KARMATİLER (3.BÖLÜM)
Karmatilerde Ekonomik Yaşam
Karmatiler dayandıkları felsefi yaklaşım ve toplumsal zemine uygun bir ekonomi anlayışını da toplum içerisinde geliştiriyorlardı. Nasıl ki eşit ve özgür bir toplum anlayışı temelinde toplumsal uyumu esas alan bir toplum düzeni gerçekleştirilmek isteniyorsa, aynı şekilde buna uygun bir üretim ve tüketim biçimi de Karmati toplumları içerisinde geliştirilmekteydi.
Hareketin ilk şekil aldığı dönemlerde Karmat Hamdan, örgütlülüğün belli bir güce ulaşmasından sonra hareketin hakim olduğu alanlardaki halklardan “fitre” adını verdiği bir dirhemlik vergi ödemelerini istedi. Bu alınan vergiler o dönemlerde daha çok da hareketin ihtiyaçları ve kadrolaşma çalışmaları için aktarılıyordu. Ancak daha sonra belli bir toplumsal zemin oluştuktan ve hareket belli bir sistematiğe kavuştuktan sonra “hicret” adı verilen kişi başına bir dinarlık vergiyi şart koştu. Bu ise hareketin hâkim olmaya başladığı alanlarda sistemin kurumlaşma ihtiyaçları için harcanmaktaydı. Özellikle daha önce de belirttiğimiz ilk Dar’ül Hicre’nin kurulmasının bu sayede gerçekleştiği var sayılmaktadır. Dar’ül Hicre kurulduktan sonra ise ilk önce halktan sahip oldukları mal ve giyeceklerinden beşte birini farz kıldı. Bu yavaş yavaş ortak mülkiyet sistemine geçişin bir ara aşaması oluyordu. Karmatiler başından sonuna kadar özel mülkiyete karşı olan bir sistem tasarlamış ve gerçekleştirmişlerdi. Sahip olduklarının beşte birlik bölümünü ortak mal olarak almasından kısa bir süre sonra halka ülfeti farz kıldı. Ülfet, insanların mallarını tek bir merkezde toplayarak bir birlerine karşı maddi üstünlük sağlamadıkları ve mallarını ortaklaştırdıkları sistemin adı olmaktaydı. Bununla toplumda özel mülkiyete son verilmiş oluyordu. Hamdan insanlara “yanlarındaki mallara ihtiyaçları olmayacağını, çünkü dünyanın tamamının kendilerinin olacağını” bildiriyordu. Zaten Karmati hareketine komüncü özelliğini veren en temel anlayış, özel mülkiyete son verilerek toplumsal mülkiyetin gerçekleştirmesidir. İnsanların kılıç, ok ve yay gibi silahları dışında hiçbir bireysel eşyası yoktu.
Üretim imece usulü gerçekleştiriliyordu. Herkes tarlaların ekim ve biçiminde ortak çalışıyor, ürün ortak dağıtılıyordu. Besi hayvanları ortak bir biçimde besleniyor, ürünleri (süt, peynir, yağ, vb.) ortak kullanılıyordu. Toplumdaki her kesim, üretimin bir yerinde bir biçimde çalışmalara dâhil oluyordu.Toplumda herkes gücü kadar ve yeteneği çerçevesinde çalışıyor ve ihtiyacı kapsamında ve oranında üründen yararlanıyordu.Üretimde ortaya çıkan ürünler halk evi de denilebilecek yerlerde toparlanıyordu. İlk başlarda Dar’ül Hicret’in kendisi ürünün toparlandığı alan olmaktaydı. Ancak sistem büyüdükçe buraları için daha geniş alanlar ayrılmaya başlandı. Her alan kendi özgülünde buraları isimlendirmişti. Örneğin Yemen’de Hasan Bin Mansur, La Aden bölgesindeki Reyp Kalesi’ndeki topluluklar için geliştirdiği model siteye ‘Barış Evi’ anlamına gelen Beyt Ribe/Beyt Selem adını verdi. Ortaya çıkan ortak hazineye ise Beyt’ül Mal denilmekteydi. Beyt’ül Mal tüm topluma aitti ve tüm topluluk üyeleri ihtiyaçlarını buralardan karşılamaktaydılar. Mağrip (Fas-Tunus) Karmatilerinde buralar Beyt-ül Teşriq (Aydınlanma Evi) Bahreyn Karmatilerinde ise El Meşhed-ül Azam denilmekteydi. İsimleri farklı olsa da buralar topluluğun mallarının ortaklaştırıldığı, kolektif bir faaliyetle yürütülen üretim sonucu elde edilen ürünlerin bir araya getirilerek yine topluma ihtiyaçları oranında dağıtıldıkları yerler olmaktaydı.
