TOPLUMSAL DOĞA VE UYGARLIK: DOĞAL OLMAYAN TOPLUM, UYGARLIK
1)Uygarlığın Embriyosu El-Ubeyd Kültürü ve Uygarlığın Doğuşu
Tel Xalaf kültürünün yaşandığı dönem olan M.Ö. 5000’lerde ilk kez Aryen toplulukları içerisinde aşiret örgütlenmesine rastlanılır. İlk kez bu dönemlerde etnisite oluşumları gelişir. Aryen toplumlarında aşiret, etnisite olarak örgütleme ihtiyacının açığa çıkması gelişen dış saldırılarla bağlantılıdır. Toplumun kendini savunma amaçlı geliştirdiği bir örgütlenme olarak açığa çıkmaktadır. Önderlik bu nedenle aşiretsel gelişmenin tarihte ilk kez Aryen dil-kültür gruplarında gelişmesinin büyük bir ihtimal olduğunu, fakat böylesi bir örgütlenme tarzının daha öncesinden M.Ö. 9000 ila 6000 yılları arasında Semitik topluluklarda da gelişmiş olabileceğinin de bir ihtimal olduğunu belirtmektedir. Tel Xalaf döneminde köyler artık oldukça büyümüştür, yer yer kentleşmeye doğru gidilmekte, kentleşmenin ilk nüveleri görülmektedir. Bu gelişmeler, buna göre bir savunma sistemini beraberinde getirmektedir; çünkü bir köy ve bir kent aynı değildir. Ne ekonomik olarak ne nüfus olarak, ne toplumsal sistem ne de güvenlik sistemi açısından aynı değildir. Bu nedenle de yeni bir sistem oluşmaktadır. Bunları uygarlık bölümünde daha çok açacağız.
Bu dönemde Aşağı Mezopotamya’da gelişen bir başka kültür daha vardır. El-Ubeyd denilen bu kültür, M.Ö. 5000-4000’lerde Eridu merkezli gelişir ve Önderlik esas olarak bu kültürün yine aynı tarihlerde Aryen kültürüne-toplumlarına saldırılar düzenlemeye başladığını belirtmektedir. El-Ubeyd kültürü temelini çobanlık, Semitik kültüründen almaktadır ve esas olarak toplumun doğallığını yitirdiği uygarlığın embriyosudur. Çobanlık kültürü olarak nitelendirilen Semitik kültür yaklaşık olarak M.Ö. 10.000’lerde; bir toprak kültürü, tarımcılık kültürü olan Aryen kültürü ise M.Ö. 12.000’lerde başlamaktadır. Bir Semitik kültür olan El-Ubeyd kültürü, çobanlık ve aşiretçilik kültürü üzerinden gelişmektedir. El-Ubeyd kültürü kendisiyle birlikte hanedanlık kültürünü geliştiriyor. El-Ubeyd denilen yer bugünkü Irak’ın güneyinde bulunan Zi Kar ilinin bulunduğu alanda ortaya çıkmıştır, buranın bir diğer ismi Tell Abu Shahrain’dir ve El-Ubeyd kültürü ilk kez burada açığa çıkmıştır. Aynı zamanda Sudan’da bir şehrin ismi halen de El-Ubeyd’tir. Bugün bile baktığımızda halen Irak’ta şiddet, despotizm eğilimi güçlüdür. Bu kültürle bağı vardır, bir egemenlik kültürüdür, aynı zamanda hanedanlık, hiyerarşik ve devletçi sistemin kök hücresidir. Aryen kültürü ise bir özgürlükçü kültürdür.
Hanedanlık olgusunun ilk gelişimi El-Ubeyd kültürüne dayanmaktadır. Hanedanlık kültürü nasıl gelişir? Bir kabile veya aşiret içerisinde bir ailenin veya sorunları çözmede, savunmada vb. konularda güç ve tecrübe kazanmış kişilerin öne çıkıp toplum ya da aşiret üzerinde otorite kurmasıyla ilk hanedanlık kültürü oluşmaya başlar. Aşiret veya topluma yönelik yetki ve karar hakkını ya oluşturur ya da ele geçirir. Bu, toplumda yeni bir durum yaratır. El-Ubeyd kültürünün yarattığı egemenlikli kültür, toplumda yeni bir zihniyetin doğmasına neden olur.
