TARİH ŞİMDİDİR-KÜRDİSTAN TARİHİNE ÖZLÜ BİR BAKIŞ (15.BÖLÜM)
İzzeddin Yezdanşêr İsyanı 1853-1856;
Amcası Bedirxan’ın yerine geçen Yezdanşêr, 1856’da gerçekleri görse de iş işten geçmiştir. O da ihanetin bedelini ezilmekle öder. Yezdanşêr, Bedirxan Bey’in kıyımında yaptığı ihanet karşısında, Bedirxan Bey’in yerine Cizre Beyi olarak atanmıştır. Ancak Osmanlıların Cizre Beyliğini yeniden canlandırmaya niyetleri yoktur. Çünkü Osmanlı, 1847 Yılı’nda Muş, Hakkari sancakları ile Cizre, Botan ve Mardin’i içine alan idari birim olarak bir Kürdistan Eyaleti’ni oluşturmuş ve başına da Esat Muhlis Paşa’yı, Kürdistan’da yönetim olarak atamışlardı.
Osmanlılar planları gereği hedefleri Mîrlik sistemini ortadan kaldırmaktı. Bunu daha sonra 1856 yılında resmi olarak Arazi Kanunnamesiyle pratikleştireceklerdi. Olaylar bastırılıp tehlike atlatılınca, Yezdanşêr’e de gerek kalmayacaktır. Onu uzaklaştırıp yerine bir Osmanlı paşası atamaları ve bölgedeki Kürt Beylikleri’nin tümünü ortadan kaldırmak için yeni düzenlemelere girişmenin zamanı gelmiştir. Umduğunu bulamayan Yezdanşêr, Osmanlıya karşı iç cephe açmak için, onun Kırım Savaşı’nın elverişsiz konumundan yararlanmak ister. İsyan, hızla büyür ve genişler. Öyle ki içine Kürdistan’da yaşayan farklı ulusal azınlıkları da, Süryanileri, Ermenileri ve Rumları da katar. Bu dönemde halklar, özgürleşmek için bir kurtarıcı arayışı içindedirler ve bu rolü bu kez de Yezdanşêr oynar.
Durumu kendileri açısından tehlikeli gören İngilizler yine devreye girdiler. İngilizlerin Musul konsolosu, Kürt aşiretlerin arasına ikilik sokarak Yezdanşêr’in Osmanlıyla uzlaşması için yoğun çaba gösterir. Yezdanşêr, politik tutarsızlığı ve verilen vaatlere hemen kanmasından kaynaklı olarak, Osmanlıyla görüşmeyi kabul eder. Musul’daki İngiliz konsolosu Risam’in sözde kişisel güvencesiyle, görüşme vaatleriyle tuzağa düşürülerek İstanbul’a gönderilir ve orada tutuklanır. Böylece lidersiz kalan isyan kısa sürede dağılır.
Hep aynı dokuyla karşı karşıya kaldığımızı burada yine görmekteyiz. İsyan eden kişi, daha birkaç yıl önce o dönemin en büyük direnişini kendi yetki, mevkii ve bireysel menfaatleri için satan ve pazarlayan Yezdanşêr’dir. Bu kez de kendisi isyan edecektir. Çünkü bireysel çıkarlarının zamanı geçmiştir. Osmanlı kendisini yeterince güçlü hale getirmiştir. Bir işbirlikçiye ihtiyacı yoktur. Özcesi, kullanım değeri kalmayan bir Yezdanşêr söz konusudur. İkinci bir dipnot da, İngilizlerin oyununa yeniden yeniden düşülmesidir. İngilizlerin ipiyle kuyuya inmek, herhalde her zaman kuyunun dibini boylamaktan öteye bir sonuç doğurmamaktadır.
