KARANLIKLARI YIRTAN IŞIK: SÜHREVERDİ (2.BÖLÜM)
Akıl-sezgi-iç görü denklemi
Bu öğreti üç temel üzerine inşa edilmekteydi.
Birincisi kavramsal olup akla hitap etmektedir, ikincisi simgesel olup sezgiye, üçüncüsü mistik olup iç görüye ve iç deneyime hitap etmektedir. Kavram, sezgi ve iç deneyim yoluyla kişi değiştirilip, yeniden doğum ve yeniden yapılanma gerçekleştiriliyordu. Hermes şöyle der:
“Asıl insan Nûr’dur. İnsanlar bu nûru tanımazlar ve onu fark edemezler; ancak hakikat budur. Nûr her yerde, her kayada ve her taşta vardır. Bir insan nûr olan Osiris ile birleştiğinde, tikel tümelle birleşmiş olur ve o zaman nûru, o perdeler arkasında gizlense de yine her şeyi görür.Başka her şey geçicidir, ancak nûr süreklidir. Nûr insanın hayatıdır. Her insan için bu nûr kendisine her şeyden daha yakındır.
Bir insan bilgi ile törenlerin ve ayinlerin (ritüel) üstüne yükselir ve Osiris’e ererse, nûra, o her şeyin başlangıcı ve sonu olan ve baştan başa nûr ile çağlayan Amon-Ra’ya varır.” (Ra: Nûr, Güneş, Işık Osiris: Tümel Zekâ Am- On-Ra: Kozmik Sevgi Güneşi) “Osiris semadadır, fakat Osiris aynı zamanda her insanın kalbindedir. Kalpteki Osiris, semadaki Osiris’i tanırsa o zaman insan tanrısal bir ermiş olur ve parçalanan Osiris tekrar toplanır.” Hermes’in tapınaklara kazınan şu ifadeleri de hayli çarpıcıdır: “İnsanlar ölümlü tanrılar, tanrılarsa ölümsüz insanlardır. Nûr sizsiniz ve bu nûr daima parlasın.” Hermes öğretisinde insan yedi mertebeden oluşmuş bir varlıktır.
Shat : Maddi beden
Ank : Hayat kuvveti
Ka : Astral nûr, Kâlp
Hati : Hayvansal ruh
Sheybi : Kutsal ruh
Bai : Akli ruh
Kon : İlahi ruh
Hermetik yolcu için en son gaye nura kavuşmaktır. Bunun için üç aşamalı bir eğitim uygulanırdı.
Beden eğitimi
Hayvansal ruh eğitimi
İnsani ruh eğitimi
İnsan ancak insani ruh eğitiminden sonradır ki evrenin görünmez kuvvetleriyle ilişkiye geçebilir ve onlardan feyz alabilir. Bu yolla nefsine egemen olur ve ilahi özgürlüğe kavuşabilir ve ancak böyle bir kimsedir ki diğer insanlara doğru yolu gösterebilir. Hermesçi mistikler kendilerini bütün varlıklarla birlik halinde görürler. Onların elde ettikleri ruhsal arınma ve aydınlanma, onlara evren ile ortaklık şuurunu getirir. Bu tür ermişlerin biricik görevi de ayırmaksızın herkese ve her şeye iyilikte bulunmaktır.
İşrakın Zerdüşt’teki kökleri
Sühreverdi’nin felsefesini üzerine oturttuğu kavram olan ışık’a ilişkin bir de Zerdüşt’ten kısaca bahsetmemiz yararlı olacaktır.
