YAŞAMIN KATLİ OLARAK UYGARLIK(1.BÖLÜM)
Önderlik uygarlığı yaşamın, özgür yaşamın katledilmesi olarak nitelendiriyor. Uygarlığın çıkışını yaşamın anlam yitimi olarak değerlendiriyor. Bu nedenle de uygarlık tarihini ele aldığımızda karşımıza bir savaş, entrika, komplo, öldürme tarihi çıkıyor. Bütün tarih bunlar üzerinden yazılmıştır. Özgür, ortak bir tarih yoktur. Uygarlık süreciyle beraber yazılan, dile gelen tarih bir kahramanlar tarihi olarak yazılmış, dile gelmiştir. Neden kahramanlık tarihi? Bu kahramanları iki şekilde ele alabiliriz. Biri; özgürlük hareketlerini, direnişlerini toplumda geliştirmek isteyenler şahsiyetler vardır, bunlar kahramanlar olarak öne çıkmaktadır. Bunlar özgürlükçü toplumun, geleneğin sürdürücüsü, savunucusu olanlardır, uygarlık sistemine karşı mücadele etmiş, direnmiş ve gerektiği yerde bedel de ödemişlerdir. Bu tür şahsiyetler özgürlükçü toplumun hafızasında kahramanlar olarak yer edinmiştir.
Diğer taraftan, uygarlık sistemin savunuculuğunu, yürütücülüğünü yapanlar da vardır ve bunlar, toplumun üzerinde bir kılıç gibi sallanmışlardır. Tarihte bunların çokça örnekleri vardır. Örneğin; uygarlık tarihinde Gılgameş bir kahraman olarak ele alınır, ama kılıç gibi toplumun üzerinde sallanmıştır veya İngiltere tarihinde Kral Arthur bir kahramandır. Hakkında ne fazla film çekilen, kurgusu oluşturulan krallardandır, tarihte olumlu bazı yönleri de olmuş olabilir, ama esas olarak bu kadar öne çıkartılmasındaki sebep Britanya İmparatorluğu’nun temellerini atması, Britanya’nın hâkimiyet kurmaya başlamasının kökenini oluşturmasıdır. Türklerde Battal Gazi bir kahramandır (üstelik Battal Gazi’nin Malatyalı olduğu, annesinin Türk olduğu belirtilmektedir, bu da Kürt olma ihtimalini de açığa çıkartıyor). Battal Gazi de kendi döneminde uygarlık için savaşan, öldürmelere katılan, Emeviler ordusunda komutanlık yapan -ki Emeviler dönemi İslamiyet’in en kanlı dönemidir- bir şahsiyettir. Yine İslamiyet’te Hz. Ömer bir kahramandır. Hz. Ömer de şiddet ve gaddarlıklarıyla bilinir, ama aynı zamanda kahraman gibi de anılır. Uygarlık tarihinde kahraman olarak nitelendirilenler böylesi kişilerdir. Bu da şunu göstermektedir ki; uygarlıkla birlikte genel olarak yazılan ve ele alınan tarih, bir savaş, soykırım ve katliam tarihidir, ele alınan bir insanlık tarihi yoktur.
Bu nedenle uygarlığı bir tek devletin örgütlendirilmesi olarak ele almıyoruz. Uygarlığı, devletin örgütlendirilmesinin yanı sıra dinin, ekonominin, sosyal ve siyasal toplumun yeniden örgütlendirilmesi olarak ele alıyoruz. Bu nedenle uygarlık ve devlet beraber ele alınır, devlet ve uygarlık aynıdır. Önderlik, devleti iktidar güçlerin ortaklaşa örgütlenmesi olarak nitelendiriyor. İktidar güçleri, yönetim olgusu, askeri, ekonomik güç, bilimsel, düşünsel, sanatsal, hukuksal alanların hepsini kapsar. Bu nedenle devleti bir iktidar ağı, devlet güçlerini iktidar güçleri olarak değerlendiriyor. Bu anlamda iktidarın sistematik yürütücüsü devlet olmaktadır. İktidarın olduğu yerde eşitliğin olması mümkün değildir. Orada özne-nesne vardır, birbirinden koparma vardır. Böyle bir durumda toplumun özne olması mümkün değildir, toplum kendisini her ne kadar özne olarak görse, topluma özne olduğu söylense de toplum sürekli olarak nesnedir. Zaten uygarlık, toplumun birbirinden kopartılması, ayrıştırılması, özne nesne ayırımı üzerinden gelişmektedir.