Bu zihniyetin gelişmesinde Şamanizm’in ve şamanların çok büyük rolü bulunmaktadır. Daha paleolitik dönemden itibaren toplumda şamanlar vardır. Şamanlar, ritüellerin yapılmasına öncülük eden, büyücülükle de uğraşan, şifacı da sayılabilecek bilgili kişilerdir. Önderlik şamanları toplumun ilk uzmanları, ayın zamanda eğitmencileri olarak nitelendirmektedir. Bu nedenle toplum üzerinde bir etkileri vardır. Önderlik; ‘Biraz şarlatanlıkla karışık da olsa, şamanın uzmanlığı toplulukta giderek kurumlaşır. Şaman da daha çok erkektir’ demektedir. Bundan da anlaşılacağı gibi önceleri toplumda kadın şamanlar da bulunmaktadır. Örneğin; bilge kadınlar denilir. Bilge kadınlar biraz buna tekabül etmektedir. Bu bilge kadınlar, edindikleri bilgi ve bilinci toplum yararına kullanan kadınlardır. Hatta tanrıçalaşmanın temelinde bu bilge kadın kişilikleri etkindir. Erkeklerdeki bilgelik veya Şamanizm ise daha farklı bir yön çizer. Gelişen rahip kurumlaşmasının temeli şamanlıktır. Erkek şamanlardan zamanla rahipler doğmaktadır. Şamanlar doğal güçleri kullanabilen, var olan güçleri yorumlayabilenlerdir.
Rahipler, oluşan zigguratlarda ilk başlarda daha çok ambarlama işinde çalışan bilgili insanlardır. Şamanlar ise edindikleri tecrübeleri gençlere aktaran yaşlılardan oluşur. Askeri şef ise toplumun ve ambarların güvenliğinden sorumlu bekçilerdir.
Bazı şamanlar bir süreden sonra rahibe dönüşürler. Rahipler birdenbire ortaya çıkmıyorlar, şamanlık yavaş yavaş rahip kurumlaşmasına dönüşmektedir. Rahipler, daha çok toplumun din, inanç boyutuyla ilgilenen kişilerdir. Bu kişiler daha çok yaşlı ve tecrübeli erkeklerden oluşurlar. Bunların yanı sıra köylerin, ambarların korunması için bekçiler oluşturuluyor. Önderlik bunlara “askeri şef” diyor. Bu askeri şefler, güvenlik sisteminden sorumlu oluyorlar. Esas olarak başlarda görevleri toplumun güvenliğini sağlamaktır.
M.Ö. 5000’lerde artık Aryen topluluklarına ait köylerde de sur sistemleri oluşmuştur. Bu bir güvenlik kaygısının varlığını, dışarıdan bir saldırının olduğunu göstermektedir; yapılan surlar bir savunma mekanizmasıdır. Bu savunma mekanizmasından, bekçiler-askeri şefler sorumludur. Esasta bütün bu örgütlülüğün ilk başlangıç yeri, ilk oluşum yerleri Semitik topluluklardır. El-Ubeyd kültürünün başladığı mekâna bile baktığımızda bu gerçekliği bütün yalınlığıyla görmemiz mümkündür. Yani şaman, rahip ve askeri şef sistemi ve ortaklığı Semitik kültür içerisinde boy vermektedir. M.Ö. 5000’lere geldiğimizde Aryenlerde de belirli oranda şehirleşmenin, savunma mekanizması vb. oluşumların geliştiği görülmektedir. Fakat yeni bir sistemi doğuracak bir oluşumun varlığı Semitik topluluklar içerisinde kendini göstermektedir. M.Ö. 5400’lerde kurulan Eridu kentinde başlayan El-Ubeyd kültürü bu kez M.Ö. 3800-3000 yıllarında bugünkü Irak’ın Samava kentine yakın bir yerde olan Uruk’ta şaman, rahip ve askeri şefin ortaklığıyla bir sisteme dönüşmektedir (hem Zi Kar hem de Samava kentleri bugünkü Bağdat’a yakın bir mesafededir, özellikle Samava daha yakındır). Irak-Uruk isimleri de zaten önemli bir benzerlik göstermektedir.
