BİR İNCELEME; GÜNEŞİN VE ATEŞİN ÇOCUKLARI (1.BÖLÜM)
Adnan Yücel’in tek bir şiiri, bir kitap boyunca uzanır ve sonlanır. Adnan yücel aynı biçim ve teknikle bir şiir kitabı daha vardır ve en çok onu biliriz galiba. “Yeryüzü Aşkın Yüzü Oluncaya Dek” evet, şiirin bazı bölümleri bilindik olsa da, bu şiir kitabı da tek bir şiirden oluşur.
Uzun yıllar Adnan Yücel şiirlerinin peşinde koşmuş birisi olarak belki ilk defa Adnan Yücel şiirlerine “farklı” bir şekilde bakmak isteği kaçınılmaz olmaya başladı. Şöyle ki;
21.yy’da çarpıtılmış tarih anlatımları, ya da olmayan tarihi baştan yazma eylemleri, “ötekinin” görünürlüğü arttıkça ona dair çalışmaları da özünden kopartıyor, mistik bir hava katarak “piyasalaştırılıyor” ve öteki’ne karşı “ötekinin” ihaneti oluşuyor.
İhtiyacımız olan tutarlı bir tarih anlatısı, acılarımızın kaynağını ve onu yok edecek araçların incelenmesini doğru yapabilmek, şiir, edebiyat, sanat dallarına bakarken ise egemenin bize dayattığı dilden, felsefesinden, biçimlerinden uzaklaşmak.
İşte tam bunun için Adnan Yücel’e yeniden bakmak zorunluluğu doğuyor. Bu kitap üzerine bütünsel bir inceleme bulunmuyor İsmail Beşikçi’nin çarpık anlatımları haricinde.
Güneş’in ve Ateş’in Çocukları, Kürdistan’ı ve Kürtleri tarihin başından, günümüze kadar, tarihsel, sosyolojik, felsefi olarak inceleyerek şiire dökmüştür. Bunu nasıl yaptığına bakmaya çalışacağız şimdi;
Şiir toplamda on bölümden oluşuyor. Ben bu bölümlerde, tarihsel kırılmalara sahip yerleri incelemeye çalışacağım. Bir tarihsel anlatı olarak bölümleri takip ettiğimizde Kürt halkının ilk inanışlarından, coğrafi konumlarına ve Lozan ihanetine, Koçgiri’den Dersim soykırımına, Mazlum Doğan’dan, dörtlerin gecesine kadar uzanan destansı bir anlatıma sahip.
Kitap Şiir şöyle başlar;
“Ateşin ve güneşin topraklarında
Adem'den önce de akardı o nehirler
Adem'in arkasında yürüyen erler
Bütün olanları çok sonradan gördüler”
“O nehirler”le aslında Kürdistan’ı çizmeye başlar, özünde bir harita çizim değildir bu, Kürtlerin yaşadığı en eski yerleşkelerden başlanmalı zaten Kürdistan, 20.yy ile politikaya kurban gitmiş, dönemin stratejik, taktiksel çizimlerine bakılarak bir Kürdistan anlatımı gerçekliği içerse bile bir çarpıtmaya gitmesi kaçınılmaz, zira bugün dönem dönem ortaya ondan fazla sınırları değişik değişik Kürdistan haritası mevcut.
“Ateşin çocukları olmazdan önce
Şamaş'ın çocuklarıydılar”
Adem’den önce akan iki nehrin arasında Medya’nın ataları, Ateşin çocukları olmazdan önce Güneş’in çocukları olarak tanımlayarak devam ediyor Kürtleri anlatmaya ( bundan sonra özellikle belirtmeyeceğim, her betimleme, her inanış, her kültürel ve sosyolojik vurgu Kürtlerin kendisine ve Kürdistan’a aittir.) Yani Güneş Tanrısı Şamaş. Hurrilerin Şimîge’si, Urartuların Şivînî’si, Asurlular’ın Şamaş’ıdır. “Yukarı Mezopotamya’da” “Güneş” her zaman bir kült olarak varlığını sürdürmüştü günümüze kadar. “Tapılan” bir imge olmuştur. Kürt’lerin bilinen en eski inanışları böyle başlar zira. Bugün hala dilde var olan kelimeler ise bunu kanıtlar niteliğinde Şamaş ile olan bağlantının. Şimigi/Şamaş/Şivini, şem, şemal, şema, şemareng, şemamok…
“Dört bin yıl sonra bile Şamaş
Hala yurtsuz dilinde "şem"dir senin” diyor zaten şair.
“Şem” Günler başlar “şem” ile “yekşem” ilk gün yani pazar. duşem: pazartesi (ikinci gün): sêşem: salı (üçüncü gün); çarşem: Çarşamba (dördüncü gün); pêncşem: perşembe gariptir ki înî/ênî: cuma olarak geçer ve înî/enî sözcüğü de Hurrice’de Tanrı anlamına gelmekte. Böyle bir tarihsel birlikten kaçınarak anlatmak ancak kötücül bir sebepten dolayı olmalıdır ki o da Kürtlerin binlerce yıllık tarihini bu coğrafyadan silmek içindir.
