TARİH ŞİMDİDİR-KÜRDİSTAN TARİHİNE ÖZLÜ BİR BAKIŞ (19.BÖLÜM)
TARİH ŞİMDİDİR-KÜRDİSTAN TARİHİNE ÖZLÜ BİR BAKIŞ (19.BÖLÜM)
0 Yorum
469
09-01-2022

Aşiret Mektepleriyle Geleceğin Beyinlerinin Yetiştirilmesi Projesi;

19. yüzyılda bastırılan direnişlerin ardından, isyana katılan ailelerin tüm fertleri Bedirxan direnişinde de görüldüğü gibi kimi zaman sürgün ediliyorlardı. Kimi zaman da çocukları alınarak İstanbul’da Babıâli okullarında yetiştiriliyorlardı. Ne de olsa geleceğe yatırım gerekiyordu. Tam da bu nedenle İstanbul’da aşiret okulları açılıyordu. İşbirlikçi aşiret reislerinin ve işbirlikçi ailelerin çocukları, bu okullarda eğitim altına alınıyordu. Diğer taraftan aynı şekilde direnenlerin çocukları da ıslah edilmek ve sonradan emniyet supabı olarak kullanılmak üzere bu okullarda rehin olarak yetiştiriliyorlardı. Yetişenlerden bazıları Hamidiye Alayları’nda diğerleri de Babıâli bürokrasisi içerisinde görevlendiriliyordu. Örneğin Şeyh Ubeydullah Nehri’nin sonradan idam edilecek olan oğlu Şeyh Abdulkadir, Meclisi Ayan (Senato) Başkanı yine Bedirxan’nın oğlu Emin Bedirxan, askeri istihbarat-polis şefi, Bedirxan’ın oğlu Bahri Abdülhamit’in yaveri, Babanzade Abdurrahman Paşa’nın torunlarından İsmail Hakkı yine Süleyman Hikmet gibi kişiler bakan ve mebus olabiliyordu.

4 Ekim 1892 tarihinde, Aşiret Mektepleri resmi olarak açılır. Bir yazar: “Aşiret Mektebi’nin Arap aşiretlerinin çocukları için açıldığı sıkça vurgulanmıştır. Zaten mektebin hazırlanmış olan ilk nizamnamesinin birinci maddesinde de “Aşiret-i Urban etfalinin talim ve terbiyesine mahsus olmak üzere şeklindeki ifadenin bulunması, mektebin açılmasındaki asıl hedefin Arap aşiretleri olduğunu bize göstermektedir. Diyarbekir dışında, Kürt coğrafyasında bulunan aşiretler bu mektebin kapsamı içerisine alınmamıştır dese de biz bizatihi Nuri Dersimi’nin hatıralarından biliyoruz ki, Kürtlerin önde gelenlerinin çocukları bu okullarda okutulmuşlardır. Hem de Hamidiye Alayları’nda yer alan, komutanlık yapan birçok Kürt ileri geleni adeta dayatarak çocuklarını başlangıçta bu yeni açılan mekteplere göndermek istemişlerdir. Nitekim süreçle çok sayıda böyle Kürt eliti, çocuklarını bu okullara göndermişlerdir.

Aşiret Mektepleri’nde hocalık yapmış olan Selim Sırrı Tarcan anılarında: “Kısmetimde Aşiret mektebinde hocalık yapmak da varmış! Bu okul (…) tahsil yurdundan ziyade ıslahhane idi. Ekseriya isyan halinde bulunan, derebeylik hayatının çerçevesi içinde yaşayan Arap, Kürt, Dürzi aşiret beylerinin çocukları güya burada terbiye görecek ve medenileşeceklerdi. On sekiz ile yirmi beş yaşları arasında bulunan bu delikanlılara Teğmen rütbesi verilmiş ve göz boyamak için de ‘Yaveranı hazreti şehriyari’ sınıfına dahil edilmişlerdi. Kabataş’ta, Çifte Konaklar’da bulunan Aşiret Mektebi aşiret hayatının devamından başka bir şey değildi. Talimatname, duvarda asılı kalmıştı! O kadar ki, bir gün dövüş sırasında öğretmenlerden biri bile ölmüştü! İşte Müşir Zeki Paşa beni böyle bir tahsil ve terbiye müessesesine (!) mürebbi yapmıştı. Hiç unutmam, Müdür Kolağası Kamil Bey’in ilk sözü: ‘Oğlum, bunlar aşiret değil haşerat!’ demek olmuştu.’ Okul müdürünüzün size haşerat diye baktığı bir okulda, (ıslahhane mi demeliydim?) kardeşliği öğrenme şansınız var mıdır? Kök ve gövde olma ayrıcalığını kendisine saklayıp size dal ve yaprak olma eşitliğini önerenlere siz güvenir miydiniz? Görünen o ki, Aşiret Mektebi’nin Arnavut, Arap ve Kürt öğrencileri güvenmemeyi tercih ettiler diye yazmıştır.

