KANDİL GÜNLÜKLERİ (11.BÖLÜM - SON)
KANDİL GÜNLÜKLERİ (11.BÖLÜM - SON)
0 Yorum
794
20-12-2021

DÖNÜŞ 
Yapılan görüşmeler ve hava saldırısının üçüncü gününden sonra dönüş vakti gelmişti. Pasaportlarımız misafirhanedeydi. Misafirhaneye gittiğimizde kapalıydı. Uzaktan bir evin ışıkları dışında bir yaşam belirtisi yoktu. Belki bilgileri vardır diye bu eve uğradık. Misafirhaneden görevli birine ulaşabildik. Kaldıkları yere götürdüler. Otlardan bir yemek yapmışlardı. Sofralarına ve dostluklarına ortak olduk. Pasaportlarımızı alarak Hewler’e doğru yola çıktık. Yaklaşık üç - üç buçuk saatlik bir yoldu. Yolculuğumuzun başladığı Maxsime’nin evine gittik. Sağlık sorunları yaşıyordu. Çok konuşamadık. Sabah, dönüş için biletlerimizi alıp yola çıktık. Habur sınır kapısına geldiğimizde yüzlerce araç bekliyordu. Geçiş izni verilmiyordu. 

Habur sınır kapısında günlerdir bekleyen YPG cenazelerinin defnedilmesine devlet izin vermiyormuş yaklaşık altı gündür Habur’da bekletiliyormuş. Cizre ve Silopi’de cenazelerin verilmemesi nedeniyle eylemler vardı. Bu bekleyiş sabaha kadar sürdü. Sabah tekrar yola çıktık. Yolculuk boyunca orada geçirdiğimiz günlerin sıcak yüzlü adamlarını hep düşündüm. Garip bir suçluluk duygusu içindeydim. Yalnız bırakmıştık onları. Hani sanki orada olsam onlara bir şey olmayacaktı. Uykusuzluklarına, tehlikeye, sığınaklarına da ortak olacaktım. O kadar şey anlattılar. Ahlaki duruş dediler. İnsanın insan için anlamı dediler. Ben bütün bunları çiğneyerek dönüyordum. En son konuştuğum bir kadın gerillaydı. Bu tuhaf ruh halimi onunla paylaşmıştım. Bana “Yaptığın tercih orada yaşamaktı. Ve orada yaşıyorsun heval. Bir yanın burada bir yanın orada kalırsa ikisini de yaşayamazsın. Gideceksin, buradaki yaşamı orada paylaşacaksın. Bu bile bir iştir. Sonra buraya geliş nedeninizi küçümseme, bir şeyler yapmak istiyorsun, yapıyorsun da.” Diyerek huzursuzluğumu dindirmeye çalışmıştı. Yeni tanışmıştık ama sanki yıllara dayanan bir hukukumuz varmış gibi çaba gösteriyordu. Otobüste hep onlarlaydım. Ne olacaktı şimdi. 

Tarih otuz yıl öncesine yeniden mi dönüyordu. Dağlara selamını götürdüğümüz Şeyh Sait’in torunları yeniden mi ölmeye başlayacaklardı. Biliyorum, belki öleceklerdi ama dedeleri utanmayacaktı. Eve döndüğümüzde herkes tedirgindi. Uzaktaki için bu daha zor olmalıydı. Yeniden hayata dönmüşüm gibi davranıyorlardı. Oysa ben oradakilerin, o ateşin içinde kalanların, gidecek bir evlerinin olmadığını biliyordum. Üzülmekle yetinemeyeceğim kadar dosttular. Günlerce televizyon karşısında ayrılmadım. Bildiğim ne kadar haber kanalı ve gazete varsa günlerce onları dinlemek ve okumakla geçiyordu. Geldiğimizin ikinci ya da üçüncü günüydü. Hava saldırısının başladığı ilk gün bizi Zergele köyünde bakkalık yapan Necip Abdullah’ın evine bırakmışlardı. Akşam haberlerinde Zergele köyünün bombalandığını, kaldığımız evin yerle bir edildiğini görüntülerden ve haberlerden öğrenmiş oldum. Bu saldırıda Necip de hayatını kaybetmişti. Annesini hatırladım, o gece sabaha kadar dua etmişti. Çok korkmuşlardı. O yüzden de ikinci gün bizi başka bir köye götürdüler. Annesi ve bir oğluyla beraber kalıyorlardı. Eşi ve bir oğlunun başka bir şehirde olduğundan bahsetmişti. Sanırım iki bin on bir yılında da bakkalını bombalamışlardı. Oysa o gece umarsız bir şekilde yatağını evin avlusuna serip, bomba sesleri arasında uyuduğunu anımsıyorum. Şimdiyse derin bir uykuda…