“Yapma dağlar diktiler yeryüzüne
Adına "zigurrat" dediler
iki nehrin arasındaki tüm halklar
Bir ağızdan ayn ı sözü söylediler”
Zagros Dağlarında Ziguarrat denilen yapıların kendisi, tapınak olarak kodlansa da bir yanıyla da iki hırçın nehrin arasında kalan Kürdistan, nehir taşkınlardan korunmak için de yapıldığına inanılır bu yapıların. Gündelik ihtiyaçlardan bağımsızlaştırarak anlatılan dinsel ögeler her zaman mistik hava katılsa da özünde halkların ihtiyaçlarını da karşılamak üzere kurgulanmıştır. Ama asıl önemli olan bu iki nehir arasında kalan halkları anlatırken Kürtlerin de orada olduğu bilinçli olarak gizlenir.
“Ninsun ağlayıp üzülmesin diye
Görkemli çınarlar diktiler birine
En büyük olan Babil'dekine”
Bu tarihi binalara, Kürtlerin de taş taşıdığı bilinirse Babil’in Asma Bahçeleri’ni anlatırken de Kürtleri anlatmak zorunda kalırlardı çünkü! O güzeller güzeli, dillere destan olan Babil’in Bahçesi’nde Kürtler ha? Ve Ninsun’un gözyaşları dinsin diye çiçekler taşıyan Kürtlerdi ha!? Ninsun yani Gılgamış’ın annesi. “Gılgamış ve Kürtler” görüp çılgına dönecekler biliyorum ama unutulmasın ki Toroslardan Zagros’a kadar hatta Sümerlilerin uzunca yaşadığı Yukarı Mezopotamya Kürtlerin yurdudur ve orada geçen her destan, her büyük yapı, sanatla, kültürle, ekonomiyle ilişkide olan her halk aynı zamanda Kürtlerin de tarihidir. Kürdistan coğrafyası içinde gelişen bu yaşamsal belirtiler Kürtlerin kendisinin de hikayesi olunduğu bilinmelidir. Yani söylemek gerekir ki Babil’e ve Sümerliler’e atfedilen, anlatılan tüm destanlar, anlatılar, Kürtlerden bağımsız okunamaz. Gözlerinizde Kürtleri oralarda canlandırmak zor gelebilir ama bir tarih okuması yapılacaksa böyle olmalı. Şair zaten şöyle devam ediyor anlatımına;
İskit oldun
Hitit oldun
işuva'da özgür gezen yılkı atlarını
Savaş arabalarına ilk sen koştun
Babil'in asma bahçelerini
Urartu'nun dağ kalelerini kurdun
Ve Asur'da başkaldırıp zulme
isyanı ateşin diliyle tarihe koydun”
Kürtlerin tarih boyunca yaşadığı bu coğrafyada tarih anlatımları, kürtlerden bağımsız anlatılır. Ve bir şair çıkıp, Kürtlerinde olduğu bu coğrafyayı, Kürtlerden nasıl arındırarak anlatıldığını yüzlerine vuruyor “resmi tarih” anlatıcılarına. Çünkü İskitlilerin, Hititlilerin, Babillerinin, Urartuluların, Asurluların yaşadığı coğrafyada, tarihi ne kadar geri götürürseniz götürün Kürtlerin de orada olduğu, tarihsel bir gerçek.
“Ve Medya nehrine "zerdüşt" dediler
Bir de "avesta" adlı tabletlerde
"Gatha" denilen kurallar gönderdiler
Güneş yerine ateşi gösterdiler”
İki nehir arasındaki halklar da aynı bir nehir gibi akıyordu tarih sahnesinde. Ve şair bu değişim ile incelemeye devam ediyordu tarihi. Medya’nın çocukları Zerdüşt oluyor, bunu nereden biliyoruz? Zerdüştiler’in Güneş ortasına Ahura Mazda’yı eklerler. Peki biz bunu ilk ne zaman görmüştük, tarih araştırmacılarının yalan söylediği Asurlulardan mı?! Hayır! Hurriler bölgede buna benzer mührü devlet sembolü olarak zaten kullanırlardı. Asurlular daha dünkü bebekti Mezopotomya da. Bunu bir “ata” bulmak adına söylemiyorum hayır. Bunu şairin anlatımlarındaki engin tarihsel bilgiyi vurgulamak üzerine söylüyorum. Bugün bile Kürdistani olduğunu söyleyen pek çok kişi bu gerçekliğin üstünden atlamaktadır.
Avesta tabletlerinde Gatha bölümleriyle oluşan, günümüze kadar pek çok bölümü gerçek anlamda yağmalansa da uzanmıştır. Ve şunda hemfikir olmalıyız ki Avesta Perslerle ne kadar özdeştirmeye çalışınsa da bunun da arka planında doğrudan Kürt tarihini yok etmek üzerine programlananların suçudur. Çünkü Avesta ile Medler, bir toplum yapılanmasına gitmiş, “Gatha denilen kurallar” ile şekillenmiştir. Ve bunu hala yaşayan, yaşatmaya çalıştığımız dil ile “zayıf kanıt” olarak görüyoruz.
“Zerdüşt bir hürmüz rahibiydi
Mazda reformcusu bilge bir kişi
Ve Medya'nın en kutsal megiydi
iyilikle kötülüğün sonsuz savaşında
iyiliğin ateşten sihirli sesiydi”
Gatha’larda boydan boya anlatılan özet olarak bu dizede saklıdır “iyilik ve kötülüğün sonsuz savaşı”
Ve ilk bölüm böyle sonlanıyor.
MERKAN AKSOYDAN
YORUM GÖNDER