Bu okullardan yetiştirmeler, esasen içine doğdukları topluma yabancılaştırılma eğitimi alacaklardır. Bununla yetinilmeyerek, burada yetişenlerin eliyle bir toplum ıslah edilmek istenir. Ne de olsa bunlar tanınmış ailelerin evlatlarıdırlar. Bu çocukların Türklüğe kazanılmaları halinde, bir toplumu kendisinden alabildiğince uzaklaştırmak için en iyi örneklik yaratılmış olacaktır. Zira bu kendilerinden uzaklaşmış zevat dil bilir. Yazı bilir. Kalemleri iyi yazar. Giyim kuşamları kendilerini yetiştirenlere benzer. Böylelikle bu yetiştirmeler, bir toplumu belleksizleştirmek için bürokrasilerde, gerektiğinde etkili yerlerde görevlendirilirler. Yazıp-çizdikleri için öne çıkarlar. Düşünme ve konuşma güçleri olduğu için gittikleri yerlerde, geçmişin saygınlığından dolayı yer edinirler. Halk değer verir. Bağrına basar. Ne de olsa geçmişte direnişlerde yer almış olan ailelerin soyağacıdırlar. Onlardan geriye kalanlardırlar. Bunların çok azı-ki istisnalar kaideyi bozmaz derler-halka yönünü vererek, halk için bir şeyler yapar. Ancak büyük bir çoğunluğu kendi toplumuna yabancılaştırıldığı için Mangurtlaşmayı yaşar. Bugünün tablosuna ne kadar da benziyor…

Mangurtlaştırma olgusunu, muktedirlerin saltanatlarına karşı toprağa bağlı demokratik halklar kültürünün direnişlerini en edebi şekilde yazıya döken Cengiz Aytmatov’un “Gün Olur Asra Bedel romanından, Kırgızlarda aşiret ve boylar arası yaşanan kavgalarda hasmını belleksizleştirerek karşıtına çevirme yöntemi olarak görüyoruz. Belleksizleştirme işlemi hem fiziken, hem de ruhen bir müdahaleyi içerir. Devşirilmek istenen bireyin önce saçı kazıtılır. Henüz ağrıları tazeyken kesilmiş bir hayvanın-deve tercih edilir-derisi sıcağı sıcağına mağdurun başına geçirilir. Çıkarılmaması için iplerle sert bağlanır. Tutsak bu haliyle çölün ortalarında bir yerlerde kazıklara gerilir. Kızgın güneş ışınlarının altında eli kolu bağlı tutulur. Aç biilaç bir halde ancak ölmeyecek kadar su içirilir. Suyu içiren kişiye Ağa ya da Juan Juan denilir. Gelecekte belleksizleştirilenin tanıyacağı tek kişi o Juan olacaktır. Zaman ilerledikçe mağdurun saçları yavaş yavaş uzayacak, ancak uzayan saçlar gelişme zemini bulamayacağı için gerisin geri dönüp kafatasının içine doğru uzamaya başlayacaktır. Bir nevi kıl dönmesi efekti oluşur. Binlerce kıl dönmesi sonucu mağdur, giderek şuursuzlaşacaktır. Çünkü bu kıl dönmelerinin, yakıcı güneş ışınları ve açlık etkisiyle buluşunca yaratacağı sonuçlar korkunç olacaktır. İşkence ile açlığın karışımı sonsuz acılar vermektedir. “Teselli veren sadece ve sadece mağdurun ölmemesi için verilecek olan birkaç damla sudur. Yaşayabilirse-ki ölenlerde olmaktadır- bir ayı doldurmadan mağdur fiziken ve ruhen belleksizleşmiştir. Tanıyabileceği tek kişi su veren Ağa yani Juan’dır. Başka da tanıyacağı yoktur.

