KANDİL GÜNLÜKLERİ (7.BÖLÜM)
DOKSANLI YILLAR
PKK, tarih sahnesine çıkışından bugüne tanıdığım bir siyasi hareketti. Yoksullar hareketiyiz diyorlardı. Cemil Bayık; kaynakların israf edilmesi karşısında “biz hamallık yaparak bugüne geldik” demesi de bunun kanıtıydı. Bu partiyi romantizm yıllarından tanıyordum. Yakın köyümüzde Abdullah Öcalan’ın yakın arkadaşı olan biri de bu partinin hatırı sayılır üyelerindendi. Ben de Kürt olduğumu onun gibiler sayesinde öğrenmiştim. Sık sık köyümüze gelip giderlerdi. Çocuk yaşlarımda ilgimi çeken şey, gömleklerini, kollarındaki saati, bir paket sigaralarını paylaşmalarıydı. Bende sempati uyandırıyordu bu davranışları. Fedakârlardı. Aşk gibi yaşıyorlardı. Fakat bizim Aleviliğimizin, Kürtlükle ilgili bir handikabı vardı. Asimilasyonu yoğunluğuna yaşayan bir topluluktuk. Devlet iş olanaklarını, okullaşmayı yaygınlaştırarak bizi kendisine tabi kullar haline getirmişti. Babamın “İt ol devlet kapısında ol” demesini şimdi daha iyi anlıyorum.
O zamanlar ne Şark Islahat Planı, ne Dersim vahşeti, ne de köyümüz civarındaki Ermenilerin infaz hikayeleri... Bütün bunlardan habersiz büyüyordum. Oysa biz tufanın içindeki balıklardık. Kendi gerçeğimle tanışmam, resmi ideolojinin hem beni öldürüp hem de ona tapınmanın nasıl bir trajedi olduğunu öğretmesiyle başladı. Ömrümüz uzun olsun diye celladını seven bir kavim yarattılar. “it ol devlet kapısında ol” diyen babamın korkularını şimdi daha iyi anlıyorum. Bu romantizm bittiğinde, On iki Eylül’ün üstümüzden bir silindir gibi geçip gittiği yıllardı. PKK eylemlerini daha sık duyar oldum. Doksan ikili yıllarda yaşanan kent baskınlarının şahidiydim. İki ateş arasında kalan bizlerden mutlaka birkaç kişi ölürdü. Sabah uyandığımızda ölü ele geçirilen teröristlerden bahsediyordu haber bültenleri. Ölenler orada yaşayan sıradan insanlardı. PKK yapmış oluyordu bütün bunları. Devlet kayıtlarına böyle geçti bu yaşananlar. Eski bir gerilla olan Avaşin’e sordum. Böylemiydi gerçekten diye. “Birçok eyleme şahit oldum. Eylem alanında yoktuk. Köyde bir çatışma oluyor. Biri sağda biri solda ateş ediyor. Telsizlerde soruyorduk bizden kimse yok yanıtını alıyorduk.
Amaç halkı bezdirmek köyler özelinde de halka koruculuğu dayatmak için askerin oynadığı bir tiyatro oyunuydu. Köylülere; bakın işte gerilla size burada rahat vermeyecek, hayvancılık yapamayacaksınız, çocuklarınız, köyünüz güvende değil; bu yüzden koruculuğu kabul etmeniz lazım diye propaganda aracı olarak bu eylemler kullanılıyordu. ”devamla PKK’nin eylem tarzını anlatıyordu. “PKK eylem tarzı nedir mesela, eylem hakim bir tepede planlanarak yapılır, hedeflenen noktaya yapılan saldırı gerçekleştirilir ve geri çekilinir. Köyün içini hedef alan bir eylem tarzı olamaz gerillanın. Eylemin mantığına aykırı her şeyden önce. Yalnız buna bir virgül koyarak bahsetmek istiyorum. Örgütün karanlık yılları vardı, ‘Gerillanın Umudu’ adlı kitabı okudun sanıyorum, orada Ebubekir, Parmaksız Zeki, Botan, Hogır gibi kendi başına hareket eden parti değerlerini hiçe sayan sonrada örgüt tarafından hain ilan edilen kişilikler vardı.