Bu sistem birçok günümüz tarihçisi tarafından mükemmel bir komünist sistem olarak adlandırılmaktadır. Toplumda zengin ve fakir ayrımı kalkmıştı. Toplumsal dengesizlik sıfır derecesine indirilmişti. Bu durum ise hareketin bölgede çok kısa bir süre içerisinde nasıl bu kadar geniş bir alana yayılmış olmasını açıklamaktadır.Toplumda köleliğe sonuna kadar kapıyı açan ve bölge halklarını kendi zevk-u sefaları için açlığa mahkûm eden Abbasi hilafeti karşısında Karmatiler gerek gerçekleştirmiş oldukları sosyal ve ekonomik yapıları ve ortaya çıkardıkları bilinç düzeyleri ile gerekse de halklara sundukları özgür yaşam ve gelecek perspektifi ile geniş bir komünal toplum biçimini gerçekleştirmiş oluyorlardı.
Tüm bunların yanında Karmatilerin ticaret konusunda da oldukça yaygın bir ilişki içerisinde oldukları belirtilebilir. Başta Bahreyn Karmatileri olmak üzere Basra körfezine yakın alanlardaki Karmati gruplarının Çin, Hindistan ve Japonya ile ticaretler yaptıklarına dair belgeler bulunmaktadır. Bu başlı başına Karmati sisteminin kendi toplumsal yapısında yol açtığı ekonomik gelişmişlik düzeyinin de bir kanıtı olmaktadır. Yine bu yörelerle geliştirilen ticari ilişkiler bu bölgelerden insanların Karmati alanlarına gelişlerine de yol açmaktadır. İsmail Kaygusuz’un kaleme aldığı bir yazıda Karmati denetimindeki Lahza kentinde kedi ve köpek eti yiyen uzak doğu ülkelerinden insanlara rastlandığı belirtilmektedir.
Karmati öğretisinin temelleri
Yazının başında da Ortadoğu tarihsel gelişimi içerisinde Zerdüştlüğün önemine değinmiştik. Karmati tarihinin bu kısa anlatımında bile Zerdüşti geleneğin derin izlerine rastlamak mümkündür.
Öncelikle Müslümanlığın bölgede yayıldığı dönemlerde halkların İslamiyet’i öyle çok gönüllü ve olduğu biçimiyle kabul etmediği aydınlatılan her tarih karesinde daha fazla açığa çıkıyor. Bu durum karşımıza saf ve arı bir İslamiyet anlayışından ziyade, İslamiyet’in içerisinde çok değişik konuları muhalefet gerekçesi yaparak kendi dini inançlarını İslamiyet içerisinde yaşama olanaklarını yaratmış olan bir yapı çıkarıyor. Halkların İslamiyet içerisindeki her bir ihtilaf konusunu kendi inançlarını yaşamada, ardına gizledikleri bir perde olarak kullanmaları neredeyse en temel taktik halini almıştır.Bu eksende en büyük ihtilaflara neden olan hilafet ve Ehli Beyt konuları İslamiyet içerisinde temel ayrışmalara neden olurken, halklar da bu ayrışmalar içerisinde kendi inanç sistemlerini yaşatabiliyorlardı. Bu nedenledir ki İslamiyet sonrası Ortadoğu tarihi tarikatlar ve mezhepler tarihi olarak şekil almıştır.