Tarihin en uzun süresi boyunca özgürce yaşamış insanlık, artık yeni bir sistemle tanışmaktadır. Kadının özgür toplumsallığıyla kendisini bulmuş insanlık, artık erkeğin hükümranlık dolu sistemiyle yüz yüze kalmaktadır. Bunun ne gibi etkileri vardır? Erkeğin böylesi bir hamlesi neden başlıyor, egemenlik bir sistem olarak neden açığa çıkıyor ve nasıl dayatılıyor, toplum nasıl tersyüz ediliyor? Bu nasıl başarılıyor? Buna zemin oluşturan etmenler nelerdir? Kendisini neye dayandırarak kurumlaştırıyor?
Birincisi; M.Ö. 4000’lerde demir bulunmuştur. Demirin bulunması tarım alanında sabanın kullanılmasını getirmiştir. Neolitik devrimle birlikte tarımda büyük ilerlemeler kaydedilmiş, toprağın ekim ve biçiminde büyük emek ve çabalar harcanarak üretim sağlanmış, ürün elde edilmiş, kısmi oranda bir artı ürün de elde edilmiştir. Belirli bir iş bölümü temelinde ziraat yapılsa da, yine de daha etkin olan kadındır. Hem tarımın bir kadın buluşu ve uğraşı olmasından kaynaklı hem de daha fazla bu alanla uğraşmasıyla bağlantılı, yine binlerce yıllık toplayıcılık kültürünün yarattığı birikimde bu konumunda etkilidir. Fakat ziraat işi aynı zamanda çok zahmetli ve büyük emek harcamayı gerektiren bir iş de olmaktadır. Bu açıdan demirin bulunmasının ardından sabanın icadıyla bunun ziraat alanında kullanılması tarım alanında ciddi bir rahatlama yaratmış, önemli oranda bir artı ürünü açığa çıkarmıştır. Daha da önemlisi sabanın kullanılması aynı zamanda fiziki güç gerektiren bir iştir ve bundan kaynaklı da bir erkek keşfi olan demir ve sabanın bulunmasıyla erkek tarıma daha fazla katılım sağlamaya başlamıştır. Sabanın bulunması üretimi dört-beş katına çıkartmıştır. Bu toplumda bir rahatlamayı getirdiği gibi, erkeğin etkinliğini de arttırmakta, neolitik dönemde daha silik olan erkeği daha görünür hale getirmektedir.
İkincisi; erkek, çocukların kendinden olduğunun bilgisine ulaşmıştır. Uzun tarih süresi boyunca erkek, kadının doğurganlığını merak ve saygıyla karşılamış, çocukların oluşumundaki rolünü çözümleyememiştir. M.Ö. 5000’lerde veya belki de daha öncesinden bunun farkına varabilmiştir.
Üçüncüsü; binlerce yıllık avcılık kültürünün erkek üzerinde çok ciddi etkileri vardır.
Bu üç temel husus hem El-Ubeyd kültürünün doğması, pekişmesi hem de daha sonra bir sisteme dönüşmesinde etkendir.
