TOPLUMSAL DOĞA VE UYGARLIK: İKTİDARIN İLE UYGARLIĞIN KURUMLAŞMASI OLARAK DEVLETİN OLUŞUMU VE SÜMERLER
Aryenlere yönelik ilk Semitik saldırılar M.Ö. 5000’lerde gelişir ve yine tarihte ilk kez M.Ö. 5000’lerde Aryenler direnişe geçer. Tarihin ilk saldırı, işgal ve asimilasyon hareketleri bu tarihlerde başlar. Bu saldırılara karşı Aryenlerde bir savunma sistemi olarak ilk kez aşiret kültürü gelişir ve etnisite ayrışımları belirginleşir. Bu belirginleşmeyle birlikte bugün isimlendirilen halklar, etnik kimlikler varlık göstermeye başlar. Aryenlerde bunun gelişmesi aynı zamanda kadın toplumsallığının, kadına dayalı toplumsal kimliğin kendisini korumaya, kendi özgünlüğünü, özgürlükçü sistemini korumaya çalışma çabasıdır.
Semitik kabilelerin Aryenlere yönelik geliştirdiği bu saldırılar, El-Ubeyd kültürünün neolitik/Tel-Xalaf kültürüne bir saldırısıdır. Egemen erkeğin kadına, özgür insan ve onun toplumsallığına bir saldırısıdır. Neolitik kültür bir kadın kültürüdür, yaratılan değerler, açığa çıkan birikimler kadın öncülüklü ve kadın ağırlıklıdır. Kadın eli, dili, ruhu, düşüncesi ve birikimiyle gerçekleşmiştir.
Egemen erkek, kadının neolitik devrimle birlikte geliştirdiği tüm yaratımları çalma, kendine mal etme, gasp etme için bir hamle başlatır. Bu hamle M.Ö. 4000 ila 3000 yılları arasında gerçekleşir. M.Ö. 3500-3000’ler artık egemen erkek sisteminin kurumlaşma dönemidir. Bu hamle kimlerin eliyle ve nasıl başlar? Önderlik şaman+rahip+askeri şef diyor. Şaman ve rahip dediklerimiz daha çok yaşça büyük olan ihtiyarlardır, askeri şef ise fiziki olarak daha güçlü olan gençlerdir. Jerontokrasi dediğimiz olay burada ortaya çıkar. Yaşlıların gençler üzerindeki egemenliği ilk kez kendisini bu şekilde hissettirir. Tecrübelerini, bilgilerini gençlere aktaran yaşlılar, aynı zamanda bu gençler üzerinde bir etkinlik de kurmaya başlarlar ve tarihte ilk kez bir bilgi tekeli açığa çıkar. Mesela rahip veya şamanlar bilgiyi aktardıklarında bu bilgileri parça parça aktarırlar, bu bilgi tekelinin ortaya çıkmasına neden olur. Bu nasıl sonuçlara neden olur?
Öncelikle jerontokrasiyi, yani yaşlıların gençler üzerindeki hâkimiyetini açığa çıkarır. Bu da Önderliğin deyimiyle kast hiyerarşisinin, yani tabakalaşmanın oluşmasına neden olur. Tabakalaşma, kastlaşma hiyerarşinin temelini oluşturur. Hiyerarşi ilk kez kastlaşma biçiminde oluşum sağlar. Bu, artık özgürlükçü toplumdan tahakkümcü topluma geçiş aşamasını ortaya çıkarır. Bu dönem neden başladı diye çok tartışılır, insanlık neden kabul etti, özgür yaşamı neden terk ettiler? Öncelikle anlaşılması gereken husus; bu gelişmeler başlangıçta Orta ve Aşağı Mezopotamya’da ortaya çıkar. Aryen topluluklarda da köyler büyümüştür, kentleşme sınırına ulaşmıştır. Köyler genişleyince yayılma olur, nüfus büyür, yayılır. Yine Semitiklerde de köyler büyümüş, kentleşme başlamıştır. Bu anlamda tarihte gelişen ilk şehirlerden biri Uruk olarak bilinmektedir. Uruk kenti Aşağı Mezopotamya’da ortaya çıkan bir kenttir, Uruk’un yanı sıra ve hatta daha önce El-Ubeyd kültürünün çıkış yaptığı ve gelişim sağladığı şehir olarak Eridu vardır. Bu iki şehir, şehir devletlerinin başlangıcını da oluşturur. Bu ilk şehir sistemlerinde şaman+rahip+askeri şef üçlüsünün varlığı kendini göstermektedir. İnsanların özgürlüğe, eşitliğe, adalete, paylaşıma, birbirini tamamlamaya alıştıkları bir sistemi kolay kolay bırakmaları, ondan vazgeçirmeye ikna olmaları zordur. Ne şaman ne rahip ne de askeri şef tek başına binlerce yıla damgasını vurmuş bir yaşam sistemini değiştirme gücünde değillerdir. Bunun için