Bu akıl almaz ilkel robotlaştırma işlemini romanında çok genişçe işleyen Cengiz Aytmatov, mağdur durumuna getirilmiş oğlunu aramaya çıkan bir anadan söz eder. Ana diyar diyar oğlunu ararken, sonunda uçsuz bucaksız uzayan steplerin bir yerlerinde oğlunu bulur. Ancak belleksizleştirilen mağdur, anasını tanımaz. En trajik olanı ise anasını tanımamakla da kalmayıp, Ağa’nın anasının –Mangurt için yabancı kadın-kendisine eziyet çektirmek istediğini söylemesiyle, anasının canını bir ok atışıyla alacak olması olacaktır. Bu derecede belleği silinmiştir, bu düzeyde kendisi olmaktan çıkartılmıştır, bu kadar kullanılacak bir silah haline getirilmiştir, bu oranda tetikçileştirilmiştir. Mağdurun dinleyeceği tek bir merci vardır: o da Ağa’dır. Başka da ne dinleyeceği, ne de tanıyacağı bir kimse kalmıştır.

Bu korkunç işkencenin, kapitalist modernitenin bilimci yuvalarında daha sofistike ve ideolojik temelde yapılanlarını ilerleyen bölümlerde çokça tanık ele alacağız. İnsanları giderek kendisi ve olağan gelişimi doğrultusunda düşünemez hale getirip devşirerek, sadece kendi yetiştirenleri için düşünüp tüm birikimini onlar için kullanan nesneler haline gelirler. Yeniçeriler nasıl ki ailelerinden koparılarak, Hacı Bektaşi Tekkelerinde yoğun ideolojik bombardımanlarla kendileri olmaktan uzaklaştırılmışlarsa, Mangurtlaşanlar da benzeri, fakat çok daha kaba biçimiyle bir robotlaştırma durumunu yaşarlar.

Antonio Donçev’in Yol Ayrımı romanında Kara İbrahim Paşa adında bir Yeniçeri Komutanı’nın, Bulgaristan Halkı’na ya da halklarına nasıl eziyet çektirdiği anlatılır. Bir köye karargâh kurmuşlardır. Bir gün köyün ileri gelenlerinden birinin evinde bulunan çok mu ama çok güzel olan bir kıza el koyacaktır. Peşinden tecavüz edecektir. Derken köyün ileri geleni Kara İbrahim Paşa ile görüşmeye gelecek ve ona “tecavüz ettiğin kız senin kız kardeşindi diyecektir. Kara İbrahim Paşa yıllar önce bu köyde ailesi katledildikten sonra alınıp götürülecek, bir devşirme olarak büyütüldükten sonra da, kendi halkına saldırtılacaktır. Geri de kalmış olan kız kardeşine de köyün ileri geleninin evinde zoraki tecavüz etmek olacaktır. Kara İbrahim Paşa kendisinin kim olmadığını bilmese de, köyün ileri geleni onun kim olduğunu, kimin oğlu olduğunu iyi bilmektedir. Kara İbrahim bu gerçeği öğrendikten sonra ilk elden kendi kafasına kurşunu sıkacaktır.

Evet, bir Mangurtlaşma. Bir devşirme. Bir yetiştirme. Bir tohumluk. Bir dayatma. Bir ihanetin kendisini vuku bulmasının yaratımı…

Osmanlı saraylarında geleceğin Mangurtları bu temelde hazırlanılacaklardır. Babıâli’de hedef, gelecek on yılları kurtaracak tiplemelerin yaratılmasıdır. Öyle yaratacaksın ki, yüzyıl da geçse bu ihanet tohumları fidelerini versin, filizlensin! Mêm u Zîn’in arasına giren Beko karaçalısı gibi ayrıksı ot misali yeşersin…

Bu yıllarda bu olumsuz duruma rağmen çok sayıda Kürt aydını da yetişecektir. Birkaç tanesinin ismini sayacak olursak Hacı Kadir Koyi, Seyit Abdulkadir, Said Nursi, Emin Ali Bedirxan, Xalil Xayali, Miksli Hamza, Liceli Ahmet Ramiz, Memduh Selim, Abdullah Cevdet, Mehmet Şükrü Sekban, Süleymaniyeli Tevfik (Piremert), Mevlana Zade Rıfat ve daha burada adını anmadığımız nicesi…

