TOPLUM VE İKTİDAR -2
Modern İktidar; Zihniyet ve Oluşum
İktidar nasıl bu kadar güçlendi ve toplum nasıl böyle zayıflatıldı? Büyük aydınlanma düşü nasıl oldu da modern kabusumuza dönüştü? Bu kadar bilim-teknik ilerleme nasıl insanlığın başına bela haline getirildi? Demokrasiden, halk egemenliğinden, insan haklarından bu kadar bahsedilirken doğal demokratik özdeki toplum nasıl bu kadar zayıflatıldı? Çağımızın güncel sorunlarına ilişkin benzeri soruları çoğaltmak mümkündür. Oldukça çelişik görünen bu hususların çözümlenmesi kaostan çıkışın ipuçlarını da verebilir.
Güncel tartışmalar göz önüne alındığında modernizmin aşıldığı veya aşılmak istendiği, modernötesi arayışların hızlandığı dikkat çekmektedir. Modernizmin ötesine her kes farklı anlamlar biçmekte, farklı yorumlar getirmekte. Dünyanın son yüzyılları modern çağ olarak adlandırıldı. Buna ayak uyduranlar uygar, uyduramayanlar ise ilkel olarak görüldü. Modern olmak her kes için ortak bir hayaldi. Modern olmak isteniyorsa batıya benzemek gerekiyordu. Adeta bir kader olarak modernizm her kesin önünde kapitalist batının başarısının sırrı olarak durmaktaydı ve gelişmek isteyen bütün uluslar bu kaderi paylaşacaktı. Bunun dışında ilerlemenin farklı bir yolu yoktu. Modernist paradigmanın temelleri Avrupa da yüzyıllar süren bir mücadele sonucu oluşmuştur. Adına aydınlanmada denen bu süreç batı toplumunda çok ciddi değişimlere yol açmıştır. Aydınlanma felsefesi bilimsel kesinlik inancına dayanır. Dinsel doğmatizmin bilimsel düşüncenin gelişimiyle geriletilmesi batı toplumlarının önünde muazzam ufaklar açmıştır. Bilim adeta yeni kurtarıcı gibi ortaya çıkmıştı ve her derde deva olarak görülüyordu. Dinsel doğmatizmin baskısından kendisini kurtaran birey bilimden aldığı güçle tarihte ilk kez özgür olabileceğini hissediyordu. Donmuş zihniyet kalıplarının kırılması doğanın muhteşem canlanışını da beraberinde getirmişti. Bu zihniyet devrimi tarihteki iki büyük zihniyet devriminden beslenir. Birincisi Toros-Zağros kavisine dayalı neolitik zihniyet devrimi, ikincisi ise Ege’nin her iki yakasına dayalı felsefe devrimidir. Bu iki devrim anlaşılmadan Avrupa aydınlanmasını anlamak mümkün değildir. Sürece yeni katılan Aryen topluluklar uzunca bir süre Hıristiyanlık tarafından eğitilmiş sürece dahil edilmişlerdir. Böylesi bir tarihsel arka plana sahip Avrupa aydınlanmasını doğrudan kapitalizmin bir eseri olarak görmek temel bir yanılgıdır. Kapitalist iktidarın tümden hakim hale gelişi ancak 19. yüzyılda mümkün olmuştur. Aydınlanma çabalarının tarihi 12. yüzyıla kadar dayanmaktadır. 15. yüzyılda bu çabalar sonuç vermeye başlar ve 19. yüzyıla kadar sürer. Ondan sonrası bu muhteşem devrimin kapitalist iktidar tarafından bitirilmesi sürecidir. Kaldı ki kapitalist unsurlar tarihin her döneminde var olmuşlardır. Fakat hiçbir zaman iktidarlaşamamışlar daha doğrusu toplumsal güçler buna imkan tanımamıştır. Bu açıdan bakıldığında kapitalizmin iktidarlaşması bile toplumsallığın tarih boyunca ne kadar zayıflatıldığının bir göstergesidir. Toplumsallık ne kadar güçlüyse kapitalizmin iktidar olması o kadar zordur. Kapitalizm sınırsız biriktirmeye dayalı bir ekonomik sistemdir. Toplumu bir bütün olarak ekonomiye indirger. Toplum onun için değer biriktirilecek kocaman bir fabrikadan ibarettir.Toplumun metalaştırılması denen olguda budur. Toplum ise biriktirmeye değil dağıtmaya ve paylaşıma dayanır.