Başka bir isyan da, sonraki yıllarda gelişecektir. 1878 yılında Bedirxan’lılardan Osmanlı Ordusu’nda paşa olan Osman ve Hüseyin Paşaların (bunlar Bedirxan’ın oğullarıdır) Ruslarla savaştan dönerken, Kürdistan’da çıkardıkları bir isyan vardır. İsyana, Kürt aşiretlerinden ve köylülerinden yoğun destek gelir. Yaklaşık dokuz ay Botan’ı kontrol altında tutarlar. Bedirxanlılar yaklaşık kırk yıldan beri bölgeyi denetimlerinde tutmadıkları halde, bölgede bulunan aşiretler eski Mîr ailesinin isyanını hemen destekler, hatta teşvik ederler. Yalnızca bu gerçeklik bile, bölgede Osmanlıya karşı rahatsızlıkların ne boyutta olduğunu gösterir. Eksik olan yegâne olgu, halkın bu rahatsızlıklarını doğru temellerde örgütleyecek bir önderliğin olmayışıdır. Yapılan halka önderlik değil, bilakis kendi ailesel çıkarlarını düşünen politikaların ötesinde başka bir şey olmamaktadır. Bu durumun ise adeta sürekli direnmelerine rağmen kaybeden bir halkın umutlarını söndürmenin ötesinde bir değeri yoktur.
AİHM Savunmaları’nda Başkan Apo genel anlamda bu Mîrleri, beyleri, şeyhleri ve cümle cemaat Kürt egemenlerini ele alırken, şu tarihsel değerlendirmeyi yapmaktadır:
“Ortaçağdan günümüze kadar oluşturulan ve hep etkili kılınan Kürt feodalitesini çözümlemek, olup biteni anlamak açısından büyük önem taşımaktadır. Genel karakteri kadar özgün yönleri, oluşum ve sürdürülme yöntemleri, kimlere nasıl çıkar sağladığı, halktan neler götürdüğü, zihniyet ve ruhsal yaşamı ne tür etkilediği, iradeyi ve ahlakı nasıl alçalttığı, halkın tarihsel kimliği ve kültüründe hangi tahribatlar ve aşınmalara yol açtığı, yabancılaşmayı ne kadar derinleştirdiği, ekonomik, sosyal ve siyasal olarak da, daha ileri ve zengin olanakları nasıl engellediği tüm yönleriyle çözümlendikçe, büyük bir aydınlanma sağlanmış olacaktır. Dolayısıyla doğru ve ileriye yönelik bir politikleşme ve demokratik biçimlenmenin yolu açılacaktır. Bu görevin bir türlü yerine getirilmediğini önemle belirtmek gerekir. Kürt üst tabakası politik zeminini hiçbir zaman tartışmamış ve özeleştiriye açmamıştır. Bunun altında bin yıllarca sürmüş lanetli bir çıkarlar dünyasının gizli olduğunu, bunun açığa çıkmasının büyük bir ihanet ve suçlamaya konu teşkil edeceğini çok iyi bildiğinden kim kendi çıkarlarına uygunsa, hiçbir insani ilkeye bağlılığı göz önüne getirmeden, gerektiğinde en faşist, en karanlık ve yok edici güçlerle ittifak etmeyi, halkı karanlıkta bırakmayı ve ilerici oluşum ve gelişmeleri yok etmeyi, gözünü kırpmadan bunun gereklerini yerine getirmeyi en uygun politika bellemekte uğursuz ve lanetli tarihi sürdürmekten asla vazgeçmemektedir.
