KANDİL GÜNLÜKLERİ (3.BÖLÜM)
KANDİL;
Güneye ikinci gelişimizde, Hakkari’de kaldığım dönemlerde bildiğim bir aile vardı. Hewler’de bir AVM içinde yiyecek üstüne bir iş yeri açmıştı oraya gittik. O gece Maxsime’nin evinde kaldık. Bizi dostça karşıladı. İnsanın kendini evinde hissetmesi böyle bir şeydi. Geçmiş yıllara dair hasret giderdik. Doksan ikili yıllara dair Hakkari tadında sohbetler yaptık, uzak dostları yadettik. Cebinde üç yüz dolarla gelmiş buraya. Çok yoksulluk çekmiş. Bir inşaat firmasında iş bulmuş. Çevresinde çok sevilen biri olmuş. İnşaatların harç ve boya işine talip olmuş.
En son da burada bu iş yerini açmış. Sıfırdan başlayarak kendi hayatını gerçekleştirmesi insana ders verir nitelikteydi. İş çıkışı evine gittik. Evlenmiş, bir çocuğu olmuş, kız kardeşi ve eşiyle mütevazi bir yaşam kurmuştu. Doksan dört yılında ayrılmıştım Hakkâri’den. Benden sonra devlet şiddetine maruz kalmışlar. Ailede birkaç kişinin uzun yıllar cezaevinde kaldığını öğrendim. Ertesi gün Kandil’e gidecektik. Fakat para çekeceğimiz banka yoktu. Sağ olsun yol paramızı karşıladı bir sıkıntı olursa mutlaka armamızı söyledi. Bizi alacak araç şoförüne, evinin yakınında bir yeri tarif etti, dönüşte mutlaka uğramamızı tembih etti ve ayrıldık. 2015 Temmuzunun sabahında Kandil yolculuğumuz başlamış oldu. Hewler ile Kandil arası yaklaşık üç saatlik bir yoldu.
Cemil Bayık’ı çocukluk yıllarımda biliyordum. Apocular diyorlardı. Taraftarları bir elin parmakları kadar azdı. Çocukluk yıllarımda, çocukça gözlemlerim beni şimdi hikayenin kaynağına götürüyordu. Yetmiş sekizli yıllarda Elazığ’ın Birvan köyünde Dev Genç ve o zamanki adı UKO (Ulusal Kurtuluş Ordusu) olarak anılan bu iki örgütün bir tartışmasına şahit olmuştum. Abdullah Öcalan tartışmacılardan biriydi. O yıllarda, ondan sonraki yıllarda da sonu orduyla biten birçok örgüt kurulmuştu. Tartışma saatleri tahtada yazılıydı. Abdullah Öcalan ‘O’ harfinin silinmesini istediğini hatırlıyorum. “Biz daha ordu olmadık” ifadesini kullandığına şahidim. Bunu şimdi daha iyi anlıyorum. Yapacağımız sözlü tarih çalışmasında PKK’nin büyük bir siyasal güç olmasının bence ilk cevabının Öcalan’ın gösterdiği tavırda gizli olduğunu düşünüyorum.
Her örgüt kendisine ordu diyordu ama hiç birinin ordusu yoktu. Öcalan, siyasal hareketinin lideri olarak gerçekçiydi. Ordu yoktu ve yok diyordu. Siyasetin abartıdan çok realite üzerinden geliştirilmesi gerektiğinin ilk yanıtını şimdi daha iyi anlıyorum. Heyecanlıydık. Ömürlerinin otuz yılını dağlarda geçirmiş Türkiye’nin en seçkin üniversitelerinde eğitim görürken, hamallık yaparak (Haki Karer bunlardan biridir) bir siyasal idealin peşine düşen bu insanlarla yüz yüze görüşecektim. Talebimizin kabul edilmesine biz bile inanamıyorduk.
Üç saatlik yolculuğumuzun sonuna doğru Kandil Dağı’nı tırmanan aracımız, yılan kıvrımı gibi uzanan yolda şoförümüzün maharetine bırakmıştı kendini. Saddam bu yolu, İran - Irak savaşı sırasında inşa etmişti. Şimdi de PKK’nin merkez karargahlarından birine ev sahipliği yapıyordu. Kandil dağına girerken, yılını hatırlamıyorum ama Kandil girişinde TSK’nın sınır ötesi operasyonlarının birinde Ranya Bölgesinde sivil bir araç bombalanmış Güney (Başur) Kürtlerinden olan Soli bebek ölmüştü. Kandil girişinde Abdullah Öcalan’ın büyük bir posteri ve Soli bebeğin fotoğrafı asılıydı. Kandil’e girerken, nizamiye kapısında iki gerilla nöbet bekliyordu. Şoförümüzü tanıyor olacaklarki selam vererek yolumuza devam ettik.
Nizamiyeden yaklaşık yirmi dakikalık bir yolculuktan sonra bir vadiye girdik. Ağaçların sık olduğu bir yerde beklememiz söylendi. Kısa bir süre sonra beş altı kişilik bir gerilla gurubu bir araçla bizi başka bir yere götürdü. Türkiye masasında olan sorumlu kişi kim olduğumuzu ve niçin geldiğimizi sordu. Biz de kendisini bilgilendirdik. Şimdilik misafirhaneye gitmemizi, akşam bizimle gelip görüşeceğini ilettikten sonra bizi bir pikaba bindirerek misafirhaneye götürdüler.
İBRAHİM DAĞ
YORUM GÖNDER