TARİH ŞİMDİDİR-KÜRDİSTAN TARİHİNE ÖZLÜ BİR BAKIŞ (17.BÖLÜM)
Kürdistan’da Yapay Olan Ağalık Kurumu’nun Oluşturulması;
19. yy’da toplumun birçok değeri değişime zorlanmıştır. Dönem artık görece ademi merkeziyetçi imparatorluk hegemonyaları dönemi değildir. Dönem, hızla emperyalist aşamaya doğru geçmekte olan merkezi kapitalist hegemonyanın ulus-devletler oluşturma dönemine dönüşmüştür. Toplumsal sadakat, aşiret reisliğine sadakati aşarak milli söylemler sadakati kapsamına alınmıştır. Fiili bağımsızlığa yönelen bir saldırıya karşı, bir direniş geliştirerek gerektiği zamanda bazı değerler uğruna ölünebileceğini de ortaya konmuştur. Eskinin yıkılması sonucu yeni kurulamayınca, toplum yaşamında çeşitli bunalımlar baş göstermektedir. Karmaşa ve kaotik durumlar gelişmektedir. Bu toplumsal bunalımlar ileriye doğru yol alamayınca, bazı gerici kurumlar için yeni zemin ve güç kaynakları oluşmaktadır.
Toprak aristokrasisine dayanan Emirlerin yıkılışı, yerini ağalara bıraktı. Sonrasında aşiretler üstü bir kurum olan şeyhlik de etkili olacaktır. Önceleri ağalar, emirlerin topraklarında küçük çaplı çiftlik, ticaret ve hayvancılık yapıyorlardı. Emirlerin yıkılmasıyla bu topraklarda mantar bitercesine ağalık öne çıktı. Osmanlı bu süreci hızlandırmak için 1858’lerde gerçekleştirilen Arazi Kanunu ile gerekli zemini oluşturarak kolaylık sağladı. Arazi Kanununun ifade ettiği gerçeklik ise şöyleydi: “Tımar düzeninin kaldırılması ve Tazminat Fermanı’nın ilanı ile Osmanlı Devleti toprak idaresinde, tam mülkiyete geçmeye başlamıştır. 1847 yılında miras yolu ile intikali (evlada kalması) hakkı genişletilmiştir. 1858 yılında ise geniş bir “Arazi Kanunu” çıkarılarak bütün -Osmanlı toprakları yeniden düzenlenmiş, çeşitleri, miras yolu ile intikali, toprak üzerindeki mülkiyet meseleleri çözümlenmiştir.
Bu yeni toprak düzeniyle, Kürdistan’daki özerk statüye resmen son verilmiş olunuyordu. Büyük topraklar Mîrlerin yüzlerce etkisiz ve kendisinin güdümündeki ağalara verilmiş oluyordu. Özünde Kürt yerel otoritesi, merkezi Osmanlı otoritesi içinde böylece eritilmiş oluyordu. Geçmişin görece otantik Kürt elitleri yerine, geleceğin kapitalist sistemiyle uyumlu yeni bir işbirlikçi ve hain sınıfı böylece doğmuş oluyordu. Nasıl ki Nakşîliği “Tampon Fonksiyon üslenmiş bir yapı olarak ele aldıysak, benzer bir rolün de ağalar tarafından oynandığı gün gibi açık bir gerçekliktir. Biz buna “bir toplumun yeniden kendisine gelme çabalarının önüne konulan barajlama girişimi şeklinde adlandırabiliriz.
Bugün halen daha Kürdistan’da etkili olan ve Kürt toplumsal yapısını bölmekten ve parçalamaktan öteye rol oynamayan ağalık kurumunun, 150–160 yıllık ömrü bulunmaktadır. Kürdistan Tarihi’nde kendilerinden istenen işbirlikçi düzeyden çok daha fazla rol oynayarak, günümüzde de hala kraldan daha kralcı olmaları bu tarihi mirastan gelmektedir. Toplumun bağrına saplanmış bir hançer rolündedirler!