Zerdüştiliğe göre de herhangi bir şey yokken, boşluk vardır. Bu boşluk içinde de kendiliğinden var olan ve ışığın hiçbir biçimde dışarı sızmadığı sonsuz aydınlık olan bir yer vardır. Burası iyiliğin, doğruluğun, aklın, bilgeliğin ve ışığın dünyasıdır. Ahura Mazda (Spenta Mainyu)’nın mekânı olarak kabul edilen bu yer hiç bir güç tarafından yaratılmamıştır. Yani ezelden beri kendiliğinden vardır. (Hermes’teki Zuhal Yıldızı’na denk düşmektedir.) Spenta Mainyu’nun mekânının dışındaki her yer ise sonsuz bir karanlıktır. Kötülüğün, yalanın, karanlığın dünyası olarak kabul edilen bu yer Ahriman’a (Angra Mainyu) aitti. O da kendiliğinden vardır, hiçbir güç tarafından yaratılmamıştır. Evren Spenta Mainyu ile Angra Mainyu’nun yaşadığı ruhsal bir yapıdaydı. Bu diyalektiksel bir ikilik biçiminde baştan beri varoluşsal (ontolojik) olarak vardır. Onlardan başka henüz hiçbir şey yoktur. Sonsuz bir ruh (enerji) evreni olarak da ele alınabilir. Bu iki ruhsal güç sonsuzluk içinde birbirinden habersiz yaşamaktadır. Bir süre sonra kötülüğün simgesi karanlık Ahriman aydınlığı yani Ahura Mazda’yı fark eder. Özü kötülük olan ve kendi dışında hiçbir şeyin varlığına tahammül edemeyen karanlık, aydınlığı yok etmeye karar verir ve Spenta Mainyu’ya karşı saldırıya geçer. Aydınlık karanlığın kendisini yok etmek için yöneldiğini fark edince, karanlığa karşı aktif bir mücadele içine girer. Böylece iki zıt güç bir savaşıma başlar. Evren ondan sonra hep bir mücadele içinde olacaktır. İyinin ve kötünün mücadelesi artık evrenin temel var edeni olacaktır. Cisimsel evren, bu mücadelenin bir ürünü olacaktır. Ve bu mücadele, iyi üstün gelinceye kadar devam edecektir.
Ahriman ile Ahura Mazda arasındaki mücadelenin belli bir aşamasında Ahura Mazda ilk maddi varlıkları yaratmaya başlar. Bütün maddi varlıkları kendi bünyesinden yaratır. (Kamutanrıcılık ve canlı evren anlayışı) Yani yaratılışın ilk hammaddesi Zerdüştlüğe göre ilkel ışıktır. (Madde-enerji dönüşümü bunun bilimsel izahı olmaktadır.)
Zerdüşt’ün ‘Zarathustra’ olarak da anıldığı bilinmektedir. Bunun da anlamı ‘Altın Işığın Adamı’dır. Bağlantılı olarak da özellikle ortaçağ Hıristiyan dünyasında cezalandırılan temel toplumsal kesimlerden biri olan simyacılar için altın elde edilmesi gereken en değerli madendir. Simyacılar daha çok diğer elementlerden altın elde etmeye çalışanlar olarak bilinir. Kilisenin dogmatik düşünüşünün sınırlarını tanımadıklarından ve arayış halinde olduklarından cezalandırıldıkları söylenir. Görünen nedenlerden biri bu olsa da özünde simyacılar tüm maddede aynı özün (altın yani ışık, enerji) saklı olduğuna inandıklarından bu özü açığa çıkarmaya çalışırlar. Altını da görünen halinin ötesinde bir anlamla ele alarak, ışığın en yoğunluklu olarak bulunduğu maden olarak ele alırlar. Yani altın aranırken, aslında maddedeki öz olan ışık aranmaktadır. Ve muhteva ettiği ışığın fazlalığından dolayı da her zaman altın tüm madenler içinde en değerlisi olarak ele alınmıştır. Bu değer maddi olmaktan ziyade, onun ‘öz’ü daha yoğunluklu olarak içinde barındırmasındandır.
Dolayısıyla Zerdüşt için ‘Altın Işığın Adamı’ tanımlaması öylesine yapılmış bir tanımlama değildir. Yine Zerdüştilikte bir bütün olarak gerçek yaşamı düzenleyen altı temel melekten ilki olan Aşa da ışıktır. Yine mekanı mutlak ışık olan Ahura Mazda’nın yeryüzündeki temsilini ışığın bir formu olan ateş yapmaktadır.