Hepsi özde aynıdır
Devlet, uygarlık ve iktidar konusunda çözümlemelerinin yetersiz ve hatalı olduğu konusunda Önderlik Marksizm’i çok eleştirmektedir. Marksizm bütün toplumsal mücadeleler tarihini, sınıf mücadeleleri olarak ele almakta, esas hata da burada yapılmaktadır. Sınıftan ele aldığın zaman, el ve ayaklardan ele almışsın demektir. Esas olan zihniyettir, sınıflar bir zihniyet temelinde oluşmuştur. Eğer doğru ele alamazsan, o zaman doğru bir mücadelede yürütemezsin. Bu nedenle Önderlik herhangi bir sınıfın iktidarını savunmayı, bir sınıfı yüceltmeyi eleştirir. Hatta köle, serf ve işçiyi sistemi en fazla güçlendirenler olarak değerlendirir ve üçünü de sistemin yardakçıları olarak niteler. Köle, serf ve işçiyi -ki hepsi özde aynıdır- sistem için en fazla çalışan, ayakta tutanlar olarak değerlendirir. Dolaysıyla köle ve efendi arasında aslında çok ciddi bir farkın olmadığını, her ikisinin de bu sistemin hizmetçileri olduğunu ve bu sistemi oluşturduklarını belirtir. Aynı şekilde patron ve işçiler, derebeyi ve serfler de öyledir. Bunların tümü sistemi oluşturmaktadır. Bu nedenle de yıkılan bir sistemde hepsi beraber yıkılır. Örneğin; bir sistem yıkıldığında veya çözüldüğünde, köle, serf, efendi, egemen hepsi birlikte çözülüyor, yıkılıyor. Yani ezilenler sıyrılıp ezenler yıkılmıyor veya biri ayakta kalıp diğeri düşmüyor. Etkilenme düzeyi farklı olsa da hepsi de sistemin sarsıntısından, yıkılmasından etkileniyor, nasibini alıyor. Hatta bir sistem yıkılacağı ve yıkıldığı zaman bu kesimlerin içerisinde bir kesim bir yerlerden tutup hâkimiyeti ele geçirdiği zaman bile -ki bu ezilen kesim bile olsa- yıkılan sistemin benzeri bir sistemin yürütücü oluyor. Bu, zihniyetle bağlantılıdır. Çünkü esas olan zihniyetin oluşumudur, uygarlığın oluşumundaki en temel husus zaten budur ve uygarlığın kadın toplumuyla esas savaşımı da bir zihniyet savaşımıdır.
Uygarlığın doğurucuları ve yaratıcıları olan Sümerlerde yapılan esas çalışma zihniyet çalışmasıdır. Oluşturulan bir iktidar zihniyetidir ve 5000 yıldır uygarlık bu zihniyet üzerinden yürümektedir. Sümerler devletçi uygarlığı geliştirdikleri zaman sistemlerini dayandırdıkları zihniyeti üç yöntem kullanarak oluştururlar.
Birinci yöntem, tanrının icadı; tanrı icat edildiği zaman artık kutsama tanrıya bahşedilir. Bununla artık bir ideoloji oluşturulur. Bu ideoloji kutsama, kutsallık üzerinden oluşur. Baktığımızda devlet ve tanrı birdir. Din ve devlet birdir, aynı zihniyettir. Din bunun üzerinden oluşmuştur, uygarlık dönemi mitolojileri bunun üzerinden gelişmiştir. Toplum tanrı ve devletin dışında fazla bir şey tanımaz ve bilmez. Çünkü zihniyet bunun üzerinden gelişmiş, uygarlık tarihi boyunca toplum bu temel zihniyet üzerinden şekillendirilmiştir. Din-tanrı-devlet zihniyeti artık tüm oluşumlara nüfuz etmiştir. Bu zihniyette manevi dünyaya hitap etme vardır, insanın manevi dünyası hedeflenir. Manevi dünya, bu zihniyet ve kutsama üzerinden esas alınır. Manevi dünyayı hedefleyip etkilediğin zaman, zihni tümden işgal edebilirsin. İnsanın manevi dünyasında kırılma olduğu zaman her türlü yola da sapabilir. Bu nedenle en fazla insanın manevi dünyasına bir yönelme vardır. İnsan maneviyatı bombardıman altına alınır. Egemen zihniyet kendisini bunun üzerinden oturtur.