Karmati öğretisini ele aldığımızda da bu durumu çok daha net bir biçimde görmekteyiz. En başta içerisinden ayrıştığı İsmaililerin kendileri daha çok Ehli Beyt’e yapılan haksızlıklar üzerinden kendisini ifade eden ve resmi devlet İslam’ına muhalif olan toplumsal kesimleri temsil eden bir hareket olarak şekillenmekteydi. Mehdi (kurtarıcı) anlayışını esas alıyorlardı. Bu anlayışa göre her peygamber dünyada peygamberliğini ilan ettiğinde kendinden önceki peygamberin şeriatını ortadan kaldırıyor ve kendi şerri düzenini kuruyordu. Bu, her peygamber döneminde gerçekleşmiş ve bundan sonra da gerçekleşmesi gereken bir durumdu. Bu nedenle son gelen Hz. Muhammed’in şeriatı da kurtarıcı-Mehdi olarak adlandırdıkları kişinin ortaya çıkması ile son bulacak ve yeni Mehdi’nin kanunları ve sistemi geçerli olacaktı.İşte Karmati hareketin de yetiştiği zemin olan İsmaili öğreti de, halkların Abbasi zulmünden kurtulmalarını sağlayacak olan Mehdi’nin geleceğini vaaz ederek halkları devlet İslamiyet’ine karşı örgütlüyorlardı.
Ancak bu durum 890’lara gelindiğinde farklı yaklaşımların ortaya çıkması ile değişiyordu. Ali soyundan bir İsmaili imamı olan Ubeydullah-el Mehdi kurtarıcı anlayışında reformlara gitme yönünde kararlar almıştı.Ubeydullah’a göre her bir İsmaili imamı bir mehdiydi. Ayrıca bir mehdinin gelmesini beklemeye gerek yoktu. Bu güne kadar hareket zayıf olduğundan kendilerini gizlemek zorunda kalan imamlar artık mehdi ismi ile kendi sistemlerini kurabilir ve kendi halifeliklerini ilan edebilirlerdi.Bu durum Küfe’deki Daî’lere ulaştığında Hamdan meselenin özünü anlayabilmek için Abdan’ı Ubeydullah’ın bulunduğu Selemiye’ye gönderir. Abdan burada Ubeydullah ile gerçekleştirdiği tartışmaları Hamdan’a ilettiğinde Hamdan, Abdan’a İsmaili davetine son verdiğini ilan ederek geri dönmesini ister. Bu durum üzerine Ubeydullah Abdan’ı öldürtür.
Resmi din tarihçilerinin İsmaililer içerisindeki ayrışmayı dayandırdıkları bu tarihi olay aslında İsmaililer içerisindeki komünal toplum eğilimi ile devletli toplum eğiliminin çatışmasını ifade etmektedir. Karmatiler ilk dönemlerinde toplumun demokratik ve komünal değerlerine kendisini dayandıran İsmaili gelenek içerisinde gelişen devlet eğilimine tepki olarak ayrışmakta ve kendi komünal sistemlerini kurma yolunda ilerlemektedirler.Bu durum başlı başına Karmatilerin komünal paradigma ekseninde bir zihniyet yapısına hakim olduklarını kanıtlamaktadır. Devletleşmeye tamamen karşıt bir duruş sergilemişlerdir. Mevcut şerri düzen ardında kendisini halklara dayatan devletli uygarlık sistemine son vermenin her türlü arayışını her alanda gerçekleştirmeyi amaçlamışlardır.Ayrışmadan sonra da devam eden Mehdi anlayışını daha da geliştirmişlerdir. Özellikle mevcut düzenin yıkıcısı olarak gördükleri Mehdi’nin ortaya çıkacağı döneme kadar sisteme karşı mücadele yürütmeyi en temel görev saymışlardır. Bununla aslında Mehdi’ye yardımcı olduklarını düşünmüşlerdir. Bu düşünce en temel mücadele gerekçeleri olmaktadır. Hareketin devrim ocakları olarak kurdukları Dar- ül Hicretler Mehdi’nin zuhur edeceği alanlar oluyordu. Yani Karmatiler yürüttükleri mücadele ile Mehdi’nin gelişini kolaylaştırdıklarına inanıyorlardı.