hem büyük düşünmeleri hem de bir güç birliğine ihtiyaçları vardır. Ekonomiye ve yaşama katılımları -ki zaten ailenin temelleri oluşturulmuştur- toplumda bir etkilerinin oluşmasını zaten sağlamıştır. Yani bu üçlü ittifak ve bu ittifakın hamleleri hemen bir anda gelişmiyor. Bunu gerçekleştirebilmeleri için önce yaşamda etkin olabilmeleri, etkili olabilmeleri gerekmektedir. Ayrıca hem ekonomiye katılmaları hem çocuğun kendilerinden olduklarını bilmeleri artık yeni bir şekillenme ortaya çıkarmıştır. Avcılık zaten erkek karakterinde farklı bir şekillenme yaratmıştır. Bu kişilik, sürekli olarak hesap-kitap yapan bir kişiliktir. Sürekli ava yönelik düşünceler üreten, komplo yapan, gözlemleyen bir kişilik yaratır, bunların hepsi avcılık karakterinde vardır. Başta erkeklerin tümü avcılık yapmaktadır. Bu bir kişilik yapılanmasını geliştirir. Önderlik, ilk sapmanın burada açığa çıktığını söyler.
Bir diğeri de erkekler kendi konumlarından rahatsızdırlar. Çünkü kadınlar yaşamda hâkimdirler, tanrıça olarak nitelendirilmektedirler. Kadınlar toplumun öncüsüdürler, yaşam kadının eliyle oluşmuştur. Erkek bir yere kadar yaşamda vardır, fakat kadın gibi yaşama aktif katılamamaktır. Özellikle yaşlanan bir erkek, yaşlı bir kadın gibi yaşama aktif katılamamaktadır. Zaten jerontokrasi temelini bu gerçeklikten almaktadır. Kadın gibi yaşama aktif katılamayan erkek, toplum içerisinde kabul görebilmek için bir şekilde katılım sağlamak zorundadır. Katılımını böylelikle bilgi ve tecrübe aktarımı üzerinden gerçekleştirir. Fakat eğer ki tecrübelerinin hepsini aktarırsa toplum içerisinde etkisi kalmaz, bu nedenle de var olan bilginin ve tecrübenin parça parça verilmesi gerekir, böyle bir hesap da yapar. Gençlerin sürekli olarak kendisine muhtaç olması gerekir. Bu, tarihte ilk kez jerontokrasiyi doğurur. Bilgi tekeli de tarihte ilk kez böyle açığa çıkar ve toplumda da artık yeni bir şekillenmeyi ortaya çıkarır. Oluşan ittifak temelinde şaman+rahip+askeri şefin tartışmaları gelişir. Tartışmalar tarihin ilk ideologlarını da açığa çıkarır. Rahibin akıl yürütücülüğü bu konuda daha fazladır. Bu anlamda tarihin ilk ideologları rahipler olarak belirir. Hangi temelde ideolog olurlar? Bunlar sistemi değiştirmek istemektedirler, fakat sistemi değiştirebilmek için yeni bir düşünce, yeni bir kültür, yeni bir yaşam felsefesini geliştirmeleri gerekmektedir. Fakat bunu geliştirebilmek kolay değildir, hemen bir anda geliştirebilecekleri, oluşturabilecekleri, ortaya çıkarabilecekleri bir durum değildir. Bunun için çok derin bir düşünce gerekmektedir. Uruk ve Eridu kentleri gelişen bu düşüncelerin ve tartışmaların ana merkezidir. Köyler şehirleşmeye doğru büyümeyi sağlayınca yeni toplumsal sorunlar da baş gösterir. Örneğin; köylerin su sorunu fazla yoktur, ama kentlerde nüfus fazlalığından dolayı su sorunu yaşanmaktadır, yağmurlar tam olarak su sorununu çözememekte, her şeye yetmemektedir. Bugün bile kent ve köylerdeki sorunlara baktığımızda belirli sonuçlara ulaşabilmek mümkündür. Yaşam merkezleri bu nedenle daha çok zigguratlarda odaklanır. İnsanlar şehirlerde gelip zigguratların etrafında ve zigguratlarda toplanırlar. Ziggurat kelime anlamı olarak Akatça ‘yükselmiş yere kurmak’ demektir. Demek ki zigguratlar yükselti yerlere inşa edilmektedirler. Zigguratlar zaten şehirlerin oluşumunun da temelidir. Önderlik zigguratlar için “sadece kent merkezi değil, aynı zamanda kentin kendisidir” demektedir. Ziggurat esas olarak kent protipi veya ilk modelidir. Yani ziggurat bir tek tapınak değil veya kent merkezi değil, kentin kendisidir.