İkincisi ise; kentleşmeler oluştuktan sonra insanlar artık kentler de çok rahat beslenememektedir. Ekonomik ve güvenlik sorunları vardır kentlerde. Bu, insanların zigguratlarda çalışmaya, yerleşmeye sıcak bakmasına, ikna olmasına, bunu kutsal, değerli bulmasına neden olur. Bugüne kadar da baktığımızda bu zihniyet geçerlidir. Kutsal olarak kabul edilen mekânlarda kalma, orada çalışma, hizmet etmeye olumlu bir gözle bakılmakta ve gönüllü olarak kendisini adayanlar olmaktadır.
Üçüncü husus; cinselliktir. Kadınlar tapınaklarda fahişeleştirilir. Tapınakların çevresindeki ve tapınakta gönüllü olarak çalışmaya ikna ettikleri insanların yönü sürekli olarak bu kadınlara çevrilir. Sisteme iyi hizmet edildiği taktirde bu kadınlar bir ödül olarak, erkekler de bu tapınaklara girmeye hak kazanmış sistemin neferleri olarak motive edilir.
Uygarlık sistemi kendisini bu üç temel husus üzerinden oluşturur ve kurumlaştırır. Bu zihniyet ve yöntemlerle yol alır. Hanedanlık devletleri oluştuğu zaman aynı sistem devam ettirilip daha fazla geliştirilir. Artık aşiretler ve kabileler daha fazla erkek çocuk sahibi olma yarışına girer; bu, temel bir zihniyet olarak oturtulur. Nitekim bir yerde böylesi bir zihniyet oturtulmuşsa, ciddi bir başkaldırışın olması da mümkün değildir. Dahil olduğun, zihniyetini taşıdığın bir sisteme kolay kolay karşı çıkamazsın. Dogmalara dayalı zihniyet yapılanması artık kendisini hâkim kılmaktadır ve buna bir yerden dahil olduğun zaman artık karşı çıkman da zordur. Kutsallaştırdığın, dokunulmaz kıldığın bir varlığı, gücü sorgulama iradesini, gücünü, cesaretini de bulamazsın. Bu nedenle uygarlık tarihine baktığımız zaman çok köklü bir başkaldırı, gerçekten sistemi yıkıp çözecek bir başkaldırı gelişmemiştir. Mücadeleler, direnişler farklı farklı biçimlerde elbette ki olmuştur. Toplumun komünal direnişi devam etmiştir. Fakat tüm direnişlerin temel yanılgı ve yengi noktası kendilerini bu zihniyet yapılanmasından arındıramayışları, ondan kurtulamayışlardır. İktidar amacıyla başkaldıran hiçbir kesimin doğru bir mücadele yürütmesi, karşısında mücadele ettikleri sistemi çözebilmeleri mümkün değildir. Bu anlamıyla uygarlığın temel özelliklerinden biri fetihtir. Fethediyorsun her şeyi. Fethetmek işgaldir, iktidardır. Fetih sadece fiziki olarak bir yerlerde mekân işgal etmek değildir; toplumu, yaşamı, insanın hücrelerini işgal etmektir. Asıl fetih budur, bunun gerçekleştirdiğin zaman fetihsin, fethetmişsin demektir. İnsanın zihnini işgal ettiğin zaman, toplumun tümünü işgal edebilirsin. Uygarlığın birinci özeliğini böyle koyabiliriz. Uygarlığın bu fetih özeliğini en fazla tanrı kavramında, tanımında görebiliriz. Tanrı her şeye kadirdir, tanrı her yerde hazır ve nazırdır; uygarlık zihniyeti ideolojik, felsefik, ahlak, kültür olarak her yerde vardır. Fetih bunu ifade eder. Bu nedenle tanrı her yerde hazır ve nazırdır. Çünkü oluşan zihniyet her yerde hazır ve nazırdır. O felsefe her yerde vardır. Tanrı her şeyi gören, duyan, bilendir; her şeyin hâkimidir. Bu, her yere herkese hükmeden, nüfuz eden, kendisini hâkim kılan zihniyeti tanımlamaktadır aslında.