Fakat bunların bölgede etkisi seksen altı doksan yılına kadar sürdü. Halkın değerlerini hiçe sayan hainlikler yaptılar, devletten çok örgüte en büyük zararı verenler bunlardı. Fakat sizin bahsettiğiniz tarihler örgütün bütün alanlarda hakimiyet sağladığı dönemlerdi. O yıllarda bu tür eylem biçimlerinin olması mümkün değil. Bizde eylem bir tepe noktası ve hedeflenen merkez seçilirdi. Sivillerin olup olmadığı hesaba katılırdı, gerilla bu alanlara eylemini yapar çekilirdi. Gelişigüzel saldırı diye bir planlama olamaz.
”1994 PKK’Yİ İMHA PLANI VE MÜLTECİ KAMPLARI
‘’Kaldığımız gün sayısını tutmuyorum artık. Kimse yokken kitap okuyor sorular biriktiriyorum. Bir daha buraya gelebilir miyim bilmiyorum. Burada kalanlardan sürekli yaşadıkları anıları anlatmalarını istiyorum. İlginç bir ruh halleri var. Bir övgüyü asla duyamazsınız. Bunu da sormuştum.’’
Giden yoldaşlara haksızlık olur diyorlardı. 1994 yıllarında devlet ve PKK çatışmalarının en zirve dönemiydi. Gelhat’ın katılanlardan geriye kalan beş altı kişiden biriyim demesinin yanıtlarını arıyordum. Yine her zamanki gibi yanı başımızda bir ırmak akıyordu, yine börtü böcek kendi şarkısını söylüyordu, yine gecede bir hüzün havası vardı. Ve Gelhat, yüzünde biriktirdiği bir keder yolculuğuna beni yeniden çıkarıyordu. “Doksan dört yıllı, PKK’yi toptan imha planıydı. Devlet modern silahları ve askeri yığınaklarıyla tam anlamıyla PKK kıyımı yapmak üzere hazırlanmıştı. Devletin bu hazırlığı bizim en çetin yıllarımızdı. Mücadelenin kökünü kazıma amacı taşıyordu. Bölge bölge bir imha hareketi şeklinde gelişti. Doksan üç yılını hatırlıyorsunuzdur. Kürdistan da bir göç hareketi başladı. Köyler boşaltılıyor, boşaltmak istemeyenlerin evleri yakılıyor, PKK ye yakın oldukları düşünülen insanlar katlediliyordu. Faili meçhuller dönemi, bir diğer anlamıyla Kürt halkının tufan günleriydi.
Devlet bir tercih istiyordu, ‘ya bizdensiniz ya onlardansınız’ halk köylerini terk ederek batı şehirlerine göç etmeye başladı. Özellikle Mersin, Adana, İstanbul Kürt göçlerinin yığınağı haline geldi. Birçoğu gidemedi, kalanların önemli bir kısmı yaklaşık on beş bine yakın insan Güney Kürdistan’a (Kuzey Irak) göç etmek zorunda kaldı. Güneydeki Etruş Kampı da böylece oluşmuş oldu. Birleşmiş Milletlerin çabalarıyla yerleşenler dışında, doksan sekiz yılında gelip en son Mahmur Kampına yerleşen ve bugün nüfusu on beş bini geçen Botan halkını da anmadan geçemeyeceğim. Mahmur halkı sekiz yer değiştirmek zorunda kaldı. Bu kampın dışında burada yaşayan, akrabalarının yanına yerleşenler de vardı. Özellikle Zaho, Dohok ve Soran bölgesi olarak kabul edilen Diyala, büyük bir Kuzey Kürt göçü aldı. Kamplarda yaşayanlar büyük sıkıntılar çektiler. Düşünün bir; hayvancılıkla uğraşan, köylerinde özgür yaşayan bu insanları etrafı tellerle çevrili bir hapishaneye getirip yerleştir. Her zaman doğduğu topraklara gitmeyi özleyen bir halk sosyolojisi, öte yandan yaşadığı yerde kendine yabancılaştırılan, açlıkla, sıkıntıyla, hastalıkla cebelleşen aç susuz bir halkın mülteci kaderi.