Tarihte erkekler arasında kurulan ilk ittifak, aynı zamanda aralarında bir iş bölümünü de oluşturur. Rahip ideolog, askeri şef zor sisteminin koruyucusu, şaman da inanç sisteminin temsilcisi olur. Toplumu yönetme erki üçü arasında bu şekilde paylaşılır, ama esas olarak temel beyin gücü, yönetici rolü rahibe düşer. Önderlik bunların ittifakını ev hırsızlığı olarak yorumlar. Tarih, artık bir hırsızlık sistemi tarihine doğru evrilme yoluna girer. Bu anlamıyla Önderliğin “ev hırsızı” kavramlaştırması çok derin bir anlam ifade eder. Ev olarak tanımlanan toplumsal, kadın özgürlükçü sistemdir. Güçlü ve kurnaz erkeğin planladığı, tarihin ilk ve en büyük talan ile gasp olayıdır. Üçlünün ittifakıyla kadının sistemine karşı sistemli ve planlı bir harekât başlıyor. Bu hırsızlamanın ideolojisini, felsefesini rahipler oluşturuyor. Önderlik bu nedenle rahipleri ilk kapitalistler olarak da yorumluyor. Yani kapitalist sistemin ilk kökenini Sümerlerin çıkışıyla ele alıyor.
Rahiplerin ilk ideologlar olduklarını belirttik. İlk kez ideoloji ve felsefe sistematik bir şekilde rahipler tarafından üretilir. Rahipler, ilk uygarlık ideolojisi ve felsefesinin yaratıcılarıdır. Başta bir ambar ve neolitik dönem mabetleri olarak inşa edilen zigguratların işlevi değişir. Tüm bu komploların planlandığı ve hayata geçirildiği merkezlere dönüşür. Üçlü ittifak, daha sonra tanrı-krallara kadar ilerleyecek olan egemenlikli sistemin örgüsünü zigguratlarda başlatır. Sistemin ilk başlangıcında tanrı krallar yoktur.
En üstte katta başrahip.
Orta katta rahip, askeri şef ve şaman.
En alt kat, köle ve zanaatkârlar.
Başlangıçta tanrının yerinde başrahip vardır, ortada ittifakın ortakları, en altta ise köle ve zanaatkarlar. Bu sistem nasıl oluşur? Öncelikle rahip, insanları bu sisteme inandırabilmek için çok derin düşünmek zorundadır, bunun hazırlığını çok güçlü yapmak durumundadır. İnsanları ikna etmeleri için tanrıça kültüne alternatif, onun yerine geçebilecek bir ideoloji geliştirmeleri gerekir. Binlerce yıl özgürce yaşamış insanları ikna etmek kolay değildir. Bu nedenle şunu iyi anlamak gerekir; devlet sistemi başta zor yoluyla değil, ikna yoluyla oluşmuştur. Zor değil ikna esastır. Zaten Sümer sistemi bilmeye değil, inanmaya dayalı bir sistem olarak gelişir. Rahip burada bu rolü oynar, bu rolü oynayınca herkesin yeni inanca, temsilcisi olarak başrahibe inanmasını sağlamaya çalışır. Esas olarak da rahip ve başrahip birdir, aralarında birinin daha yetkin olması veya sıyrılmasıyla başrahip olmuştur. Başrahip toplumla iletişim içerisindedir. Nasıl ki tanrıçalar soyut, görünmeyen bir şey değilse, öncülüğüyle, bilgisiyle, emeğiyle, yaratıcılığıyla, oluşturmasıyla toplumun öncülüğünü yapıyor, herkes görüyor ve tanıyorsa tanrıçaları, rahip sistemi de başlangıçta benzer bir yol izler.