Kadın ve erkek arasında daha önce toplumda ortaya çıkan iş bölümü bir karakter oluşturmaktadır. Avcılık kültürü, erkekte bir karakter yapılanması, şekillenmesi oluşturmuştur. Hem demirin bulunması hem de avcılık başlangıçta toplum yararına kullanılmakta ve olumlu bir rol oynamaktadır. Topluma, toplum birliğine fayda sağlamıştır. Demirin bulunması tarımı, tarımsal üretimi çok üst bir seviyeye ulaştırır. Yine avcılık da toplumun beslenme sorununu önemli oranda çözmektedir, binlerce yıl boyunca da bu konuda temel bir işlevi ve rolü vardır. Toplum yararına gelişen ve işlevsel kılınan avcılık ile saban, zamanla farklı bir dönüşümün temellerini atarlar. Özellikle erkeğin sabanın kullanılmasıyla birlikte tarıma daha fazla katılması, katkı sunması bir hak arayıcılığını da geliştirir. Bunun temel sebebi de demirin toprakta işletilmesi öncelikli olarak fiziki güç gerektirmektedir. Erkeğin tarıma katılımı en fazla bu temelde gelişir. Bugüne kadar da bazı yerlerde halen toprağın sürülmesinde hayvanlara saban bağlanarak veya imkânların çok daha kıt olduğu toplumlarda direkt insanların kendileri sabanla toprak sürmektedirler. Erkeğin o dönemde bunu yapması bir etkinliği açığa çıkartmıştır.
Neolitik dönemde fiziki olarak ve savunma konusunda güçlü, inisiyatifli, girişken, becerikli olanlara bekçilik görevi verilir. Önderlik askeri şef için “güçlü adam” belirlemesi yapmaktadır. Bütün bir erkek sistemi için “güçlü ve kurnaz adam belirlemesi yapmaktadır”, hatta “‘güçlü ve kurnaz adam’, sosyal bilimlerde köşe taşı yapılması gereken kavramlardan biridir” demektedir. Ama aynı zamanda askeri gücü elinde bulunduran askeri şef için de güçlü adam tanımını yapıyor. Çünkü zor sistemi askeri şef eliyle kuruluyor. Neden böyle bir sistem? Burada özellikle avcılık zihniyeti ve şekillenmesi etkilidir. Önderlik “İnsan eline ilk taşı aldığında düşünmeye başlamıştır” demektedir ve esas olarak simgesel dile geçişle birlikte analitik zekâda ciddi bir gelişim gerçekleşir, analitik zekâ artık devrededir. Avcılık bu anlamda en fazla analitik zekâyı geliştiriyor. Bu çoğu zaman yanlış anlaşılmakta, kadında sanki hiç analitik zekâ yokmuş gibi ele alınmaktadır. Kadında analitik zekâ olmasaydı neolitik kültür, Tel Xalaf kültürü gelişmezdi. Yani analitik zekâ salt erkeğe, duygusal zekâ da salt kadına ait bir zekâ değildir. Böyle bakmak yanlıştır. Ama önceki dönemde özellikle kadında hem duygusal zekâ daha öndedir hem de her iki zekâ arasında bir denge vardır, denge bozulmamıştır. İşte avcılık kültüründe bu denge kırılır. Bu çok büyük bir etki yaratır. Önderlik zaten bu iki zekâ türü arasındaki optimal dengenin bozulması için sapma demektedir. Analitik zekânın kendisini duygusal zekâdan kopararak işlemesini bir sapma olarak değerlendirmektedir. Elbette ki analitik zekânın birçok yararlı yönü de vardır. Toplumun gelişiminde çok iyi bir rol de oynamaktadır. Ama diğer taraftan kendisiyle birlikte birçok tehlikeyi de getirir. Mesela komplovari, egemenlikli mantığı geliştirebiliyor. Soyutlama gücünün olması, toplumu soyutlamayı getirebiliyor. Bir de analitik zekânın bir konuyu yorumlama gücü vardır ve beynini çok yormadan bunu yapabilir. Çok güçlü tahlil edebilir, çözümleyebilir, hesap yapabilir. Aynı zamanda taklit gücü çok fazladır, herkesi, her şeyi taklit edebilir.