Toplumda ki dağıtmaya dayalı güçlü gelenekler, bu temel ilkeden kaynağını alırlar. Sadece bu nokta bile kapitalizmin, nasıl toplumsallığın temel ilkeleriyle çeliştiğini göstermek için yeterlidir. Bütün iktidarcı tarihsel sistemler toplumsallığı zayıflatmışlardır. Fakat hiçbir iktidar toplumun temel değerleriyle bu kadar çelişmemiştir. İktidarın sürdürülebilirliği birazda toplumun sürdürülebilirliğiyle mümkün olmuştur. Bu nedenle bütün tarihsel sistemler iktidarla toplum arasında ki bu hassas dengeye özen göstermişlerdir. Fakat kapitalizm bu dengeyi doğası gereği iktidar lehine bozmuştur. Kapitalist ulus- devletin tarihin tanıdığı en gerici devlet biçimi olması da bu karakterinden dolayıdır. Topluma iktidardan bağımsız nefes bile aldırtmak istenmemektedir. Kendi kendisini üretecek kadar bile imkan tanınmamaktadır. İktidarın tarihsel olarak geleceği nokta ancak burası olacaktır. Toplum içinde şekillendiği doğasıyla beraber imha tehdidi altındadır ve kuşkusuz buna karşı direnecektir. Bu yüzden kapitalizmin krizi derken sadece kapitalist iktidar biçimlerinin krizini kastetmiyoruz tarihsel iktidarın krizini kastediyoruz. Bütün bir devletli-sınıflı toplum uygarlığı krizdedir ve yeni toplumsal kuruluşun radikalliği de krizin bu derinliğinden kaynaklanmaktadır. İktidar toplumsal bünyeden dışlanmadan toplumun kendisini sürdürmesi mümkün değildir. Bu temelde radikal demokrasi toplumun iktidar yaratmadan kurulması ve sürdürülmesi demektir ki toplumun doğası buna daha uygundur. Kuşkusuz ki modern çağ aydınlanma değerleri üzerinden yükseldi. Ve bu gün bütün dünya anladı ki modernlik kapitalist iktidarın yayılması olmaktadır. Modernizm bilimsel kesinlik inancına dayanıp bilimi doğruya ulaşmada tek geçerli yol olarak kabul etti. Bilimin sonuçları deneysel olduğu için doğruluğundan kuşku duyulamazdı. Bilimin temel kaygısı doğruya ulaşmaktır, iyiye ve güzele ulaşmak bilimin kaygısı olamazdı. Bu ancak felsefenin kaygısıdır. Böylece doğruya ulaşmanın yolu ile iyiye ulaşmanın yolu birbirinden ayrıştırıldı. Bilimle ulaşılan doğrular kesin ve mutlaktır. Oysa felsefe iyinin araştırılması olarak her zaman doğru sonuçlara varmayabilirdi. Bilimle felsefenin ayrıştırılması,bilimsel sonuçların hiçbir felsefik ahlaki kaygı taşınmadan mutlak doğru olarak kabul edilmesini getirdi. Böylece bilim-iktidarın yolu ardına kadar açılmış oluyordu. Modern bilimin insanlığın başına bu kadar bela getirmesinin altında bu ayrışma yatmaktadır. Bilim toplumdan kopartılarak iktidarın hizmetine sokulmuş olundu.
Daha sonra modern disiplinler iktidarın ihtiyaçları doğrultusunda mantar gibi bittiler. Doğa bilimleri kendi içerisinde bir çok disipline bölündü. Bu bilim gerçekliğin tek doğru araştırma biçimi olarak toplumsal alana da uygulandı.Bu alanda da bir çok disiplin gelişti. Olguların parçalara ayrıştırılarak incelenmesi 19. yüzyıl biliminin temel mantığını oluşturdu. Gerçekliğin bütünlüklü anlaşılması temel bir kaygı değildi. Gerçekliğin parçalara ayrıştırılarak işe yarar kısımlarının araştırılması yapılıyordu. Modern bilim doğal ve toplumsal olgularda sıkı bir nedenselliğe inanıyordu.
Bütün gelişmeyi neden sonuç ilişkileri çerçevesinde izah etmeye çalışıyordu. Modern bilim doğal ve toplumsal gelişmeyi bir bütünen izah edecek mutlak yasalar bulacağını ve hatta bulduğunu iddia ediyordu. Gelişme kesin katı bir yasallık içerisinde hep ileriye doğru gerçekleşiyordu ve bilimsel yöntemi esas alan araştırmada ısrar edilirse bu yasalar kesinlikle bulunabilirdi. Bunun topluma uyarlanması kaba bir mekanikçiliği doğurdu. Her kes toplumsal gelişmenin yasalarını bulduğunu iddia ediyor ve toplumun nasıl gelişeceğine dair kehanetlerde bulunuyordu. Bu 18. yüzyıl ütopyacılığından farklı bir şeydi. 18. yüzyıl ütopyacıları bilimsel olma iddiasında değillerdi.