Uygarlık sistemi ve yaratıcıları başta toplumun içine karışarak kendisini örgütler. Toplumu ikna etmeyi de bu şekilde başarırlar. Aynı zamanda tanrıçalık sistemini de gözetmektedirler. Hemen bir anda binlerce yıllık sistemi değiştiremeyeceklerinin, tanrıçayı alt edemeyeceklerinin bilincindedirler. Mesela köle ve zanaatkârlar zigguratlara girip çalışmaya nasıl ikna oluyorlar? Birincisi; beslenme bir sorundur, kentleşmeler başladığı zaman insanlar köylerdeki gibi rahat yaşayamıyorlar. Nüfusun çoğalması ve yapılanma, eskisi kadar iyi beslenmelerini zorlaştırmaktadır. Rahipler, zigguratlarda çalışırlarsa beslenme sorunlarının ortadan kalkacağını söyleyerek bir kesimi ikna eder. Zanaatkârlara ise çalışma imkânlarının zayıf olduğunu, zigguratlarda çalışırlarsa daha iyi çalışma imkânı bulabilecekleri söylenerek ikna edilir. Toplumun bu tür sıkıntıları, başlayacak uygarlık sistemi için bir avantajdır. İnsanlara gelip burada çalışırsanız hem güvenliğiniz olur hem daha iyi yaşam imkânlarınız olur hem de toplum daha da güçlenir denilerek ikna edilir. Üstelik topluma yararlı bir şeyler yapabilme düşüncesiyle de insanlar yönlerini zigguratlara verirler. Toplum zaten ortak yaşamaya, çalışmaya, toplum için en yararlısını yapma çabasına alışıktır. Bu şekilde insanlar zigguratlarda çalışmaya başlarlar.
İkincisi; kabileler arasında savaşlar yoğunlaşmıştır. İnsanlar ölümü, öldürülmeyi istemiyorlar, bu da bir iknayı yaratıyor. Bir diğer önemli husus, kutsal bir yerde çalışmak onurlu bir iş olarak kabul edilir. Bu halen de Ortadoğu’da böyledir. Köle ve zanaatkârlar bu şekilde zigguratlarda yaşamaya başlarlar. İnsanlar ziggurat sistemine gönüllü olarak bu şekilde girdikten sonra ilk kölecilik sistemi başlar. Özgür insanlar olarak zigguratlara giren, girmeyi kabul eden insanlar bilincinde olmadan kölelik sisteminin temellerini döşemeye başlarlar. Yoksa köle olarak getirilmeyi kimse kabul etmez, hele hele özgür yaşamış, o güne kadar köleliği yaşamamış toplum için bu çok zor, kabul edilemez bir durumdur. Sadece günümüzü bile ele alırsak bunu görürüz; günümüzde binlerce yıllık uygarlık sistemi içerisinde oluşan köleci zihniyet ve alışkanlıkların artık tüm hücrelere yerleştiğini söylüyoruz, fakat bugün bile insanlara gelin burada köle olun denilirse kimse kabul etmez, buna karşı bir başkaldırı gelişir. Ki o dönemde insan iradesi daha kırılmamıştır, irade sahibidir. Bu nedenle de ikna gerekmektedir.
Önderlik “firavun sosyalizmi” demektedir. Tüm toplumlar, tüm sistemler için iki esas husus vardır; biri zihniyet, diğeri irade. Rahipler zaten ilk ideologlardır, zihniyet yaratıcılarıdır. İnsanları zigguratlarda toplanmaya, çalışmaya ikna ederken onları bir irade olarak gösteriyor, ziggurat içerisinde bir irade olduklarını hissettiriyor. Kendisinin, oluşturmaya çalıştıkları sistemin mülkü olduklarını dillendirmiyor, nesneleştirildiklerini hissettirmiyor. Yaratılan sistemin bir iradesi olarak gösteriyor. Önderlik bunun için “zihniyet ve irade kırılması” diyor. İlk kez bu sistem içerisinde, toplum alt katta zihniyet ve irade olarak kırılıyor. Sistemin değişimi bir anda değil, yavaş yavaş gerçekleşiyor.