d- Şeyh Ubeydullah Nehri İsyanı;
1881’de gelişen Şeyh Ubeydullah Nehri İsyanı bazı farklılıklar gösterir. Şeyh Ubeydullah İsyanı, önemli milli değerler taşır. Başkan Apo, Şeyh Ubeydullah için şöyle demektedir: “Şeyh Ubeydullah dönemi moderne yakındır daha doğrusu şeyhlerin bu ilk başkaldırısı, dönemin bir Kürt proto-milliyetçiliği dönemi olduğudur. Şeyh Ubeydullah’ın bunu temsil ettiği söylenebilir. (Tarih Üzerine Söyleşi-Abdullah Öcalan)
Şeyh Ubeydullah milli değerlerle, dini değerleri birleştirerek birçok Kürt aşireti ve konfederasyonunu ortaklaştırabilmiştir. Şeyh Ubeydullah’ın Nesturileri ve Asurileri yanına alması direniş ve isyanın derinliğini gösterir. İsyana geçmeden önce, birçok Kürt Mîriyle ilişkilenmiştir. Aynı zamanda dış güçlerle de ilişkilenmesini bilmiştir. Şemzinan’dan, Urmiye’ye kadar hızla yayılabilmiştir. Fazla güçlenmesi, Rusları tedirgin etmiştir. Yine Amerikan misyonerlerine yaptığı milli devlet olma açıklamaları belgelidir. Şeyh Ubeydullah’ın, Amerikan misyoneri Dr. Cohran’a yazdığı mektuptan da fikirleri net bir şekilde anlaşılmaktadır. Mektupta “Kürt Halkı beş yüz binden fazla aile ile ayrı bir halktır. Dinleri ve dilleri diğerlerine göre farklıdır. Yasaları ve gelenekleri ayrıdır. …kendi işlerimizi kendimiz yönetmek istiyoruz. Böylelikle suçlularımızı cezalandırırken, güçlü ve bağımsız oluruz. Diğer uluslar gibi ayrıcalıklarımız olur. Suçlularımız konusunda, diğer uluslara hiçbir zarar gelmeyeceği sözünü üstlenmeye hazırız (Waide Jwaideh) der. Ubeydullah, aynı mektuplarında direniş ve isyanın nedeni olarak “Kürt Halkı’nın itibar ve selametini zedeleyici haksızlıkların ortaya çıkmasını gösterir. Bu yöne doğru önemli görüşler ve düşünceler, tüm güçlerin topyekûn olarak kendisini hedef almasına yol açar.
Şeyh Ubeydullah Nehri, 1878 yılında Osmanlı ve Ruslar arasında gerçekleşen savaşa katılır. Osmanlılar bu savaşı kaybederler. Batıda her gün kaybeden Osmanlı, doğuda da kaybetmektedir. Bu durumu Şeyh bizzat görmüştür. Bunun üzerine Şeyh, bu durumu değerlendirmek için batılılarla ilişki geliştirerek, onlara planlarını açıklar. Kaldı ki 1878 yılında Berlin’de yapılan anlaşmada Osmanlı birçok gayrimüslim halka, özelde de Ermenilere karşı tavizler vermiştir. Bu arada, Ermenistan gibi hususlar tartışılmaktadır. Bu durum, Şeyhi etkileyen bir husustur. Kaldı ki farklı gayri Müslim halklarla pozitif ilişkiler geliştirmek, dış güçlere mesajlar içermekteydi. Şeyh tüm bu gelişmelerden rahatsız olan Kürt aşiretlerini ve beylerini toplamak için çalışmaya başlar. Ancak var olan rahatsızlıkları Ermenilerin aleyhine geliştirilmesi yerine bir arada yaşamayı yeğleyen bir tutum içerisindedir. Batılı devletler Kürdistan’da yeni reformlar düşünürken, Kürtler de isyan hazırlığı yaparlar. Şeyh, İstanbul’dan Kürdistan’a çıkmadan tüm önemli aşiret reislerine, beylerine ve şeyhlerine telgraf göndererek toplantıya çağırır. Öyle ki Şemzinan’da toplantı yaparken, önemli bir sayıda bey, aşiret reisi ve ileri gelenleri bu toplantıda hazır bulunacaktır. Yukarıda dile geldiği gibi bölgede yaşayan Ermeni ve Asuriler de, Şeyhle ilişkilenmişlerdir. Bir taraftan Şeyh’in samimiyetine inanmışlardır, diğer taraftan ise Osmanlıya karşı ancak ortak hareket etmek suretiyle Kürt elitlerinin sürekli olarak Sultan’ın piyonu olup kendilerine saldırmalarının önünü alacaklardır. Übeydullah’ın bir fetva ile Ermeni ve Asurilere asla karışılmaması talimatını savaşın ortasında vermiş olduğunu da belirtelim.