Bunun yanında mevcut dini düzenin zamanı geçmiş bir düzen olduğuna inanıyorlardı. Bu nedenle bu dinin gereklerine göre değil de, kendi toplumsal yaşam koşullarına göre ve daha çok da eski inanç sistemlerine göre bir ibadet biçimini benimsemişlerdi. Örneğin yılda biri Newroz (21 Mart) diğeri Mihrican (16 Eylül)’da olmak üzere sadece iki gün oruç tutuyorlar, bir gün içerisinde güneş doğmadan önce iki rekât, güneş battıktan sonra da iki rekât namaz kılıyorlar, kıble olarak Kudüs’e dönüyorlar ve içkiyi haram saymıyorlardı. Yine daha önce yazıda geçtiği gibi kadın erkek ilişkilerinde şeriat kanunlarını tanımıyorlardı. Ruh göçü olarak bilinen Tenâsuh’a inanıyorlardı. Ahiret ve cennet kavramlarını benimsemiyor, asıl cennetin bu dünya olduğunu savunuyorlardı.
Karmati döneminin önemli olayları ve yayıldıkları alanlar
Karmati hareketi 870’lerle beraber Irak’ın güneyine yakın bir bölge olan Küfe’de başlamış olmasına karşın çok kısa bir süre içerisinde Ortadoğu’nun birçok alanına yayılmış ve hem Abbasi devletini hem de daha sonra Mısır’da kurulacak olan Fatımi devletini oldukça zorlamışlardır.Bu yayılmada Karmati Daî’lerinin rolü de oldukça belirleyici olmaktadır. Kendisine bir çalışma alanı verilen her Daî Karmati öğretisi doğrultusunda yöre halkının devlete olan muhalefetini doğru değerlendirip örgütleyerek bir sisteme kavuşturuyordu.
Bunlar içerisinde en aktif ve etkili bir sistem geliştiren El-Cenabi Bahreyn Karmatiliğini örgütleyen ve geliştiren Daî olarak bilinir. 894 yılında Hamdan tarafından Bahreyn’e görevlendirilen El-Cenabi bölgede oturan İranlılar ile Bedevi Araplar arasında yoğun bir taraftar kitlesine ulaşır. Bölge kabilelerinin de yoğun desteğini alan El-Cenabi Bahreyn’in büyük bir bölümünü ve Doğu Arabistan kıyılarındaki Katif şehrini de ele geçirdikten sonra Basra üzerine yürümüştür. 900 yılında Bahreyn’in başkenti ve Abbasi valilerinin oturduğu Hacar’ı denetimlerine almışlar ve çevre bölgelerden Yamama ve Umman’a kadar egemenliklerini genişletmişlerdir. Ahsa’yı kendi başkentleri yapmışlardır. 924 yılında Mekke’ye giden hacıların gidiş yollarını bile denetlemişlerdir. 925’te ise Bağdat hükümeti hacıların geçişine izin verilmesi karşılığında vergiye bağlanmıştır. 926 yılındaki Bağdat kuşatması başarısız olmuşsa da Abbasi devleti oldukça sıkıştırılmıştır. Bu arada 913 yılında öldürülen El- Cenabi’nin yerine oğlu Ebu Tahir geçmiş ve bu harekâtları o planlamıştır. 929 yılında ise Mekke üzerine düzenlediği saldırı sonucu Mekke’yi ele geçirmiş ve Hacer’ül Esvet taşını Mekke’den Ahsa’ya getirmiştir.
Tüm bunları Mehdi’nin ortaya çıkmasını kolaylaştırmak için gerçekleştiren Ebu Tahir, halk tarafından bizzat Mehdi’nin kendisi olarak görülmektedir. Ancak o, bu duruma karşı çıkmasına rağmen halk içerisindeki Mehdi beklentisine de bir cevap olunması gerektiğine inanıyordu. Bu nedenle 931 yılında Ebu Tahir, yanındaki Zekeriye El-İsfahani’yi Mehdi olarak ilan etti ve onun mevcut şeraiti kaldıracak kişi olduğu konusunda halka telkinlerde bulundu. Ancak kısa bir süre sonra İsfahani’nin iktidar mücadelesine girişmesi ve bazı Karmati Daî’lerini öldürmesi üzerine halk İsfahani’yi yakalayarak idam etti. Bu Ebu-Tahir’in halk üzerindeki otoritesine de darbe vurmuş oluyordu.
