça sorunun gerçek boyutları daha fazla anlaşılamaktadır. Kadınlığın tanımlanması bile en kapsamlı tartışma ve çatışmalara sahne olmaktadır. Kadının ne olduğu, toplumun oluşum tarzında kadınlığın oynadığı rol, beş altı bin yıllık erkek toplumunda kadın köleliğinin vardırıldığı düzey ve yeni toplumsal kuruluşta kadının rolü en temel tartışma konuları arasında yer almaktadır. Bu konuların kapsamlı tartışmasını burada yapmayacağız sadece temel bazı tanımlamalar yapmaya çalışacağız.
Toplumsal olgunun oluşum aşamasında kadın belirleyici konumdadır. Bir nevi toplumu örenkadın olmaktadır. Erkeğin rolü oldukça sınırlı ve fiziksel yaşamı sürdürmeye dönüktür.Ana-kadın etrafındaki kültürel oluşum toplumun kendisi olmaktadır. Toplum ve insan adına yaratılan bütün ilkler kadın etrafında şekillenmektedir. İlk düşünce, ilk duygulanım, ilk toplumsal ilişki formu, ilk üretim biçimi, ilk din, ilk düzen, ilk toplumsal kurum, ilk bilim, ilk felsefe vb. Bütün bu ilklerin hiyerarşiyi, tahakkümü, zoru, sömürüyü tanımayan eşitlikçi-özgürlükçü karakteri toplumun oluşum tarzına da damgasını vurmuştur. Toplumun demokratik-komünal oluşum tarzıyla kadının bu oluşumdaki başat rolü arasında doğrudan bir ilişki söz konusudur. Toplumun doğasının demokratik-komünal özellikte olduğunu söylüyorsak bunun kaynağını kadının doğasında ki demokratik-komünallikten aldığını iyi bilmemiz gerekir. Daha sonrasında gelişen hiyerarşik-devletçi toplum ilk iş olarak kadınıköleleştirmeye çalışmışsa, bunun nedeni kadının yukarıda bahsettiğimiz doğal komünal özellikleridir. Yeni gelişen erkek egemenlikli güç iyi bilmektedir ki, kadını teslim almadan toplumu teslim alamayacaktır.Zaten kadının düşürülmesi demek, toplumun düşürülmesi demektir. Erkek egemenlikli iktidar güçleri kadının toplumsal gücünü tersinden toplumu düşürmek için de kullanmışlardır. Kadının köleleştirilmesi toplumun bir bütün olarak köleleştirilmesinin bir önkoşulu olduğu kadar köleleştirilmiş kadında toplumun köleleştirilmesinde en başta kullanılan bir araç konumundadır.
Önderlik ‘Kadın köleliğinin tarihi daha yazılmamıştır. Özgürlük tarihi ise yazılmayı bekliyor.’demektedir.Kadın adeta tarihten silinmiş gibidir. Çok cılız da olsa var olan kadında iktidara yani erkeğe göre olan kadındır. Kadının büyük oranda bu durumu kabul etmişliği ise daha vahim bir durumdur. Kadın belki hiçbir zaman bu kadar düşürülmüşlüğü içten içe kabul etmemiş, derinden bir direnişi sürdürmüştür. Zaten bu böyle olmasaydı beklide bu gün toplum denen olgudan hiç bahsedemeyecektik. Kadın adeta iktidarcı uygarlığınız sizin olsun der gibidir. Çünkü bu uygarlıkta güç olmaya kalkışan her kadın ya kendisiyle ters düşüp kadınlığına yabancılaşacaktır yada acımasızca ezilecektir. Kadın için farklı bir yol bırakılmamıştır. Fetihçi ordular bir ülkeyi fethettiklerinde ilk olarak o ülkenin kadınlarına tecavüz ederler. Bu iktidarın en birinci fetih yöntemidir. Bugün dahi iktidar bu yöntemi en ince biçimleriyle sürdürmektedir. Düşürülmek istenen bir toplumun önce kadınları düşürülür. Çünkü iktidar güçleri çok iyi bilmektedir ki iradesi kırılmamış bir kadının kalması bile o toplumun yeniden kurulması için yeterlidir. Modern çağda kadının durumu ise daha vahimdir. Adeta tarihsel silinmişliğin tersine kadın artık her yerdedir. Ama ne için ve kimin için? Kadın kapitalist iktidar için en karlı satış nesnesidir. Kadın kapitalist pazarın yeni metasıdır. Eskiden kadın köleler bütün olarak satılırdı şimdi ise parçalara ayrılarak satılmaktadır. Sadece fiziği değil ruhu bile satılmak istenmektedir. Kadının toplumsal yaratıcı gücünün bu düzeyde pazarlanması günümüz toplumsal krizinin en temel nedenidir. Kadın doğası bu biçimde tahrip edildikçe toplumsal doku dağılmaya yüz tutmaktadır. İşin ilginç bir o kadar da acı yanı bunun özgürlük adına yapılmasıdır. Kadının bu durumuna karşı erkek adeta devleşmektedir.