Uygarlığın diğer temel bir özelliği ise kadın katili olmasıdır. Kadın katledildiği zaman artık geriye kadın değil, karı kalır. Günümüzde de Kürdistan’ın bazı yerlerinde kadın için pirek denilir. Pirek, karılaşmadır. Kadın karılaştığı zaman toplumun tümü karılaşır. Çünkü uygarlık esas hamlesini kadın üzerinden geliştirir. Toplumun karılaşması için önce kadının karılaşması gerekir. Bu aslında yaşamın anlamını yitirmesi, ters yüz etmesi anlamına gelmektedir. Yaşam anlam yitimine uğrar. Kadın karılaştırılmaya başlandığı zaman artık toplum çürümeye doğru gider. Baş eğen kadın, baş eğen toplum anlamına gelir. Kadın baş eğdi mi toplum da baş eğer. Bu nedenle de ilk önce kadına yönelinir, kadın düşürülür. Kadının düşürülmesiyle toplum düşürülür. Bu nedenle de kadın düşürüldüğü zaman toplumda iki temel etkide bulunur. Bunlar; birincisi toplum köleliğe; ikincisi ise karılaşmaya açık hale gelir. İkisinin gerçekleşmesi halinde toplum zaten artık düşer. Karılık nedir? Köleliktir, başkaldırma, reddetme cesaretinin olmamasıdır, iradesizliktir, her tür hakareti hazmetmektir, başkaldırma ve mücadele etme yerine tüm bunları kader olarak kabul etmedir, ağlamaktır olan bitenler için, yalancılığa alışmaktır, ahlaksızlaşmaktır, kendini sunmaya alışmadır.
Bunların tümü özgürlük ahlakının toplumda yitimini doğurur. Bu çok temel bir noktadır. Bu nedenle de cinsiyetçilik ve iktidarcılık aslında aynı şeydir, özü birdir. Bundan dolayı da cinsel anlamda sorun yaşayan bir erkek için iktidarsız kavramı kullanılır. Kavram bile bu zihniyeti ortaya koyar. İktidarı bizler tahakküm, zor için kullanıyoruz. Erkeklerin cinsel sorunlarında kullanılan iktidarsızlık kavramının kökeni de birdir. Zihniyeti aynıdır. Bu nedenle Önderlik savunmalarda oğlancılık kültürünü açmaktadır. Oğlancılığı fiziksel bir hastalık veya cinsel bir sapma olarak ele alamayız. Oğlancılık, iktidar kültürünün bir yöntemidir. Örneğin; bunun örneklerine en fazla Yunanlılarda rastlanır. Toplumun tüm asilzadelerinin böylesi oğlanları vardır. Sokrates bile bunu uygular, Sokrates; ‘önemli olan iyi eğitmek değil, toplumun kurulmasıdır’ der. Toplum bunun üzerinden yapılandırılır. Bu anlamıyla toplumun karılaştırılması bir kültür haline gelir. Oğlancılığın uygulandığı kişiler de hep gençler, hatta çocuklardır, 13-14 yaşındaki çocuklar, gençler alınır. Bunun nedeni ise gençler toplumun sürekli dinamik gücüdür, toplumda başkaldırabilecek, yeni bir zihniyete açık olanlardır. Kadınlardan sonra düşürülmesi gerekenler onlardır, o nedenle de gençlere yönelinir. Bununla toplum terbiye edilir. Esasta tüm bunlarla toplum iğdiş edilmektedir. Toplum, toplum olmaktan çıkartılmaktadır. Hatta Osmanlı padişahlarının hemen hemen tümü bunu çok yaygın bir şekilde uygular. Osmanlılar bir yönüyle dünya imparatorluklarını, diğer ülkelerin kraliyet ailesi üyelerini, prenslerini kaçırıp getirerek padişahların bunlara tecavüz etmesi, hadım etmesiyle gerçekleştirmiştir. Toplumları, halkları, devletleri dize getirmenin, iradesizleştirmenin ve boyun eğdirmenin bir yöntemi olarak kullanılmıştır. Ortadoğu tarihinde de bunun örnekleri vardır, hatta yakın tarihlere kadar da Afganistan gibi ülkelerin bazı yerlerinde çocukluktan itibaren aileleri tarafından üst tabakalar için oğlan olarak yetiştirilen çocuklar vardır. Yine Kürdistan’ın bazı yerlerinde örneğin sıra geceleri vardır. Geçmişe bakıldığında bu sıra gecelerinde köçeklerin de oynatıldığı görülür. Bu, çok normal, sıradan bir olay değildir. Yani bu kültür Kürdistan’a da yansımıştır. Çok uzağa da gitmeye gerek yok, bugün Kürdistan’da, Türkiye metropollerindeki fuhuşta en fazla Kürt gençleri kullanılıyor. Bu, kapitalizmin bir sapması olarak bugün çok farklı bir biçim almış olsa da, esasta bu oğlancılık kültürünün bir devamıdır. Yoksa bunun cinsel tercih veya hastalıkla bağlantısı yoktur. Bazıları biyolojik olarak çift cinsiyetli olabilir, bu ayrıdır. Fakat bunu sadece bir cinsel sapma olarak ele alıp değerlendirirsek, iktidar olayını tam olarak çözümleyemeyiz. Bu bir iktidar zihniyeti ürünüdür, iktidarsal zihniyet bunu yaratmaktadır. Her şeye karşı yaşanan tatminsizlik ve kendini bulamama hali, bugün insanların bu şekilde sapmalar yaşamasına da neden olmaktadır. İktidar zihniyeti işgal edip seni fethettiği zaman, doğru tercihler yapamazsın, doğru bir yaşamı seçemezsin.