Bu tarihten sonra Bahreyn Karmatiliğinde yavaş yavaş bir gerileme başlar. 943 yılında Ebu Tahir’in ölmesinden sonra üç kardeşi Bahreyn Karmatiliğinin yönetimine geçerler. 929’da Mekke’den getirilen Hacer-ül Esvet 950 yılında Abbasilerle varılan bir anlaşma sonucu hiçbir karşılık beklenmeden tekrar Mekke’ye iade edilir. Aslında Hacer-ül Esvet’in iadesi aslında Mehdi’nin zuhurunun yakın olduğu ve İslam şeriatının yürürlüğünün kılıç zoruyla ortadan kaldırılması gerektiği iddialarından vazgeçildiği anlamına gelmektedir. Artık Bahreyn Karmatileri İslam şeriatını ve hükmünü kaldırmayı kendi görevleri olmaktan çıkarmışlar, bu görevi Mehdi’ye havale etmişlerdir.
985 yılına kadar kendi güçlerini korumaya çalışan Karmatiler bu tarihte Bağdat temsilcilerinin yakalandığını duymaları üzerine Küfe üzerine yürürler, ancak yolda Abbasi kuvvetlerine yenilirler. Karmati güçlerinin zayıfladığını gören Abbasi komutanlarından Esfar, ordusuyla Ahsa üzerine yürür ve önemli Karmati komutanları öldürülür. Bu tarihten sonra Bahreyn Karmatileri ciddi bir etkinlik gösterememiş olsalar da halen kendi sistemlerini toplum içerisinde devam ettirmektedirler. Son olarak 1076 yılında Artukoğulları soyundan Artuk Bey Karmati düşmanı El-Uyuni ile beraber Ahsa’ya saldırarak ele geçirir ve Bahreyn Karmatiliğine son vererek yerine Uyuni Hanedanlığı’nı kurar.
Karmatiliğin ortaya çıktığı ve yayıldığı alan olan Irak’ta ise durum biraz daha farklıdır. Abdan’ın Ubeydullah’ın komutanlarınca öldürülmesinin ardından Hamdan Karmat gizlenmeyi seçmiştir. Abdan’ın yerine ise yeğeni Musa geçmiş ve Irak Karmatiliğini uzun bir süre devam ettirmiştir. Irak Karmatilerinin Irak’taki bir diğer merkezlerinden olan Cezire ve Bağdat’a Rey bölgesinden Daî’ler gönderildiği bilinmektedir.928 yılında Bahreyn Karmatilerinin Bağdat üzerine yürümesinin ardından Irak’ta bulunan Karmatiler de on bin kişilik bir ordu toparlayarak Vasıt’a doğru yürüyerek Vasıt emirliğini ele geçirirler. Ancak Bağdat’ta yaşanan yenilgi ardından Irak Karmatileri de Bahreyn Karmatiliği gibi bir gerileme sürecine girmiştir. Zaten Abdan’ın ölümünden sonra dağınık bir yapı içerisinde olan Irak Karmatileri, yaşanan bu yenilginin de ardından tam bir gerileme dönemine girmiş ve uzun bir süre yerel birimler halinde kalsa da bölgedeki ağırlıklarını yitirmişlerdir.