Günümüzde erkek kimliğini iktidardan ayırmak neredeyse imkansız hale gelmiştir. Her erkek hangi sınıftan ve kültürden olursa olsun bir iktidar odağı haline gelmiştir. En çok ezileni bile egemen olacak bir kadın, birkaç çocuk üzerinde iktidar yapılmak istenmektedir. Bu yönüyle cinsler arasındaki ilişkiler iktidarın en çok üretilip sürdürüldüğü toplumsal sahaların başında gelmektedir. Bu nedenle kadın özgürlüğü sorununu salt bir cinsin özgürlüğü yada eşitliği sorunu olarak ele almak yetmez. Kadın özgürlüğü mücadelesi doğrudan eşit ve özgür bir toplum yaratma mücadelesidir. 21. yüzyılda bu yönlü gelişmelerin hızlanacağına dair işaretler artmaktadır. Günümüz kaosundan çıkışta kadın özgürlüğü mücadelesi en iddialı saha konumundadır. Önderliğimizin de dediği gibi ‘‘kadın için özel kriz dönemleri pek önemli değildir. Zaten sürekli bir krizi yaşamaktadır.Kadın demek krizli bir kimlik demektir.Günümüzde yaşanan kapitalist sistem kaosunda tek umut vaat eden kadın olgusunun sınırlıda olsa aydınlatılmış olmasıdır.Feminizm yetersizde olsa kadınlık gerçeğini son çeyrek yüzyılda oldukça görünür kılmıştır.Kaosta her olgunun değişme şansı yüksek bir aydınlanma ile daha da arttığı için ,özgürlük lehinde atılacak adımlar niteliksel sıçramalara yol açabilir.Güncel krizden kadın özgürlüğü büyük kazanarak çıkabilir.”
Modern çağ tarihte eşi görülmemiş bir teknolojik gelişmeye sahne olmuştur.İki büyük bilim-teknik devrim insanlığın önünde yeni çığırlar açtı. Ama neyin pahasına? Bilimsel teknoloji sıkı sıkıya iktidara bağlanmıştı. Toplumdan kopmuş bir teknolojinin bedelini en ağır biçimde doğal çevremiz ödemektedir. Günümüzde ekolojik kriz iki yönlüdür; birinci yön, doğanın geri dönülmez bir biçimde tahrip olması ve önlem alınmasa kısa zamanda canlılar için yaşanmaz bir hale gelecek olması, ikinci yön ise toplumun tarihte eşi görülmedik bir biçimde doğal çevresine yabancılaşmış olması ki bu da doğal evrimin bir parçası olan toplumun doğal olmayan bir gelişim süreci içerisinde olduğunun göstergesidir. Toplumun kendisi doğal bir olgudur. Yani aslında toplum ekolojiktir. Toplumun ortaya çıkışı ve gelişimi doğal evrimin özgün bir yönünü temsil eder. Her ne kadar özgün bir gelişim aşaması olsa da doğadan ayrı hatta ona karşıt ele alınması büyük bir yanılgıdır. Doğayla toplumun karşıtlaştırılması, toplumsal gelişmenin doğayla çelişik bir karaktere sahip olduğunu sanmak zihniyetteki çarpıtmanın derinliğini de göstermektedir.Toplumsal evrim doğal evrimin özgün bir aşaması olarak kavranmadıkça ne doğa nede toplum hakkıyla anlaşılabilir. Doğa toplumun derinliklerine kadar sızmıştır ve toplumda doğanın özgün bir yaratımı olarak onun içinde, onunla uyumlu bir parçası olarak anlam bulur.