Şeyh Ubeydullah, önce Doğu’ya yönelir. Doğu Kürdistan’ın Kurmanç olan kesiminin önemli bir parçasını ele geçirir. Mahabad’ı da alır. Sırada Urmiye vardır. Urmiye de ele geçirilir. Bu gelişmelerden Ruslar, İngilizler ve Osmanlılar oldukça rahatsız olur. Osmanlılar, Şeyh’in üzerine yürürler. Şeyh doğudan çıkmak zorunda kalır. Neredeyse hiçbir müttefiki ve isyanın bileşeni, Şeyh’in yarattığı gelişmelerde bizzat kendi öz çıkarlarının korunduğunu görmez. Tabi ihanet de bu algılayışın cabasıdır. Celali olan Timur Han bulunduğu alanda oldukça etkili bir isimdir. Bu ismin Şah’ın Ordusu’na katılmasıyla dengeler değişir ve yaşanan sonuç itibariyle yenilgidir. Yine İran Kaçar devleti başka birçok hinliği de uygular. Örneğin Şeyh Ubeydullah’ın etkili Komutanlarında olan Hamza’ya haber yollayarak anlaştıklarını belirtir ve bir komployla yanlarına çekerek katlederler.
Şeyh Ubeydullah İsyanı bastırıldıktan sonra İran Kaçar Devleti Kürt Halkı’na korkunç katliamlar yapar. Eline sağ geçen Kürtleri katlederken mal varlıklarına ise el koymaktadır. Katliamlar o düzeyde dozajı yüksektir ki, katliama onay veren İngilizler ve Ruslar bile rahatsız olur. Rusların Tahran’daki elçisi: “Rusya’nın politikası Kürdistan’da yeniden çıkacak bir ihtilalle zarar görecektir. .Bunun içindir ki, İran’ın Kürtlere reva gördüğü vahşiyane davranışı terk etmesi gerekmektedir demektedir. Yine Osmanlıların Vakit gazetesinde ise: “Sipah Salar, askerlerine Kürtlere acımamalarını, köylerini yakmalarını, mahsullerin imha etmelerini (Tarihin İsyanı-Osman Akbaş) belirttiğini dile getirerek, uygulanan vahşeti dile getirmektedir.
Şeyh İstanbul’a çekilir. Daha doğrusu İstanbul’a çektirilir. Şeyh Ubeydullah Nehri, 1882’de tekrardan Şemzinan’a dönüp isyanı bu kez Osmanlılara karşı başlatır. Ancak isyan yeniden bastırılır. Bunun sonucunda Şeyh, Musul’a götürülerek hapsedilir. Ancak aynı zamanda Şeyhin bir komutanı da olan oğlu Seyit Abdulkadir, Musul kentine saldırarak babasını kurtarır. Şeyh tekrardan bir isyan geliştirmek istese de, yeniden esir düşer ve yine yenilir. Şeyh Ubeydullah, Mekke’ye sürgüne gönderilir. Orada sürgünde 1883 yılında vefat eder. Geriye kalan yeniden boynu bükük, sinmiş ve umutsuz bir halktır.