Analitik zekânın dil devrimiyle birlikte esas olarak aktifleştiğini belirtmiştik. Toplumun buna karşı koyduğu tedbir ahlaktır. Ahlak ilkeleri, analitik zekânın tehlikelerine karşı gelişmiştir. Analitik zekânın topluma zarar vermemesi için ilke olarak ahlaki kurallar açığa çıkar. Fakat geçiş aşamasına gelindiği zaman, erkekte yavaş yavaş bu analitik zekâ daha fazla öne çıkar. Artık burada toplumsal ahlak yavaş yavaş saldırıya maruz kalır. Analitik zekâya karşı bir set, bir baraj rolü gören ahlaki ilkeler aşındırılır.
Bir diğeri analitik ve duygusal zekâ arasındaki farklar nelerdir, ne tür etkileri vardır, bunları da değerlendirmek lazım. Duygusal zekânın bir tek hisler, sezgiler olduğuna dönük bir yanılgı bulunmaktadır. Hâlbuki duygusal zekânın birçok özelliği vardır. Duygusal zekâ olmazsa birçok şey gelişmez. Duygusal zekâ duyular ve sinir sistemiyle bağlantılı beyindir. Canlıların kendilerini yaşatmasını ve barındırmasını sağlar. Reflekslerle hareket esastır. Duygusal zekâ tüm canlılarda olan zekâdır. İçgüdüler esastır, canlıların milyonlarca yıllık birikim ve tecrübesine dayalı gelişim göstermiştir. Sıfır hatayla çalışır. İhtiyaç varsa elbette ki daha fazla açımlanabilir. Bu konuda araştırma yapan bilim insanları duygusal zekâyı iki bölüm biçiminde ele almaktadırlar. Biri kişisel yeterlilikler, ikincisi ise sosyal beceriler biçimindedir. Kısaca açımlayacak olursak:
a)Kişisel Yeterlilikler:
Kendi Farkındanlığına Varma: a) Duygusal farkındanlık: duygularının farkında olma ve yön verme. b) Kendini değerlendirme: Gücünü, zayıflıklarını ve sınırlarını bilme. c) Özgüven:Kendini Yönetme: Kendi dürtüleri, duyguları ve isteklerini kontrol etmesi, yönetmesidir.
a) Kendini kontrol. b) Güvenilirlik: ahlaklı, dürüst, tutarlı olmak. c) Vicdanlı olma. d) Yeniliklere açık olmak. e) Uyum yeteneği.
Motiviasyon: Amaçlarına ulaşmak için duygularını yönlendirebilmesi. a) Başarıya kilitlenmek. b) Bağlılık: Toplum ve gruba, öz değerlere, sorumluluk, fedakârlık. c) İnisiyatif. d) iyimserlik.
b) Sosyal Yeterlilikler:
Empati: a) Diğer insanları anlamak. b) Başkalarını geliştirmek. c) Hizmete yönelik olmak.
Sosyal Beceriler: Kişinin başka insanların davranışlarını olumlu toplumsal amaçlara kanalize edebilmesi, yönlendirebilmesidir. a) İletişim. b) Çatışma yönetimi: kişinin çelişkileri diyalektik çatışmaya tabii tutarak çözüm gücü haline gelebilmesidir. c) İş birliği. d) Ekip çalışmasına yatkınlık. e) Liderlik.
Uzmanların ortaya koyduğu bu tespit ve belirlemelerden de anlaşılmaktadır ki duygusal zekâ bir tek sezgi olarak ele alınamaz. Sezgi, duygusal zekânın sadece bir yönüdür.
Analitik zekâ ise;
1- Mantık 2- Kurgulama 3- Hesaplama 4- Proje oluşturma, plan yapma 5- Komplo 6- Analiz etme 7- Soyutlama gücü 8- Çözümleme 9- Taklit etme vb. daha da sıralanabilecek birçok hususu barındırır. Analitik zekâyla bağlantılı olarak bunlar geliştikten sonra toplumsal ahlak aşındırılır, toplumun özü bozulur. Başta toplumun yararı için kullanılan analitik zekâ, daha sonra egemenlerin çıkarına kullanılmaya başlanır. Temel ayrım noktası budur.
Berfin Zin
Devam edecek
YORUM GÖNDER