İsmail Beşikçi Hoca, “Doğu Anadolu Düzeni adlı yapıtında yukarıda dile getirilenleri kanıtlayan verileri sunuyor. “Mîrler sonrasında ağaların ortaya çıkışını, emirliklerin yıkılış dönemlerinde Babanları inceleyen Rich’ten aktaralım “1851’de tüm arazinin başka bir biçimde tapuya verilmedikçe Osmanlı İmparatorluğu’na ait olduğu öne sürüldü (O güne dek Baban ailesinin elindeydi), ama bütün köyün tek bir kişinin malı olmayacağı yasası genellikle dikkate alınmıyor ve uygulanmıyordu. Fakat aşiret liderleri, beyler rüşvet vererek bir kaç tanıkla köyü mülkü alarak tapuya yazdırıyor. Bu resmi işlevleriyle, ilgili vergileri toplamak etkili bir biçimde toplamak ve yürütebilmek için bir güç olmalıydı. Sonuçta kendilerinden önce bu topraklara sahip ataları bulunmayan bir grup toprak sahibi ortaya çıktı.
Yaşanan dönüşümün bir ürünü olarak, bu feodal artıklar ortaya çıktı. Diğer yönüyle birlik gücünden yoksun kalan aşiretler, tekrar kendi başlarına kaldılar. Birbirlerinden tecrit halde kendi başına yaşayan, birbirleri ile çatışan ve kan davalarının alıp başını yürüdüğü bir kaos ortamı giderek derinleşti. Toplumsal yapı bölündü. Aşiretler birlikteliği olan emirlik, iktidarı süresinde aşiret yapılanmalarını çözmeyip muhafaza etmiş, hatta güç dengesi oluşturmak için teşvik bile etmişti. Oysa şimdi, aşiretler daha kötü bir vaziyette eski hallerine döndüler. Adeta bir parçalanma, kendi kabuğuna çekilme ve keşmekeşlik ortaya çıkan tablo oldu. Bu hiç şüphesiz çok ciddi toplumsal bir yaralanmaydı.
Mîrler tarih sahnesinden çekilirlerken, geriye navdar ailelerini ve isimlerini bıraktılar. Tabii ayrıca bir de dediğimiz gibi keşmekeşliği! “Nasıl ki 1800’lü yılların başlarında bir zorlanmayı yaşamışlarsa, yüzyılın sonlarında da bir zorluğu ve çıkmazı yaşamaktaydılar. Bir çıkış yolu gerekiyordu. Çıkış, nasıl bulunacaktı? Bunu tarih gösterecekti. 19.yüzyılın başında olduğu gibi ortasında da bir çıkış yolu için zorlanılıyordu. Yüzyılın başlarında isyanları çözüm olarak ele almışlardı. Ortasında ise bir arayış içindeydiler. Şimdi ise yeni bir figüre ihtiyaç vardı!
İsyanlar her ne kadar halk nezdinde kimi milli duygular geliştirmiş olsa da, 19. yy sonlarında Kürtler daha fazla parçalanmıştır. Sonradan Hamidiye Alayları’nda göreceğimiz gibi ciddi olarak zayıflamışlardır. Parçalı direnişler, öngörüsüzlük, bencillik, kendi çıkarlarının ötesine geçememe, benmerkezci yaklaşımlar ile bunlarla bağlantılı olarak liderlikteki darlık direnişlerin sonuç almamalarına yol açmıştır.
Belirleyici önemde olan diğer bir etken de, sürekli vurguladığımız gibi Kürt Tarihi’nden süzülerek gelen ihanettir. Her direniş ve isyanda mutlaka karşıtının yanına geçerek, direnişe geçenin karşısına dikilme görülmüştür.