TANRI YOKTU 
Biz döndüğümüzde, Cizre ayrıldığımız şehir değildi artık. Tanrı orada yoktu. Ellerini gökyüzüne açmış kadınlar tanrıyı çağırıyordu. Cizre sokaklarında ölü çocuklar, bakışlarını vicdanlarımıza bırakıp gitmişti. Oyunları, oyuncakları yarım kalmıştı. Neden öldüklerini dahi bilmiyorlardı. Aynanın simli yüzünden, yüzümüzdeki utanca bakıyorlardı. Aynanın görünen yüzü kırıktı. Bakanın yüzünde parçalanıyordu her şey. Evlerde oyuncaklar, neden oynanmadıklarını anlayamıyorlardı. Orada tanrı yoktu. Cudi’nin zirvesinde bekleyen Nuh, tanrıyı çağırıyordu. Biz geldiğimizde heval, yüzü Cizre’ye benzeyen bir adamın ölü bedeni, panzere bağlanmış sürükleniyordu. Ölüm utanıyordu. Tanrı bir türlü gelmiyordu. Sonra adamın abisi, “Kardeşimi gülüşünden vurdular” diye haykırıyordu. Onu kimseler duymuyordu. 

Biz geldiğimizde heval, ölü çocukları anneleri, kokmasın diye buzdolaplarında saklıyordu. Ölüleri gömmek de bu şehirde yasaktı. Vahşi bir beslenme biçimiydi bu, tanrı bir türlü gelmiyordu. Sonra başka bir çocuk, yıkılmış evlerinin önünde “evimizi bozmuşlar” diye iç geçiriyordu. Her şey bir oyundu çocuklar için evler bozulmuştu ve tanrı gelmiyordu. Biz geldiğimizde heval, Warto meydanında bir kadın gerillanın çıplak bedeni duruyordu. Ağaçlar gözlerinden utanıyordu. Çıplak bedenli kadın, insanlığımızın utancıydı. Az satılan gazetelerde, “Ey insanlar asıl sizin suskunluğunuz bizi öldürüyor” diyen çocukların çığlığı yankılanıyordu. Ama kimse duymuyordu. Biz geldiğimizde heval, Taybet anayı vurmuşlardı sokak ortasında. Oğulları, kızları günlerce pencereden baktılar annelerine. “Annem üşümüştür şimdi üstüne bir şeyler örtün” diye yalvarıyordu. Ölüye yaklaşanı da vuruyorlar bu şehirde heval. Oysa herkes ölümün kıyısıydı. Bu şehirde cenazeleri gömmeye de izin yok heval. Antigones’in Yunan trajedisi değil bu. Mitolojik bir hikaye hiç değil. Bizdik ve yaşanılan buydu. Biri kutsanırken, diğerinin bedeninisokak vitrinlerine koyuyorlardı. Öldürenin kutsandığı hikâyeler yazıyor cesetle beslenenler. Bütün bu kutsal ritüeller kral içinmiş oysa. Anneler, ölü kızlarıyla yatıyor bu şehirde. “Kızımla geçirdiğim en huzurlu gecemdi” diyen annenin çığlığıydık biz. 

Biz geldiğimizde, bodrum evlerinde aç ve susuz insanları bombalıyorlardı. Kimi ölümcül adamlar vasiyet ediyordu “Tarihe not düşün boyun eğmedik, bizimle gurur duyun” diyordu yüreği çöl olanlara. Hüseyin’in torunlarıydı onlar, Kerbela’nın susuzluğundakiler insanlığımızdı. Cudi’nin doruklarında Nuh kapatmıştı elleriyle yüzünü ve tanrı “Her insandan, kardeşinin canına kıyan herkesten hakkınızı arayacağım” demişti tufandan sonra. Sözün ne zaman yerini bulacak tanrı. O bodrum evlerinde kalanlar cayır cayır yakılıyordu heval. Hastane morglarında çocuklar, ölü babalarını arıyorlardı. “Beş kiloluk bir poşetin içinde yanmış kemikler verdiler elime, baban bu dediler” diye anlatıyordu. Yusuf oradaydı, Hüseyin Kerbela’da susuyordu ve tanrı bir türlü gelmiyordu. Her yerde bizi öldürüyorlar heval. Kürdi toprakların bütün bölünmüş coğrafyasında. Halepçe’de, Roboski’de, Mahabad’da, Cizre’de, Dersim’de. Nedense silahları ve hapishaneleri olanlar haklı heval. Eğer bu vicdansa, bir tufan göster tanrı…