Onlar sadece yaşanılabilir bir toplumun nasıl olabileceğini tasvir ediyorlardı. Oysa 19. yüzyıl bilimcileri son derece bilimsellik iddiasındaydılar ve hakim yasalar ışığında nasıl bir toplumun kurulacağını bulduklarını kesin bir katılıkla ortaya koyuyorlardı. Doğal olarak 18. yy ütopyacıları 19. yy bilimcilerine göre toplumsal tahayyüllerinde daha özgürdüler. Modern bilimin felaketli sonuçları günümüzde iyice açığa çıktıkça bu mantık eleştiri konusu olmaktadır.
Modern bilim bizzat bilimin kendisi tarafından sınırlandırılmaktadır. Yeni bilimsel gelişmeler yeni bir bilimsel zihniyetin doğuşunu koşullandırmaktadır. Adına karmaşa bilimi veya kuantum bilimi de denen bu yeni bilim 19. yy bilimsel paradigmasının gerçekliğin çok sınırlı ve kaba yönünü açıkladığını, mikro ve makro boyutlarda tümden başarısız kaldığını söylemektedir. Gelişmenin düz çizgisel olmadığı, ileri geri hareketlenmelerin mümkün olduğu, yasallığın mutlak karakterde olmadığı, daha esnek hızla değişebilen çeşitliliğe imkan tanıyan yasallık anlayışının daha geçerli olduğu bu yeni bilimin ulaştığı sonuçlar arasındadır. Bunun toplumsal alana yaratıcı biçimde uygulanması daha devrimsel sonuçlar vermektedir. Bilim-iktidarın aşılarak bilimin demokratikleştirilmesi insanlığın gündemine girmiş durumdadır. Bilimi çoktandır bağlarını kopardığı felsefe ile yeniden bütünleştirmek yeni çağın en temel devrimci görevlerinden bir tanesidir. Yani iyi ve güzelin araştırılması ile doğrunun araştırılması birleştirilmeden gerçekliğin bütünlüklü kavranışı mümkün olmayacaktır. Ayrıca aşırı ayrıştırılmış disiplinlerin bütünlüklü bir perspektiften yeniden ele alınması gerektiği de ortadadır.
Aydınlanmanın getirdiği bir diğer değişimde bireyin toplumsal özne haline getirilmesi oldu. Tarihte iktidar tarafından hep bastırılan, özgür toplumunda özgürce yaşamasına hiç fırsat verilmemiş bireyin uyanışı devrimci bir karakter taşır. Uyanan birey özgürce yaşayacağı toplumunu aramaktadır. Bilimsel düşünceden beslenen birey tanrıdan kopmuş bir zihniyetle olgulara bakmakta, tanrısız yaşamaya cesaret etmektedir.Bu aynı zamanda insanın müthiş bir öz-saygı ve öz-değer kazanmasıdır. Aşırı siyasallaşmış iktidara bulaşmış dinin, siyasal alandan dışlanması yeni gelişmelere daha fazla imkan tanımak içindir. Felsefenin en çok bu dönemde gelişim kaydetmesi rastlantı değildir. 19. yüzyıla kadar ki Avrupa tarihi bireysellik, hümanizm, ve dinsel reform mücadelesine tanıklık eder.
Aydınlanmanın uyanan bireyi özünde özgür toplumunu kurmak için mücadele eden bireyidir. Burada özgür toplumla özgür birey arasında bir çelişkiden bahsetmek mümkün değildir. Bireyin kendi öz toplumuna yabancılaşması, ürettiği değerin iktidar tarafından gasp edilmesiyle olur.Birey-toplum ilişkilerinde ki dengesizlik toplumsal ve bireysel dokuların iktidar tarafından tahrip edilmesiyle ortaya çıkar. Bireyin toplum tarafından hiçleştirilmesi nasıl bir iktidar biçimi ise toplumun atomize edilerek bireyin toplumun karşısına konulması da modern iktidar biçimidir. Kapitalist iktidarın Aydınlanmanın uyanan bireyinin başına getirdiği de bu olmuştur. Tarihsel iktidarlar rantlarının kaynağı olarak gördükleri toplumu sürdürmeyi daha fazla esas almışlar ve bu uğurda bireyi hiçleştirip her fırsatta kurban etmekten çekinmemişlerdir. Kapitalist iktidar ise doğası gereği bireye dayanmak durumundadır. Çünkü o toplumun dağıtılması üzerine kurulu yegane tarihsel sistemdir. Sınırsız biriktirmenin sürdürülmesinin tek yolu toplumun sürekli dağıtılmasıdır. Aydınlanmanın özgür toplumunu arayan bireyi, topluma karşı sürekli tanrılaşan bireyciklerine dönüştürülmüştür. Bu anlamda modern birey metalaştırılmış bireydir. İktidar tarafından bütün varlığıyla feth edilmiştir.