Tasfiye edilen Mîrliklerin ardından özenle, gelişebilecek olası direnişlere karşı alternatif olabilecek kişilikler öne çıkarılmışlardır. Yukarıda dile geldiği gibi kılıç artıklarından, Kürt toplumunun yüreğine hançer gibi saplanacak olan ağalık kurumu oluşturulacaktır. Oldukça hassas ve ince elenip sık dokunarak ele alınıp geliştirilen bu parçalayıcı kurum adeta kırk iple de muktedire sıkı sıkıya bağlanmıştır. Osmanlı, bir taraftan bu yetiştirmeleri öne sürerken, diğer taraftan da tehlike olabilecek kişilikleri idam sehpalarında sallandırmış ve yalnızca kendilerine özgü olan kazığa geçirme yöntemleriyle katletmişlerdir. Yüzyıllardır uygulana gelen bu işgalcilerin politikaları, yaşamı zehir zemberek edecektir. Bölüp zayıflatarak yönetmek, deyimin en gerçek anlamıyla bu olmalıdır. Kılıç artıklarıyla, geçmişin direnen kesimleri arasına nifak tohumları ekip ağacıkları destekleyerek, bu toplumsal parçalanmayı derinleştirmenin yolu bulunmuştur.
“Devletler Arası Sömürge Kürdistan kitabında bu olguya ilişkin Böl–yönet politikalarının hedefi olmak, bir ulusun tarihinde uğrayabileceği en büyük felaketlerden biridir. Çünkü böl-yönet politikası, ulusun beynini dağıtmaktadır, iskeletini parçalamaktadır. Böylesine güçlü bir darbe yiyen halk bir daha kendini kolay kolay toparlayamamaktadır diye yazmaktadır.
Paulo Freire Ezilenlerin Pedagojisi adlı kitabında: “Ezen ve ezilen arasındaki ilişkinin temel öğelerinden biri kural belirlemedir. Her kural belirleyiş, bir insanın başka bir insana seçimini dayatması demektir, bu da belirlenen insanın bilincini, belirleyeninkiyle uyumlu bir bilince dönüştürür. Böylelikle ezilenlerin davranışı belirlenmiş davranıştır, ezenin ilkelerini izler demektir. Başka bir yerde ise yine Paulo Freire: “Ezilenler, yabancılaşmanın etkisiyle ne pahasına olursa olsun ezene benzemek, onu taklit etmek, onu izlemek isterler der. Nedeni açıktır: “Kültürel istilanın başarısı için, istilaya uğrayanların mutlak şekilde daha zayıf olduklarına ikan edilmeleri şarttır. Her şey karşıtını da içinde barındırdığı için, istilaya uğrayanlar kendilerini değersiz saydıkları ölçüde, zorunlu olarak istilacıların üstünlüğünü de tanımak durumda kalırlar. Böylece istilacıların değerleri istilaya uğrayanlar tarafından örnek alınmaya başlar. İstila ne kadar keskin vurgulanıyorsa, istilaya uğrayanlar kendi kültürlerinin ruhuna ve kendilerine ne kadar çok yabancılaşırsa, istilacılara o kadar çok benzemek, onlar gibi görünmek, onlar gibi konuşmak isterler diye devam etmektedir.
Albert Memmi Sömürgecinin Portresi Sömürgeleştirilenin Portresi kitabında bu duruma: “Bu meşruluğun tam olabilmesi için sömürge insanının köle olması yeterli değildir, bu rolü kabul etmesi de gerekir. Sömürgeciyle sömürgeleştirilen arasındaki bağ bu yüzden yıkıcı ve yaratıcıdır… Sömürgeleştirmeye hoşgörü gösterdiği sürece sömürge insanının tek olası alternatifleri asimilasyon ya da donup taş kesilmektir demektedir. Bu durumu aşmanın tek yolu vardır: “Sömürge durumuna alışılamaz demir bir yaka gibi ancak kırılabilir diyen ise Frantz Fanon’dur.
PKK’nin geliştirdiği Ulusal Kurtuluş Mücadelesine karşı, yetiştirilen ve öne çıkarılan kontralaşmış çeteler ve korucu başları olurken, saygın ve yurtsever olan kimi aile ve aile üyeleri tasfiye edilmişlerdir. Bu yeni yetme, gözü aç, toplumsal ahlak ölçülerinde dibe vurmuş, yoz, insanlıktan kopmuş ve düşmana ölümüne bağlı gözü dönmüş çeteler öne çıkarılmış ve korkunç katliamların failleri olmuşlardır.