Botan halkı ilginç bir halktır. Yüzlerce insan için yapılmış tuvaletlerde dahi kuyrukta beklemek zorundasınız. Utangaç bir halktır Botan halkı, kadınların, erkeklerin tuvalete gitmek için dahi sıra beklemek zorunda bırakıldıkları bir utanç halini yaşıyorlardı. Birleşmiş Miletlerin yaptığı tek yardım, çadır ve su bidonundan başka bir şey değildi önceleri. Bir süre sonra pirinç, un, şeker ve yağ verildi. Halk bu kıt kanaat olanaklarla yaşamaya çalışıyordu. Doksan beş yıllarının başlangıcında PKK, KDP çatışması patlak verdi. Bu savaşta en büyük eziyeti de burada kalan halk yaşadı. Kamplara gelen bazı aileler hayvanlarını da beraberinde getirmişti. KDP, kampları tel örgülerle kapatarak, halkın hayvanlarını çalıyordu. Çobanlarını öldürüyordu. Amaç, burada yaşayanları geldikleri yere gitmeye zorlamaktı. Köyleri yanmış yıkılmış, canlarını kurtarmak için buraya sığınan halka, Türk devletinin zulmü yetmezmiş gibi bir de KDP güçlerinin zulmü eklendi. Kamp dışına çıkış da yasaklanmıştı.
Güney halkı, bazen akrabalar ve burada yaşayanlara yardım ediyordu. Kamp çıkışı yasaklanarak bu yardımların gelmesini engellemeyi amaçlıyorlardı. İnsanlar burada bir hapishane hayatı yaşıyordu adeta. Baskılar artınca kamp halkı eylemlere başladı. Fakat her eylemde, eyleme öncülük edenlere suikast yapılır öldürülürdü. Baskılar artınca Gare’yi Cehennem denilen bir yer vardı. Oraya bir kısmı gidiyor. Oradan da baskı yapılınca kamp halkı çadırları ateşe veriyor. Duhok’a altmış - yetmiş kilometre uzaklıktaki Gare denilen dağlık bölgeye kadar yaya olarak kaçıyorlar. Sekiz kamp yeri değiştiriliyor. En son Hewler’e kırk kilometre uzaklıktaki Mahmur Kampına yerleştiriliyorlar. Mahmur bugünkü Mahmur değil. Su yok, taşlık, çorak bir arazi. Burada yaşayan insanlar, yılan akrep ısırmaları sonucunda yaklaşık elli altmışa yakın insan ölüyor. İnsanların bir kısmı kirli sular ve gıda yetersizliği nedeniyle hayatını kaybediyor. Mahmur toprağı, kat kat kayadan oluşur. Siz kazdıkça yeni bir kaya kütlesi çıkar, kayaların altında akrepler, zaten Saddam’ın halkı buraya yerleştirmesinin amacı bu halkın ölümünü sağlamaktı. Suyun olmadığı bir yerde yaşam olur mu? İlk yıllarda yaklaşık yedi sekiz kilometre uzaktaki Aşağı Mahmurda bidonlarla su getirerek hayatta kalmaya çalışıyorlar.
Daha sonra su kuyuları vurmaya başlıyorlar. Dört yüzden fazla su kuyusu vuruluyor. Burada çıkan suyla kayalık olmayan yerlere ağaçlar ekiyorlar. Taşlardan evler yapıyorlar. Şimdi gidip görün Mahmuru. Eski Mahmur kamp, mülteci kampı olan Mahmur şehirdir. Uzun lafın kısası dağı işleyerek bahçeler yapan, akrep yuvalarını sökerek evler işleyen bir halkı görürsünüz.
İBRAHİN DAĞ
YORUM GÖNDER