Bu nedenledir ki Zerdüştilikte hiçbir zaman ateş söndürülmez. Yine ışıkla bağlantılı olarak güneş ve onun doğuşu büyük önem taşır. Hatta öylesine büyük önem taşır ki, güneşin doğuşunu haber veren ve insanları ışıklı ortama davet eden yani uyanmaya sevk eden horoz çok önemli bir hayvan olarak ele alınmıştır. Özcesi tüm bu felsefik yaklaşımlarda ışık, her şeyin kendisinden geldiği temel yaratıcı töz, kendisine yaklaşıldığı ölçüde doğruya yaklaşılan, kendisinden uzaklaşıldığı ölçüde de karanlıklara hapsolmanın görüldüğü temel hakikat olarak ele alınmıştır. Tüm bu felsefik arka plan, Sühreverdi’nin neden ışığa bu kadar önem verdiğini izah ettiği gibi, onun yararlandığı kaynakları da göstermektedir.
Hakikate akıl ile ulaşılamaz
Nitekim Sühreverdi insanın sadece akıl yoluyla hakikate ulaşamayacağını söyler. Bunu da yine ışık etrafında geliştirdiği tezlerle bağlantılı olarak ele alır. Sühreverdi ‘Kırmızı Akıl’ adlı eserinde nasıl akıl ile hakikate varılamayacağını ortaya koymaya çalışır. O kırmızılıktan güneşin doğarken Doğu’da; batarken de Batı’da yarattığı kızıllığı kasteder. “Güneş doğarkenve batarken kızıllığın bir kısmı karanlığa bir kısmı da aydınlığa sahiptir, bu nedenle de kızıllık karanlık ve aydınlığın ortasında yer almaktadır.” Aklı bu kızıllığa benzeten Sühreverdi, aydınlık ve karanlığa eşit mesafede duran ve her ikisini de kendi içinde barındıran akıl ile hakikate ulaşılamayacağını söyler. Aklı, ‘maddiyattan tamamen sıyrılmış, saf ışık ve meleklerin mekanı’ olan Doğu ile ‘maddiyatın dünyası’ olarak tanımladığı Batı’nın ortasına yerleştirir. Dolayısıyla aklın her zaman için hakikatten yana olma ve iyi sonuçlar doğurma gibi bir garantisi yoktur. Kötülük ve iyilik yaratmaya eşit mesafededir. Hissetmeyen, bu yönüyle de duygusal zekâdan kopmuş olan analitik zekânın hiyerarşik devletçi sistem boyunca insanlığa ve evrene yaşattıkları bu tespitin ne kadar yerinde olduğunu göstermektedir.
Ona göre hakikatin ilmine ulaşabilmek için sezgiye ve ilhama ihtiyaç vardır. Tıpkı tasavvufta olduğu gibi Sühreverdi’nin anlayışında da bu sezgisel yönteme ulaşmak için riyazet (nefsin isteklerini kırma) önemli bir aşamadır. Bunun için de az yemek, az uyumak, az konuşmak, oruç vs. gereklidir. Güdülerin sınırında yaşayanların, kendine söz geçiremeyenlerin hakikatin kıyısından bile geçemeyeceği bilindiğinden, nefsin terbiye edilmesi, dervişane yaşam her zaman için esas alınır.
İnsan, sezgi ile ve ilham yolu ile hakikati keşfeder. Keşfe çıkan, gönlünü açık ve temiz tuttuğu sürece anlam âlemine girer ve aydınlığa ulaşır. Ancak burada bir yanlışa düşmemek gerekir. Sühreverdi hakikate ulaşabilmek için sezgiyi esas alınca aklı dışlamamaktadır. O sezgisel düşünme ile rasyonel düşünmeyi bir arada kullanmaktadır. Rasyonel bilgi önemlidir. Hatta onunla sezgisel bilgiye yaklaşma imkânı da bulunmaktadır. Ama tek başına rasyonel bilgi yeterli değildir. Çünkü varlık bizim rasyonel kalıplarımızın çok ötesindedir. Varlık sınırlı bildiklerimizden çok daha büyüktür, çok daha derindir. Bu nedenle ona sadece akıl yoluyla bakmak, yüzeysel kılacağından varlığın özüne ulaşmak mümkün olamaz. Varlığın derinliklerine inebilmek için onu hissetmek, ona gönül gözüyle bakmasını bilmek ve sezgiyle hareket etmek gerekir. Burada tümden Hermes’in ‘akıl, sezgi ve iç görü-iç deneyim’ üçlemesine bağlı kaldığını görmekteyiz.