Doğa toplum ilişkilerinde ki bozulma hiyararşik-devletçi uygarlığın doğuşuyla gelişir. Toplumun oluşum tarzını belirleyen doğal toplum aşamasında insan doğa ilişkileri, yaratıcı katılıma imkan verecek tarzdadır. Toplumla doğanın sınırları katı biçimde çizilmemiştir.Karşılıklı bağımlılığın derinden kabulüne dayalı iç-içelik hakim durumdadır. İnsan doğanın çocuğu gibidir. Doğa-ana, toprak-ana tabirleri o dönemden kalmadır. Hiç bir hiyerarşi tahakküm barındırmaz. İnsan beslenip büyüdüğü anasına son derece saygılıdır.Onun için bütün doğal varlıklar kendisi gibi canlıdır. Onu sevdiği kadar kendisini ona sevdirmek için elinden geleni yapar. Dönemin doğal dinlerinin hepsi doğayla kurulan bu ilişki biçiminin güçlendirilip sürdürülmesini esas alırlar. Bu tip bir zihniyet topluma müthiş güç verir. Zaten toplumsal oluşumu mümkün kılan da bu algılama ve ilişki biçimidir. Doğayla kurulan bu yaratıcı ilişki biçimi toplumsal ilişkilerin bir yansıması gibidir. Toplum ne kadar eşitlikçi ve özgürlükçüyse doğayı algılama ve ilişkilenme biçimi de o kadar yaratıcı olmaktadır. Toplumun doğası derken, kastettiğimiz de budur.
Toplumsal ilişkilerde ve doğa toplum ilişkilerindeki bu eşit-özgür karakterin kadının bu süreçteki başat rolüyle mümkün hale geldiğini belirtmekte yarar vardır. Kadın erkeğe göre doğaya daha yakındır. Doğayı algılamada, hissetmede daha duyarlıdır. Doğayla ilişkisi daha naziktir. Bunun toplumun oluşum tarzına nüfus etmemesi düşünülmez. Doğa, toplum, kadın ilişkilerinin doğru ve yeterli düzeyde anlaşılması dönemin genel ruhunu da verecektir. Hiyerarşinin, tahakkümün ve devletin gelişimi bu üçlü ilişkiye darbe vurma temelindedir. Doğanın doğası, toplumun doğası ve kadının doğası iktidarcı gelişmeye kapalıdır. İktidar yol almak istiyorsa, bütün bu doğaları bozmak, çarpıtmak zorundadır. İktidar sırasıyla kadını, toplumu, doğayı köleleştirmiş, zihinleri çarpıtarak ilişki düzenlerini bozmuştur. Artık hiyararşik ilişki temel ilişki biçimidir. İktidarın toplumda kurumlaşması toplumun doğasını bozduğu için doğal olmayan bir gelişmedir. Hiyerarşik-devletçi toplum doğadan kopmuş, ona yabancılaşmış toplum demektir. Zihniyetteki aşınma doğaya bakışı da etkiler. Doğa artık ölüdür,eski canlılığını yitirmiştir! İnsanlığın bir numaralı düşmanı olarak hizaya getirilmelidir!Doğa toplumun(iktidarın) ihtiyaçlarını karşıladığı oranda anlamlıdır!Bunun dışında bir anlamı ve görevi olamaz! Ruhsal bütünlük yitirilmiştir. İlişki maddi ihtiyaçların karşılanması tarzında çıkarcı bir anlayışa indirgenmiştir. Özellikle kapitalizm çağında bu yaklaşım had safhaya ulaştırılmıştır. Modern bilim doğayı ondan daha fazla faydalanmak için araştırır. Temel güdüsü budur.Sömürülen sadece toplum değildir, doğa da vahşice sömürülmektedir. İlerleme için insanlığın önünde tek yol vardır; o da doğaya boyun eğdirerek sonuna kadar yararlanmaktır!Diğer yol doğaya boyun eğmek olacaktır ki, o da insanlığın ilerlemesine terstir! Ya boyun eğilecektir yada boyun eğdirtilecektir!Farklı bir algılama, ilişki biçimi düşünülemez bile. Sanki tarihte eşit-özgür ilişkiler hiç yaşanmamış gibi...
Bugün eşit-özgür bir topluma doğru yol alınmak isteniyorsa bunun belk de en birincil şart ekolojik bilinç ve duyarlılığın gelişmesidir.Sapmalı toplumsal gelişme durdurulmadıkça toplumun doğayla yeniden buluşması sağlanamaz.Doğaya bakışımızdaki yabancılaşma, güçlü bir zihniyet ve vicdan devrimi ile aşılmadıkça sapmalı toplumsal gelişme durdurulamaz. Bu süreç iç içe işleyecektir.Toplumda iktidar aşıldıkça ekolojik bilinç gelişecek, yine ekolojik bilinç geliştikçe de, iktidar toplumdan dışlanacaktır. Böylece toplum doğasına yeniden ve daha güçlü bir biçimde kavuşacaktır. Doğa toplum ilişkilerinin özgürleştirilmesi, özgür bir toplum ve özgür bir doğaya doğru atılmış en büyük adım olacaktır.
Yazı dizisi-3 (son)
MAHİR DENİZ (ATAKAN MAHİR)
YORUM GÖNDER