Daha sonraları oluşturulacak olan Kürt Teavün ve Terakki Cemiyeti (1908), Kürt Teali Cemiyeti (1914) vb. örgütleri kuran ve öncülüğünü yapanlar, hep Babıâliden gıdasını almış, aşiret okullarında yetişmiş ve direnişlerde teslim alınmış ailelerin çocuklarıydı. Hepsini olumsuzlamak anlamında değil, ancak objektif gerçeklik anlamında ortaya çıkan tabloyu ve sosyolojik olguları kendi bağlamı içerisinde güçlü değerlendirmemiz şarttır. Kaldı ki birçok Kürtçe derginin de çıkarılmasında rolleri olan kişilerdir. Sorun iyi ya da kötü niyetlerin ötesinde, tarihi ele alırken objektif sonuçları itibariyle ele almaktır. Birisi istiyor diye ihanet edilmiyor. Eğer tarihi süreç değerlendirilmiyorsa ve tarihi sürece cevap verilmiyorsa, bir halkın umudu olması gerekenler bu umuda karşılık bir öncülük düzeyi sunamıyorlarsa, ortaya çıkan olgu ya derin bir gaflettir, ya da gafletin ilerisinde duran ihanet gerçekliğidir. Değerlendirmelerimiz, olumsuzlamak ve tamamen negatif bir şekilde sunmak olmayıp tam aksine Kürt’ü psiko-sosyal, kültürel olarak ele alıp değerlendirmek, tarihte kördüğüm haline gelmiş-getirilmiş işbirlikçilik olgusunun dokusunu anlamak arayışımızı derinleştirmeye çalışmaktır.

Yeni bir yüzyıla geçmeden önce 19. yy’da yaşamış olan büyük Kürt şairlerine ve de isimlerini tarihe altın harflerle yazmış olan Kürt kadınlarına yeniden değinelim.

Bu yüz yılın büyük Kürt şairlerinin bazılarının isimlerini vermek istiyoruz: Hewremanlı Mıhemmed Welî Kırmanşahî, Hewremanlı Mıhemed Emîn Say’ol, Siverekli Osman Efendi (Zazaca), Mele Mahmudê Bayazîdî, Hewremanlı M. Nur Elî Kondolayî, Soranca yazan Abdulrehîm Wefayî (1844-1914), Abdulla Edeb (1859-1912), Mele Marıfî Kokeyî, Hecı Qadırê Koyî (1817-1897), Şêx Rıza Talabanî, Abdulrahîm Mewlewî (Mewlewî Kurd), Wasman H. Îsmaîl, Melay Cebarî, Mıstefa Kurdî (1809-1866), Nalî (1800-1856), Qadırî Zend (1805-1851), Mele Xalıdê Sêrtî (1835) ve nice böyle çok değerli şairi, yazarı, aydını sıralamak mümkündür.

Tarihe altın harflerle isimlerini yazdıran bazı Kürt kadınlarının isimlerini sıralayacak olursak:

Goranca yazan Mensure Erdelan (1805-1848), Nahçıvanlı Xayran Hanım, Amed’li Sırriye Hanım, Ayşe İsmet Teymure (1840-1902), Afrinli Pessa Xatun, Pazarcıklı Kara Fatma, Rewanduzlu Fatma Xan, Milli aşiretinden Mama, 1845 yılında Bedirxan direnişine Başkale cephesinde katılan Halime Xanım yine Loristan’da aşiret liderliğini yapan Fizhdarlı Mama Puravan Xatun, Milli aşiret reisliğini yapan Mama Peşeng Xanım ve aşiret reisliğini yapan Mama Kara Nergiz Şiwa Xanım.