İBRAHİM DAĞ

YORUM GÖNDER

ZİYARETÇİ YORUMLARI

BENZER KONULAR

EZDA

GÜLÜMSE ÖLÜM UTANSIN

ÜLKEMİN HARİTASIDIR YERYÜZÜNÜN ÇİZGİLERİ

CESUR RUHLARIN EYLEMİ - SANAT

8. SAKİNE CANSIZ FESTİVALİ

FAŞİZMİ YIKACAĞIZ ÖZGÜRLÜĞÜ KAZANACAĞIZ

SOLGUN SARI

İKLİM KAHVERENGİ

PATİKA

BİR YARA BİNLERCE ACI

DENGÊ ZÊ

GÖZYAŞLARIN HEZİL’E DÜŞMESİN

BAŞKA DİLDE ANNE OLMAK

SİZ DE 'GREV'E KATILIN !

KANDİL GÜNLÜKLERİ - YOLCULUK-(1.BÖLÜM)

KANDİL GÜNLÜKLERİ (2.BÖLÜM)

KANDİL GÜNLÜKLERİ (3.BÖLÜM)

KANDİL GÜNLÜKLERİ (4.BÖLÜM)

KANDİL GÜNLÜKLERİ (5.BÖLÜM)

KANDİL GÜNLÜKLERİ (6.BÖLÜM)

KANDİL GÜNLÜKLERİ (7.BÖLÜM)

KANDİL GÜNLÜKLERİ (8.BÖLÜM)

KANDİL GÜNLÜKLERİ (9.BÖLÜM)

KANDİL GÜNLÜKLERİ (10.BÖLÜM)

KANDİL GÜNLÜKLERİ (11.BÖLÜM - SON)

BİR TANIKLIK ROMANI: EZDA

BİR İNCELEME; GÜNEŞİN VE ATEŞİN ÇOCUKLARI (1.BÖLÜM)

BİR İNCELEME; GÜNEŞİN VE ATEŞİN ÇOCUKLARI (2.BÖLÜM)

BİR İNCELEME; GÜNEŞİN VE ATEŞİN ÇOCUKLARI (3.BÖLÜM)

BİR İNCELEME; GÜNEŞİN VE ATEŞİN ÇOCUKLARI (4.BÖLÜM)

BİR İNCELEME; GÜNEŞİN VE ATEŞİN ÇOCUKLARI (5.BÖLÜM)

ZİWAN Çİ YO?

IVAN ALEKSANDROVİÇ GONÇAROV VE OBLOMOV (1812-1891)

ZİNDANDAN BİR KİTAP DAHA ÇIKTI

BESÊ ANUŞ’UN HAYATI ROMAN OLDU

BAGOK EZGİSİ

NAR SUYUNA BULANMIŞ DÜŞÜM

YPS GÜÇLERİNİN DİRENİŞİNİ ELE ALAN DİZİ: 'TAVA SOR'

NERÎNEK Lİ SER FİLMÊ REŞEBA

BİR YOL HİKÂYESİ

M. ŞOLOHOV VE DURGUN DON ÜZERİNE...

SESİNİ KURŞUN SESİYLE BİRLEŞTİREN DEVRİMCİ SANATÇI: HOZAN SERHAT

NAR SUYUNA BULANMIŞ ŞİİRLER

29'UNCU HÜSEYİN ÇELEBİ EDEBİYAT ÖDÜLLERİ SAHİPLERİNİ BULDU

“NAR SUYUNA BULANMIŞ DÜŞÜM”

KISA BİR ÖN SÖZ

KOBANÊ’DE BİTMEYEN UMUTLAR

PRAKSİS’İN YENİ ALBÜMÜ FERMAN/DERMAN YAYINDA!