İsyanların bastırılışına paralel olarak Nakşî tarikatının gelişimi ve ağacıkların türetilmesi, Kürdistan’da esasen ciddi bir altüst oluşun yaşandığına işarettir. Eski bağlar yerine yeni bağlar ve değerler yükselmektedir. Her yeninin mutlak anlamda pozitif sonuçlar doğuracağını söylemek her zaman doğru değildir. Mîrlik sürecinde derli toplu olan Kürtler, Mîrliklerin ezilmeleriyle başıboşluğu yaşamışlardır. İngilizler ve Osmanlılar bu başıboşluğu kendi lehlerine çevirebilmek için Nakşîliği ve ağacıkları öne çıkartmışlardır. Ancak her şey, her zaman planlanan gibi yürümez. Gelişmeler düz çizgisel değildir. Sosyal olgular, gelişme yollarını kendi doğalarına göre kendileri belirlerler. Kürdistan’da eski bağlılıkların yerine yeterince etkili bağlılık yaratacak güç oluşturamayan işgalci ve emperyal güçlerin istediklerinin tersine Kurmançlaşma diye bilinen ve birilerine bağlı olmaktan kurtulmuş yeni bir Kürt tipi ortaya çıkacaktır. Bu olgu yüz-yüz elli yıl sonra Kürdistan’ın kapitalistleşmeyle tanıştığı saralarda daha gür gelişecek olan Kurmançlıktır.
Başkan Apo kurmançlaşma konusunda AİHM Savunması’nda “Kurmançlık, aşiretten kopmuş, halklaşma sürecine giren Kürt’ü ifade etmektedir. Yaygın olarak Kurmançlaşma, 19. Yüzyılın sonlarında ve 20. Yüzyılda gelişmektedir. Bu da Kürtler için yoğun bir halklaşma anlamına gelmektedir. Tüm aşiret ve kabile dışı kalan ailelere Kurmanç denildiğini göz önüne aldığımızda, feodal etkinin kırılmasına, özgür köylü ve kır emekçilerinin (ortakçı, yaracı) ortaya çıkmasına tekabül eden bu süreç önemli bir Kürt dinamiğidir… Kurmanç, halklaşma sürecindeki Kürt’ü ifade etmektedir. Kabile ve aşiret duyguları silinmekte zayıf ve kendiliğinden de olsa, bir kavim ve halk bilinci bunun yerini doldurmaktadır. Aşiret bilincine göre daha ileri bir sosyal ve milli bilinç biçimine dönüşümü ifade etmektedir diyecektir.
Yine bu konu üzerinde daha geniş bir değerlendirmeyi, Başkan Apo geliştireceği son savunmalarda ele alacaktır: “Kürt kabile ve aşiret kültüründen çıkışla gerçekleşen halklaşma olgusuna Kurmanc denilmektedir. ‘Kürt insanı’ anlamına gelmektedir. Türklerde Türkmen, Araplarda Bedevi, İran’da Acem aynı anlamı içermektedir. Kurmanc, aşiret ve kabile bağlarından tümüyle sıyrılmasa da, günümüze doğru hız kazanan kentleşmeyle birlikte gittikçe gelişen bir kategoridir. Tüm aşiretler ve kabilelerden çeşitli nedenlerle kopan ailelerin kalabalık köy ve kentlerde bağımsızlaşarak güçlenmesi, Kürt halklaşmasının temel gücünü teşkil etmiştir. Bu tarzda Kürtler halk olarak gelişir ve yeni demokratik uluslaşmaya doğru yol alırken, aşiret üst tabakasının zayıf milliyetten millete, ulusa geçiş yapması aynı yoğunlukta ve hızda gerçekleşmemiştir. Bu tabakanın devlet-ulusu haline gelmede yaşadığı başarısızlık, demokratik uluslaşmanın Kürtlerin şansı haline gelmesine yol açmıştır.
ŞEHİT KASIM ENGİN
YORUM GÖNDER