Kapitalist iktidar tek tek bireyler üzerinden sürdürülen bir iktidardır. Birey-toplum ilişkilerine bir de iktidarın çözümlenmesi temelinde baktığımızda ortaya çıkan şu olmaktadır, nerde birey ve toplum arasında bir çelişkiden söz ediliyorsa orda iktidar var demektir. Toplumsallık özünde demokratik temelde bir güç biriktirmedir. Yaşamın sürdürülebilmesi için tek tek bireylerin sahip olmadığı maddi ve manevi gücün biriktirilip bireylere aktarılmasıdır. Toplumunoluşum tarzında, birey topluma güç verdiği kadar hatta ondan daha fazla toplumdan güç alır. Bir çelişkiden bahsetmek mümkün değildir. İktidar ise biriktirilen bu güce el koyma yani bu gücü gasp etmedir. Burada birey toplum diyalektiği kopar. Birey güç verdiği kadar güç alamamaktadır. Giderek kendi toplumu ona yabancılaşır. Ne istediği gibi güç verebilmekte nede ihtiyacı olan gücü alabilmektedir. Birey toplum çelişkisi bu noktada ortaya çıkar. Modern sosyal bilim bu çelişkinin hangi taraf lehine çözüleceğinin tartışmasıyla doludur. Tartışmanın bu biçimde yürütülmesi bile başlı başına bir çarpıtmadır. ‘’Ya bireyi ya da toplumu tercih edeceksin.’’ Oysa asıl tartışma, birey toplum ilişkilerinde ki dengesizliğe yol açanın iktidarın kendisi olduğu ve çözümünde ancak iktidarın aşılmasıyla mümkün olacağı noktasında yürütülmelidir.
Günümüzde modernlik adına ne varsa kriz halindedir. Aydınlanmanın devrimci idealleri kapitalist iktidar tarafından içleri boşaltılmış, kapitalist yayılmanın araçları durumuna indirgenerek günümüz krizine ulaşılmıştır. Toplumda kaos aralıkları yaşamı mümkün kılan bütün tanımlamaların belirsizleştiği dönemleri ifade eder. Eski sisteme ait bütün düşünce kalıpları toplumsal biçimler anlam kaybına uğrarlar. Kaybolan anlamın yeniden kazanılması için bütün bunların yeniden tanımlanıp sisteme kavuşturulması gerekir. Toplum sürekli kaos halinde varolamaz, hızla yeni bir düzene doğru evrilir. Sürecin nasıl gelişeceğini önceden kestirmek oldukça zordur. Yeni düzene ilişkin tanımlamalar bir anda belirginlik kazanmaz. Sürecin temel özelliği belirsizliklerle dolu olmasıdır. Zaten gelişmeye imkan tanıyan da bu belirsizlik olmaktadır. Süreç oldukça esnek bir yapıda işler. Doğa ve toplumda ki biçimleniş zenginliği de bu esneklikten kaynaklanır. Esneklik özgürlüğe imkan tanır.Özgürlük ise öz irade ile seçim yapma böylece sürece etkide bulunma demektir. Yapılacak her seçim muazzam etki yaratır buda yapılanma zenginliği ve çeşitliliğini artırır. Yapılan seçimler ve seçim yapan güçlerin mücadele düzeyleri kaostan çıkacak düzeni belirler. Bu nedenle kaos dönemleri güçlü seçimler yapmayı şart kılar. Eskinin düşünce ve yaşam alışkanlıklarından kurtulundukça daha güçlü seçim yapma imkanı da artar. Tarihi araştırmak ve bu temelde günceli anlamaya çalışmak bir nevi kendi seçim imkanlarımızı netleştirme anlamına gelmektedir.
Yazı dizisi-2
MAHİR DENİZ
|
YORUM GÖNDER