Bir diğeri, uygarlık kültüründe kadın erkeğin tarlasıdır, aynı zamanda toplum da iktidarın tarlasıdır. İkisi birbiriyle çok bağlantılıdır. Eğer ki erkek kadın üzerinde her tür tasarrufta bulunabiliyorsa, o zaman iktidar da toplum üzerinde her tür tasarrufta bulunabilir. Tarla topraktır, neyi ekersen onu biçersin. Kadında veya toplumda neyi ekersen onu biçersin. Özellikle bu uygarlığın devlet ayağı için geçerli bir durumdur. Önderlik; “‘devlet’, kelime olarak, ‘ele geçirilen bir kadınla yaşanacak gece’ anlamına gelen sözcükten türemedir” demektedir. Kelime olarak devlet kadınla bağlantılı bir durumdan türemeyse, bu devletin-iktidarın karakterini, işlevini, zihniyetini çok daha net belirler. Aslında bu, kadına ve topluma tecavüz edilmesi anlamına gelmektedir. Ele geçirmenin kendisi gaspı, zorla alıkoymayı, bir zor olayını ifade eder. Devlet kelimesinin bu anlamından da yola çıktığımızda çok açıktır ki devlet tecavüz demektir. Zaten devletin kendisi tecavüz kültürü, tecavüz sistemidir. Öncelikle insanın, toplumun zihnine tecavüz edilmektedir. Ardından duygularına ve en son da bedenine tecavüz edilmektedir. En fazla görünür olan, hatta toplumda tepki-refleks gösterilen bedensel tecavüzdür; hâlbuki esas olan düşünce, duygu, ruha olan tecavüzdür. Beden tecavüzü düşünce, duygu, ruh tecavüzünün bir sonucu olarak gerçekleşir. Manevi olana tecavüz, maddi olana tecavüzü doğurur. Tecavüz kültürü, iktidar sistemi tarafından toplumda bu şekilde oluşturulur. Böylelikle de nasıl ki bir kadın evde bir erkeği bekler konumda tutuluyorsa, toplum da bir iktidarın gelip kendilerini yönetmelerini, hâkimiyet kurmalarını sürekli bekler. Mesela kelimelerin, kavramların anlamlarına baktığımızda öyle sıradan olmadıklarını görürüz. Örneğin; Türkçede bir kadınla evlenen erkeğe koca denilir, kocanın diğer bir anlamı aynı zamanda büyük demektir, yine aynı şekilde yüce anlamında da kullanılmaktadır. Kullanım yerleri, kullanım amaçları farklı fakat anlamları aynıdır. Yani bir kadın nasıl büyüğünü, yüce olanı beklerse, toplum da büyüğünü, yüce olanı bekler. Bu nedenle toplum kendi kendisini yürütmekten ziyade sürekli olarak birilerinin gelip kendilerini yürütmesini bekler. Devletçi ve iktidarcı sistemin insanda yarattığı zihniyet işte budur. Kadın gibi toplum da sürülecek tarladır. Bunun için de iktidar=egemen erkek, egemen erkek=devlet, devlet=tecavüz şeklinde formüle edebiliriz. Uygarlık dediğimiz olgu budur.
BERFİN ZİNÊ
YORUM GÖNDER