Suriye’de Karmatilik biraz daha geç bir döneme denk gelir. Alan daha çok Fatımi denetimindedir. Abdan’ın 899 yılında Zikreveyh isimli bir İsmaili Daî’si tarafından öldürülmesinden sonra Karmatiler onu bulup öldürmek için bu alana girerler. Zikreveyh ise gizlenmek zorunda kalır. Ancak bir süre sonra Zikreveyh’in oğlu Yahya, İsmaili Daî’leri tarafından azledilir. Bu Zikreveyh ve oğullarının arasının Ubeydullah ile açılmasına neden olur. Bir süre sonra Zikreveyh’in oğlu Yahya Fatımi güçlerince öldürülür. Bunun üzerine Yahya’nın da vasiyeti üzerine kendisine bağlı güçler kardeşi Hüseyin’in komutasında hareket ederler ve Hama, Maarratünnu’mân, Baalbek ve diğer beldeleri ele geçirdikten sonra 903 yılında Selemiye’ye yürür ve ele geçirirler. Burada bulunan Ubeydullah’ın haremini ele geçirerek dağıtır ve Muhammed adındaki oğlunu öldürürler. Ancak Fatımilerle düşman olduğu sanılan Abbasiler, Hüseyin’in üzerine bir ordu gönderir. Selemiye’yi işgal eden Karmati güçleri yenilir ve Hüseyin öldürülür. Bunun üzerine Zikreveyh Suriye’de Karmati öğretiyi yaymaya devam ederken intikam almak ve Küfe’deki Abbasi varlığına son vermek için saldırıya geçer. Ancak yenilerek geri çekilir. Bunun üzerine Karmati daveti Suriye’de özellikle de Irak ve Suriye sınırındaki bölgede, gizli bir biçimde yürütülmeye devam eder ancak bundan sonra ciddi bir varlık gösteremez.
Yemen’de İsmaili öğreti 881 yılında Mansûr el-Yemen ve Ali b. Fadl adındaki iki Daî tarafından başlatılır. İsmaililik içerisindeki ayrışmadan sonra bir süre Fatımilere bağlı kalmaya devam eden her iki Daî’den Mansur, bölgede iktidar davası gütmeye ve Fadl’ı kendisine itaat etmeye davet eder. Bunun üzerine Fadl, 911 yılında Fatımi halifesi Ubeydullah’a bağlılığını sonlandırarak Karmati öğretisi etrafında yörede örgütlenmeye başlar. Ancak 915 yılında Fadl’ın erken ölümünden sonra yerine geçen oğlunun tecrübesizliğinden yararlanan Abbasiler, Yemen’e saldırarak burada bir Karmati örgütlenmenin gelişmesine ilk elden engel olurlar.İran bölgesinde ise Karmatilik kimilerine göre Hamdan’ın bazılarına göre ise Abdan’ın kardeşi olan İbn-i Me’mun ile başlatılır. Bu nedenle İran Karmatileri El-Me’muniyye olarak tanınırlar. İran Karmatilerinin en önemli merkezi Rey şehridir. Hareket Cibal, Horasan ve Azerbaycan alanlarına bu bölgeden yayılmıştır. Me’mun’un görevlendirdiği tahmin edilen Halef El- Hallac isimli Daî 899 yılında Rey yakınlarındaki bir köye yerleşmiş ve Karmati öğretiyi yayıp geliştirmeye başlamıştır.
Halef El-Hallac özellikle Horasan bölgesini yaygın bir örgütlülüğe kavuşturur. Bu şekilde Karmatilerin 924 yılında bölgede geniş bir hâkimiyet kurması yöredeki hâkim sınıfları tepkilendirir. Bu dönemlerde Karmati liderlerine yönelik saldırılar gerçekleşmesi üzerine Karmati önderleri gizlenmek zorunda kalır, hareketin yayılmasına ara verilmez ve hareket Taberistan, Cürcan (Gürcistan), Azerbaycan ve İsfahan’a doğru genişlemeye devam eder.Maveraünnehir bölgesinde de Fatımi ve Karmati öğretiler beraber bir gelişim içerisinde olsalar da 919 yılından itibaren bir ayrışma gerçekleşir.
Karmati öğretiye dayalı olarak bu alandan Buhara ve Semerkant’a doğru bir yayılma görülmektedir. Ancak gerek İran ve gerekse de Maveraünnehir bölgelerinde Fatımi Daî’lerinin etkilerinin daha hakim olduğu görülmektedir. Belli bir süre Karmati öğretiyi benimseyen bazı bölgelerde daha sonradan Ubeydullah El-Mehdi’nin gönderdiği Daî’ler tarafından tekrar Fatımi öğretiye dönme sağlanmıştır.Ancak özellikle Horasan, Maveraünnehir, Pakistan ve Hindistan’a kadar yayılmış olan Karmati öğretilerine dayalı toplumsal yapılar, en fazla da alana yeni girmiş olan Türk boylarından Gazneliler tarafından saldırılara uğramıştır. Bölgeye henüz girmiş olan Türk boylarının hâkim güçlerinin bölgedeki yerel egemen güçlerle anlaşması sonucu buralardaki Karmati etkinlikleri oldukça sınırlandırılmış ve 1060’lara gelindiğinde neredeyse yok denecek düzeye indirilmiştir.