Gerçek filozof gönül gözüne, iç görüye ve keşfi yönteme sahip olandır.O bu bağlamda, felsefeyi akılcı bir sistem oluşturma işi olarak ele almaz, daha çok hikmet (bilgelik, gizli sebep) ile bir tutar. Bu perspektiften hareket ederek, felsefenin Platon ve Aristo gibilerle başlatıldığını kabul etmez. Aksine bunlarla felsefenin sonlandırıldığını iddia eder. Aristo’yu da felsefeyi rasyonel bir kalıp içine sokarak perspektifini sınırlamakla suçlar. Bu nedenle de özünde Aristo’yu gerçek bir felsefeci olarak görmez.
Ona göre hem varoluş hem de gerçek bilgiye ulaşma, tanrısal aydınlanmaya dayanır. İnsan için bu aydınlanmaya ulaşmak da ancak sezgi yoluyla gerçekleşecek bir ruhsal ve bedensel arınmayla olur. Sezgisel yöntemi kullanıp kullanmamayı hakikate olan mesafenin kıstası olarak görür. Bu nedenle de ona göre en üstün bilgiyi elde edenler, Meşşailer gibi sadece akıl yoluna başvuranlar değil, hem akıl hem de sezgi yolunu birleştirerek yaklaşanlardır. Bunu başarmış olanlar olarak da kendisiyle birlikte Hermes’i, Zerdüşti bilgeleri, Pisagor’u, Platon’u, Hallac-ı Mansur’u ve Ebu Yezid el- Bistami’yi bu kategoriye dâhil eder. Kürt Halk Önderliği de bununla örtüşür tarzda “anlamın ve hissin yaşattığı insan en güçlü insandır” demektedir.
Hissetmek insanı evrenin diğer bileşenleri ve temel kaynakla bağlantılandırır, ‘bir’leştirir. Bilgeler sıralamasında en zayıf halka ise, sadece rasyonel alanda derinleşmiş olanlardır. Meşşai filozoflar bu gruba girerler. Bu sebeple Meşşai filozoflar gönül gözüne, iç görüye, keşfi yönteme sahip olmadıklarından gerçek filozof da değillerdir. Burada da dışgözlem ve deneyin hakikate ulaşmak için yeterli olmayacağını, dahası bunların yanıltıcı ve hakikatten uzaklaştırıcı olacaklarını belirtir.
Aklı doğruya ulaşmada tek kıstas olarak ele alan Meşşailere yönelttiği radikal eleştiriler, özünde pozitivizme yönelik eleştiriler olarak da değerlendirilebilir. Zira pozitivizm şeylerin kabuklarıyla uğraşırken, onlardaki içkin özü önemsemez; metafiziği, maneviyatı, tasavvufi söylemle ‘Batıni’ olanı bilim dışı görür. Zaten bu nedenle de sonuna kadar kaba maddecidir, Sühreverdi’nin Batı için söylediği gibi ‘maddiyatçı’dır. İç görüden, maneviyattan, moralden, inançtan, ahlaktan… Bir bütün olarak metafizikten kopuk ve yoksundur. İnsanın hem fizik hem de metafizik olduğu gerçeği gözetildiğinde, pozitivizmin ne kadar hakikat dışı olduğu ve Sühreverdi geleneğinin ise hakikate daha yakın durduğu kendiliğinden anlaşılır.
