BİR YOL HİKÂYESİ
Brüksel - Amed hattı hikâyesinde, araya sıkıştırılmış şehirlerden birinde, zamana meydan okuyan ama o şehrin meydanında zamanı tanıtan kulenin önünde başlar bu sohbetin incileri. Bu meydanın güvercinleri etrafa serpiştirilmiş boncuklar gibi gidip gelirken gözümüze hitap ediyordu. Oysa ki hattımızın bu ortada duran sahil şehrinde, yüreğimiz bir kedicik için atıyordu. Bu bir Amed gencinin dükkanında beslediği kediydi.
Kediler… Evcilleşmiş küçük aslanlar… Kimine dost kimine cadı… Bazen şefkatin bazen şiddetin kaynağı. Sırasında sırdaş, sırasında hırsız. Tüyleriyle büyüye, mırıltılarıyla duaya katılan mistik. Mumyalanacak kadar kutsal, mezar taşı dikilecek kadar akraba. Yarasını hangi ot iyileştirirse ona yönelen bilge, doğururken ve ölürken mahremiyet isteyen mahcup. Sevgi talebinde ise fazlasıyla arsız. Hem sabrın, hem nankörlüğün, hem temizliğin sembolü.
Ernest Hemingway’in altı parmaklı kedilerinin torunları olan yaklaşık 60 kedi bugün hâlâ onun Key West’teki sahil evinde yaşıyor. William Burroughs, “kedilerimle ilişkim beni ölümcül ve amansız bir cehaletten kurtardı” diye yazıyor. Colette, Mark Twain, Sylvia Plath, Françoise Sagan, Raymond Chandler, Bernard Shaw, Ray Bradbury kendi eserlerinde kedilerinden bahsediyor. Mark Twain “Tanrı’nın yarattıkları arasında kırbaçla dize gelmeyecek tek bir mahluk vardır. O da kedidir. İnsan kediyle melezlenebilseydi bu insanın hayrına olur, kediyse bu işten zararlı çıkardı” diyor. Burada ilginç olan, kadim Mısır’da evcil bir hayvandan ziyade tanrı olarak saygı duyulan kedilerin neredeyse sadece din adamlarının –yani esasen ilk yazarların– bakımında olmalarıdır.
MS 390’da kediye tapınmak yasaklanır, ama kısmetin sembolü olarak kedi figürü, Japonya’da çeşitli efsanelerde ve bazı Murakami öykülerinde rastlanan Maneki Neko, yani “talih kedisi” başta olmak üzere, Doğu inanç sistemlerinde çoğalmaya başlar.Kedisini çok seven sûfilerden Konya’daki Pisili Sultan Tekkesi’nin şeyhi Pir Es’ad’a kadar gelir. 17. yüzyıla gelindiğinde kediler artık Şeytan’ın ve cadıların sağ kolu olarak görülür.
Edgar Allan Poe ise durumu gayet iyi özetleyerek: “Keşke bir kedi kadar esrarlı yazabilsem” noktayı koyuyor.
Oysa bizde durum farklıydı. Sazlarımız vardı, ırmaklarımız vardı, çakıl taşlarımız vardı. Karnımız acıkıyordu, annemize küsüyorduk ama bir kedimiz bile yoktu. Sevgili Kemal abi de (Burkay) başka bir açıdan yaklaşıyordu. Sezen Aksu'ya da bestelemek düşüyordu.
Konuyu daha da uzatmaya gerek yok. Asıl gelinen noktada bizim Amed'li gencimizin dükkanında beslediği kediydi. Yani artık bir kedimiz vardı. Bu defa ki sorun ise Amedlinin isyanındaydı; "yaw kedim yan komşu dükkana gidiyor sürekli, bu benim zoruma gidiyor haa, dinime imanıma kıskanıyorum" diyordu.
Bu da yeni bir felsefik bakış açısını getiriyor. E yani felsefede söylenenin aksine, konu üzerinde uzun uzun düşünme ve konuyu sakince yansıtmaya odaklıdır; Kısacası hayatın en gizemli ortağı…
Hayvanların şükran duygusu taşıdığı evrensel olarak biliniyor. Her miyavlama yüreğinize işleyen yumuşak bir dokunuştur diyoruz.
RENGİN KARDELEN
YORUM GÖNDER