Karmati hareketinin Kürdistan’da yürüttüğü faaliyetlere ilişkin olarak net ve somut bir kaynak bulunmamasına karşın Kürtlerin bu harekete aktif bir biçimde katıldıkları dönem yazarlarının eserlerinden anlaşılmaktadır. Özellikle de Karmati hareketin yayıldığı halklar arasında Kürtlerin baş sıralarda sayılması egemen sınıf dışında kalan Kürt toplumsal yapısının bu toplumsal harekete aktif bir katılım sağladığını bizlere göstermektedir. Yine Rey ve Horasan Karmati Daî’lerinin Musul bölgesi ile sıkı bir ilişkilerinin olması bu bölgeye temsilciler göndermeleri, Kürdistan’da özellikle Musul merkezli bir Karmati örgütlenmesinin olabileceğini işaret etmektedir. Ancak bu konuda somut verilere dayalı bir bilgi mevcut değildir.Bu temel alanların yanında Kuzey Afrika’dan Hindistan’a kadar çok geniş bir bölgeye yayılmış olan ve uygarlık dışı kalmış toplumsal kesimlerin kendi varlıklarını devam ettirdikleri bir sistem olarak karşımıza çıkan Karmatiliğin damgasını vurduğu iki yüz yıla yakın dönem, burada anlatamadığımız birçok olay ve gelişmeyle beraber demokratik uygarlık tarihinin en önemli aşamalarından birini ifade etmektedir.
Komünal toplum değerlerinin kendisini günümüze taşırmasında en önemli bir tarih kesitidir. Bu güne kadar resmi tarih kurumları ve yazarları tarafından dile getirilmekten çekinilen veya anlatıldığında ise içerisi karalama, küfür ve hakaret dolu ifadelerle doldurulan bu dönemin daha derinlikli, objektif ve politikahlaki toplum eksenli değerlendirilmesine ihtiyaç vardır. Ortadoğu’da yaşayan her halkın kendi toplumsal değerlerini devletli uygarlıktan bu biçimiyle korumaya çalıştığı anlaşılmaktadır.
Karmati hareketinin yavaş yavaş etkisinin azalarak ortadan kalkmış olması ise komünal yapıların da ortadan kalktığı anlamına gelmemektedir. Karmati hareketi toplumun kendi komünal değerlerini nasıl yaşatması ve koruması gerektiği konusunda halklara geniş bir perspektif sunmuştur. Karmati hareketinin yarattığı gelenek daha sonra Ortadoğu’da yaşayan halklar için temel bir örnek olmuştur. Halklar adına yola çıkan her toplumsal harekette Karmatilerin izine rastlamak mümkündür.
Özellikle de Karmati hareketinin yarattığı özgürlük ortamında gelişen hakikat arayışçılığı kendinden sonraki dönemlere de ilham kaynağı olmuştur. Merkezi uygarlık güçlerinin topluma dayattıkları iktidar eksenli zihniyet yapılarının hakikat olamayacağını, gerçek hakikatin insanda, gerçek aşkın insana olan aşkta aranması gerektiğine inanan tasavvuf ehli bilginler topluma iktidar dışı bir zihniyet ve inanç alternatifi sunuyorlardı. Bununla toplumların devlete ve onun talan, sömürü ve kölelik dayatmalarına mecbur olmadıkları insana dayalı bir özgürlük seçeneğinin halkların gerçek yaşam hakikati olduğu en büyük işkenceler ve ölümler pahasına savunuluyordu.Bu geleneğin en büyük temsilcisi olarak hakikati kendinde bulan ve ‘Ene-l Hak’ diyerek hakkın doğru yolunu gösteren Hallac-ı Mansur dönemin en büyük âlimi oluyordu.
KAYNAK: ABDULLAH ÖCALAN SOSYAL BİLİMLER AKADEMİSİ
YORUM GÖNDER