Ziggurat sistemine aynı zamanda kadınlar da girer, kadınlar bu sisteme nasıl dahil olur? Başlarda kadınlar zigguratlarda eğitime tabii tutuluyorlar. Belirttiğimiz gibi zaten zigguratlar öncesinden mabet olarak vardır, yani kadınlar ve toplumun tanımadığı, bilmediği yerler değildir. Öncesinden de bu konuda bir etkinlik vardır. Önderlik bu durumu değerlendirirken, “o mabetler, tapınaklar çarpıtılmamış olsaydı, kadın enstitüleri için bir model olabilirlerdi” demektedir. Uygarlık sisteminin başlamasıyla, kadın bilinci ve felsefesiyle gerçekleştirilen eğitimler, tümden farklı bir biçim ve öz kazanır. Zigguratlarda eğitilen kadınlar, devlet sistemi içerisinde yer alma, dahil olma temelinde eğitime tabi tutulurlar. Bunun zihniyeti ve şekillenmesi oluşturulmaya çalışılır. Özgürlük temelli mabet eğitimlerinden, devlet sistemini güçlendirme temelli eğitimlere geçilir. Kadının köleleştirilmesinin ilk halkaları oluşturulmaya başlanır.
Dur durak bilmeyen güçlü ve kurnaz erkeğin aklı, egemen erkek sistem için bin bir türlü yaratımla işe koşulur. Rahipler neredeyse her şeyin hâkimi, yaratıcısı olmaya başlar. Önderlik, rahiplerin toplum öncülü ve yaptıkları işler konusunda şunları koymaktadır:
-İlk tanrı yaratımı
-Toplum mühendisliği
-İlk mimar
-İlk peygamber
-İlk ekonomist
-İlk işletmeci
-İlk işçi başı, yani patron
-İlk kral
Tarihte ilk kez, zigguratın üçüncü katında zihniyet ve irade kırılması yaşandığını belirttik. Toplumun değişimi yavaş yavaş gelişiyor. Burada ilk kez zihniyet değişimi için tanrı inşa ediliyor. Ondan öncesinde totem ve tanrıçalar inancı vardır. Önderlik tanrı yaratımı için “totem ve ibrahimi dinler arasındaki bir geçiş halkasıdır” diyor. Totem klan inancıdır. İbrahimi dinler de başta kavim dini olarak başlar, temelinde aynı zihniyet yatar. Tanrı fikri (çok tanrıcılık) ibrahimi dinlere bir geçiş aşamadır. İlk tanrıların ortaya çıktığı sürece bakarsak her kentin, her yerin farklı farklı tanrıları vardır, tek bir tanrı yoktur. Tanrılar sistemi oluşturulur. Bir diğeri de tanrı olarak nitelendirilen ve zigguratın üst katına yerleşecek olanların tanrıçaların gücüyle savaşacak, karşılık verebilecek güçte olmaları gerekir. Herhangi bir rahip değil, gücü kendisinde toplayabilen bir rahibin olması gerekir. Çünkü söz konusu olan sistemin değiştirilmesi savaşıdır.
M.Ö. 3800’lerde sistem yavaş yavaş değişmeye başlar. Sistemin esas kurumlaşma aşaması 3800 ila 3500 arasıdır. Burada yavaş yavaş tanrı kavramı ortaya çıkar. Üst kat tanrı katı olarak örgütlenmeye başlar. Buna göre de zigguratların örgütlenmesi de yeni bir biçim daha kazanır:
-Üst kat, tanrı
-Orta kat, rahip
-En altta ise köle, zanaatkârlar ve tüm toplum
Ziggurat sistemi böylelikle adım adım ilerler. Bu aşamada artık tanrı görünmezdir, “maskeli tanrılar ve örtük krallar çağı” başlar. Başrahip hem tanrı hem de tanrının sözcüsü, aynı zamanda tanrı ile toplum arasındaki köprüdür. Kendisinin dışında hiç kimse tanrı katına çıkıp tanrı ile görüşememektedir. Tanrının dışa yansıyan sözü, gücü ve yüzüdür. Yeni sistemi inşa edebilmek, toplumu ikna edebilmek için hem toplumun içindedir hem de tanrı olarak toplumun üstünde, dışındadır, soyutlanmıştır. “Maskeli tanrı” olarak nitelendirilmesi de bundandır, çünkü bu aşamayla birlikte toplumda daha gizemli ve maskeli bir varlığın oluşması dönemi başlamıştır. Somut tanrı aynı zamanda soyut tanrıya dönüşmektedir. Burada artık yeni bir oluşum gerçekleştirilmiştir. Zigguratlar artık tüm sistemin merkezidir. Ziggurat sistemi ile devlet ve tanrı sistemi birdir. Ziggurat sistemi= tanrı+devlet+din+erkek=kölelik sistemidir.