Başkan Apo Şeyh Ubeydullah İsyanı için: “Şeyh Ubeydullah Hareketi, Osmanlı-Rus Savaşıyla (1877-1878) bağlantılı olarak gelişim göstermiştir. Osmanlıların Ruslar karşısında güç duruma düşmesinden yararlanılmış, dış güçlerle olan çelişkilerinden yararlanılmaya çalışılmıştır. Ayrıca imparatorluktaki milli hareketlerden de etkilenilmiştir. Kürt toplumunda yeni gelişen beklentiler dikkate alınmıştır. Hareket sadece din adamlarının değil, etkili diğer çevrelerin de desteğiyle kısa sürede büyümüştür. Merkezî bürokrasiden şikâyetler ve milli istekler düzenlenen toplantılarda dile getirilmiş ve amaç kapsamına alınmıştır. Hareket hem Osmanlı hem de İran Kürdistan’ının geniş bölümlerinde etkili olmuş ve askeri form kazanmıştır. Resmi bir devlete dönüşmesi için dönemin hegemonik güçlerinden birinin veya birkaçının desteği yeterli olacaktır. Ancak bu destek gösterilmemiştir. İran ve Osmanlı devletlerinin Batılı hegemon güçlerin tüm isteklerini kabul etmeleri, bu desteğin esirgenmesinde temel etken olmuştur. Destek Osmanlı ve İran devletlerinden yana gösterilince, bu büyük isyan hareketinin tasfiye edilmesi de kolay olmuştur demektedir.
Devamında ise Osmanlı saltanatının ilişki tarzı ve yönetim stratejisi üzerine şu gerçekliğe dikkat çekmektedir: “Sultan İkinci Abdülhamit döneminde meydana gelen bu hareketten sultanlık önemli dersler çıkarmıştır. Bedirxan Bey ailesine uygulanan yöntem aynen Ubeydullah Nehrî ailesi üzerinde de denenmiştir. İstanbul’a taşınıp onlar aracılığıyla Kürtlerin bir kısmı kontrol altına alınmaya çalışılmıştır .
“Kürt toplumunda önemli dönemeç noktaları vardır. Bu tarihsel dönemeçler Kürt toplumuna özgü bir sosyal olay değildir. Her toplum kendisini anlamaya çalışırken, bu dönemeçleri ele alarak anlamaya çalışır. Ve bu dönemeçler, eskinin yıkılması üzerine gelişen yeniyi ifade eder. Toplumsal örgütlenmeler değişik ekonomik tarz, değişik siyasal değişikliklerle olur. Kültürel alanlarda değişiklikler olur. Bu değişiklikler birden bire olmaz. Eski yeniyi içinde taşır. Yeni eskiyi oluşturur. Son tahlilde toplumsal olaylar, devrimsel bir çizgiyi takip ederler. Kürt Toplumu evrimle birlikte dış müdahalelerden daha çok etkilenmiştir. Toplumsal değişimi genellikle dış güçler belirlemişlerdir. Kürt toplumunun yaşamına çok sayıda yabancı girmiştir. Bunların her biri, bir değişiklik yapmış ve bir dönemi ifade etmişlerdir. Bu dönemeçlerin bir tanesi de 19. yy’da Emirliklerin yıkılması ve isyanların bastırılmaların ardından ortaya çıkan durumdur. Bu durum kimi Kürt özelliğini geri iterken, kimisini başat hale getirmiştir. Toplumsal sadakat noktaları değişmiş, toplumun en kutsal kavramı değişmiştir. Bu tabakalaşmada ve sınıflaşmada değişiklikler olmuştur. (Aşiretçilik ve Milliyetçilik)
Birazdan açacağımız gibi emirliklerin tasfiyesiyle, daha sahte ve daha yapay iki elitist kategori geliştirilmiştir. Bunlardan ilki daha çok Mîrlerin yanında barınan kâhyaların, Osmanlıya ajanlık yapanların ve toplumda değer görmeyen tiplemelerin ağa olarak ortaya çıkmasıdır. Diğeri ise, toplumun belleğinde çözüm gücü olarak algılanan Mîrlerin ortadan kalkmalarıyla, oluşan kaos ortamında yerlerine alan dini liderlerin geçmesidir.
ŞEHİT KASIM ENGİN
YORUM GÖNDER