Animizme uzanan evren anlayışı
Bu felsefeler doğanın ve insanın kutsallığından haberdardırlar. İnsanda dile gelenin evren (ışık, nur, enerji) olduğunu bilmektedirler. O nedenle de karanlıklar dünyasına düşmüş yani özünden uzaklaşmış olan insanı, tekrardan özüne kavuşturmaya çalışırlar. Özünde insanda var olan ama üzeri küllenmiş tanrısal özü açığa çıkararak, insanın gerçek insan olmasını sağlamaya çalışırlar. Tüm çaba, istek köke dönmek ve kaynakla birleşmek içindir. Bugün de bilimsel olarak insanın evrenin özeti, dolayısıyla evrenin kendisi olduğu kabul görmektedir. ‘Mikro kozmos’, ‘ikinci doğa’ tanımlamalarının altında bu gerçeklik vardır. Bu, evrende aranacak her şeyin insanda bulunabileceğini ortaya koymaktadır. ‘Kendini Bil!’ ilkesinin önemi burada açığa çıkmaktadır. Zaten bu nedenledir ki Kürt Halk Önderi “Hem kozmosu hem de kuantumu bilmek istiyorsan kendini bil!” demektedir.
Sühreverdi’nin ve onun dayandığı kaynak görüşlerin evreni kaba bir madde yığını olarak değil de tamamen ruhsal ve canlı gördükleri anlaşılmaktadır. Her şeyde içkin olan ışık, her şeyin ruhu olan enerji demektir. Bu da Sühreverdi’nin yaratıcı mutlak varlık olarak tanımladığı ve bütün nurların nuru olan “Nuru’l Envar”ın kendisini her şeye yaydığını, her şeyin canlı ve kutsal olduğunu gösterir. Bu yaklaşım zehirlenmemiş her düşünüşte vardır. Çünkü hakikat budur. Bunun en belirgin ve yetkin görünümü de doğal toplum düşünüşüdür. En genel anlamıyla animizm (canlıcılık) olarak tanımlanan bu hakiki görüş, her şeyi canlı ve birbiriyle bağlantılı görür. Bu görüşte doğanın tüm bileşenleri ‘bir’dir ve birliktedir. Günümüzde bilimin doruğu olarak kabul gören kuantumun da ispatladığı en çarpıcı şey, evrendeki ‘temel birlik ilkesi’dir. Yani her şeyin tüm çeşitliliğine rağmen özünde ‘bir’ olduğu, ‘bir’den geldiği ve ‘bir’i oluşturduğu kanıtlanmaktadır. Bu nedenle de tıpkı Hermes’teki gibi, Zerdüşt’teki gibi, Sühreverdi’deki gibi capcanlı bir evrenle karşı karşıyayız.
Sühreverdi’yi beslendiği kaynaklarla birlikte bozulmamış toplumsal yaşamın, dolayısıyla düşünüşünün bir sürdürücüsü olarak ele alırken hakikat arayışının nedenini de burada görmek gerekir. Doğal olan, bozulmamış olan her zaman için öze uygun olandır. Öze uygun olan da her zaman için o şeyin hakikatini oluşturur. Bu nedenledir ki Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan “Ahlaki ve politik toplum dışındaki hakikat arayışları beyhudedir.” demektedir.
Sonuç olarak Sühreverdi’yi ve içinden çıktığı geleneği özü animizme varan düşünüşün bir temsiliyeti olarak görmek yerinde olur. En eskilerin düşünüş tarzı olsa da en yenilerin de vardığı nokta aynı noktadır. En bilimsel olduğu iddiasında olan kuantumun da ispatladığı en temel gerçeklik, animizmin doğru bir düşünüş tarzı olduğudur. “Geçmiş daha gerçektir” tespiti her geçen gün daha fazla doğrulanmaktadır. Dolayısıyla hakikat arayışçılarının son durağının animizm kökenli düşünüş tarzı olması kaçınılmazdır. Ancak her hakikat arayışçısı gibi Sühreverdi de kendi döneminden bir şeyler taşır. O İslami kimi renklere yer verse de -belki de öyle olmak zorunda bırakılsa da- yine de aykırı görüşleri nedeniyle ulemanın şikâyetleri sonucu egemenlerin hışmından kurtulamaz. Sonuç her zamanki gibi aykırı seslerin, sistem dışı olanların tasfiyesi olacaktır.
KAYNAK: ABDULLAH ÖCALAN SOSYAL BİLİMLER AKADEMİSİ
YORUM GÖNDER