Babil döneminde daha çok açacağız, fakat M.Ö. 2000’lere kadar tanrı ve tanrıçalar, yani kadın ve erkek sistemi arasındaki denge daha ortadan kalkmamış, çok bozulmamıştır. Bir denge durumu mevcuttur. Erkek sistemine, tanrı tapınaklarına karşı her yerde kadın tapınakları oluşturulmaktadır. ‘Avalon’un Sisleri’ adında bir film var, son kadın tapınaklarını, kadın sisteminin savaşımını anlatıyor ve toplumun, kadının düşüşünü biraz bugünün hâkim bakış açısıyla biraz ele alsa da aslında iyi işliyor. Sümer döneminde de bu tür tapınaklar vardır, her kentte tanrı ve tanrıça tapınakları gün geçtikçe çoğalmaktadır. Dolaysıyla tanrıçaların gücü, etkisi hâlâ vardır, fakat kadın ve erkek, yani sistemler arasındaki savaşım başlamıştır. Bu savaş, M.Ö. 3800-3500’lerde kadının, erkeğin yeni bir sistem kurmak istediğini anlamasıyla başlar. Tarihin tanık olduğu ilk savaştır bu, daha öncesinden kabileler arası irili ufaklı çatışmalar yaşanmıştır. Fakat bu kez gelişen savaş, kabileler arası çatışmalara benzememektedir, bir ideolojik savaştır, ilkeler savaşıdır.
Tarihin bu döneminde artık kadın heykellerinin yanında erkek heykelleri de belirginlik kazanmaya başlar. Bu heykeller soyut tanrıya dayalı heykellerdir, yani putlardır, maskeli tanrıları ifade eder. Kendilerini toplumun öncüsü olarak sunanlar artık heykellerle, putlarla toplumla iletişim kurarlar. Egemen erkeğin kendisini tanrı olarak ilan etmesi, bir görünmezlik maskesi ve kılıfı da gerektirmiştir. Bu nedenle artık topluma görünmez, saklı perdelerin ardından toplumu yönetme işini gerçekleştirirler. Nitekim Önderlik Allah ve tanrı kavramları arasındaki farkları da değerlendirmektedir. Her ne kadar aynı zihinsel sistemin bir devamı olarak ortak yönleri olsa da Önderlik Allah kavramını evren inancı ve büyüklüğünü ifade etmek için dile gelen bir kavramlaştırma, tanrıyı ise soyut bir inanç olarak ortaya koymaktadır.
Tanrılar maskeli olmaya başladıklarında bir, insanların meraklarını uyandırır; iki, farklı bir etki yaratır; üç korku oluşturur. Bilmediğin, tanımadığın, dokunamadığın bir şey olarak korku, ürküntü yaratır. Uygar toplumun ilk kutsal hafızası bu şekilde oluşturulur. Ama bu kutsallık, neolitik dönemdeki gibi toplumun kendisini, yaratıcılığını, özgür yaşamına dayalı bir kutsallık, kutsama değildir. Üstten bir kutsallıktır, soyut, egemenlikli bir kutsallıktır. İnsan zihniyetinde ilk kez böylesi bir kutsallık inşa edilir. İnsanlar görmedikleri, dokunmadıkları bir varlığa inanıp kutsuyorlar artık.Ziggurat sistemi başlangıcından günümüze devamlılık sağlayan ve biçimler değiştirse de aynı tabakalaşma, sınıflaşma temelinde bir sistem yaratmıştır.
Berfin Zinê
YORUM GÖNDER