ŞEHİT KASIM ENGİN

YORUM GÖNDER

ZİYARETÇİ YORUMLARI

BENZER KONULAR

SON MED KRALI ASTİYAGES VE HARPAGOS’UN İHANETİ MEDLER

TANRI VE TANRIÇA ARASINDAKİ SAVAŞ

TARİH ŞİMDİDİR-KÜRDİSTAN TARİHİNE ÖZLÜ BİR BAKIŞ (GİRİŞ)

TARİH ŞİMDİDİR-KÜRDİSTAN TARİHİNE ÖZLÜ BİR BAKIŞ (1.BÖLÜM)

TARİH ŞİMDİDİR-KÜRDİSTAN TARİHİNE ÖZLÜ BİR BAKIŞ (2.BÖLÜM)

TARİH ŞİMDİDİR-KÜRDİSTAN TARİHİNE ÖZLÜ BİR BAKIŞ (3.BÖLÜM)

TARİH ŞİMDİDİR-KÜRDİSTAN TARİHİNE ÖZLÜ BİR BAKIŞ (4.BÖLÜM)

TARİH ŞİMDİDİR-KÜRDİSTAN TARİHİNE ÖZLÜ BİR BAKIŞ (5.BÖLÜM)

TARİH ŞİMDİDİR-KÜRDİSTAN TARİHİNE ÖZLÜ BİR BAKIŞ (6.BÖLÜM)

TARİH ŞİMDİDİR-KÜRDİSTAN TARİHİNE ÖZLÜ BİR BAKIŞ (7.BÖLÜM)

TARİH ŞİMDİDİR-KÜRDİSTAN TARİHİNE ÖZLÜ BİR BAKIŞ (8.BÖLÜM)

TARİH ŞİMDİDİR-KÜRDİSTAN TARİHİNE ÖZLÜ BİR BAKIŞ (9.BÖLÜM)

TARİH ŞİMDİDİR-KÜRDİSTAN TARİHİNE ÖZLÜ BİR BAKIŞ (10.BÖLÜM)

TARİH ŞİMDİDİR-KÜRDİSTAN TARİHİNE ÖZLÜ BİR BAKIŞ (11.BÖLÜM)

TARİH ŞİMDİDİR-KÜRDİSTAN TARİHİNE ÖZLÜ BİR BAKIŞ (12.BÖLÜM)

TARİH ŞİMDİDİR-KÜRDİSTAN TARİHİNE ÖZLÜ BİR BAKIŞ (13.BÖLÜM)

TARİH ŞİMDİDİR-KÜRDİSTAN TARİHİNE ÖZLÜ BİR BAKIŞ (14.BÖLÜM)

TARİH ŞİMDİDİR-KÜRDİSTAN TARİHİNE ÖZLÜ BİR BAKIŞ (15.BÖLÜM)

TARİH ŞİMDİDİR-KÜRDİSTAN TARİHİNE ÖZLÜ BİR BAKIŞ (16.BÖLÜM)

TARİH ŞİMDİDİR-KÜRDİSTAN TARİHİNE ÖZLÜ BİR BAKIŞ (17.BÖLÜM)

TARİH ŞİMDİDİR-KÜRDİSTAN TARİHİNE ÖZLÜ BİR BAKIŞ (18.BÖLÜM)

TARİH ŞİMDİDİR-KÜRDİSTAN TARİHİNE ÖZLÜ BİR BAKIŞ (19.BÖLÜM)

TARİH ŞİMDİDİR-KÜRDİSTAN TARİHİNE ÖZLÜ BİR BAKIŞ (20.BÖLÜM)

TARİH ŞİMDİDİR-KÜRDİSTAN TARİHİNE ÖZLÜ BİR BAKIŞ (21.BÖLÜM)

TARİH ŞİMDİDİR-KÜRDİSTAN TARİHİNE ÖZLÜ BİR BAKIŞ (22.BÖLÜM)

TARİH ŞİMDİDİR-KÜRDİSTAN TARİHİNE ÖZLÜ BİR BAKIŞ (23.BÖLÜM)

TARİH ŞİMDİDİR-KÜRDİSTAN TARİHİNE ÖZLÜ BİR BAKIŞ (24.BÖLÜM)

NEOLİTİKTEN GÜNÜMÜZE TANRIÇALAR

MİTOLOJİLERİN GÜCÜ NEDİR

TANRI VE TANRIÇA ARASINDAKİ SAVAŞ

TANRIÇA KÜLTÜRÜNE YÜREĞİNİ VE ZİHNİNİ DAYAYAN KÜRT ASILLI HİTİT KRALİÇESİ PUDUHEPA

YAŞAMIN KATLİ OLARAK UYGARLIK(1.BÖLÜM)

İSMAİLİLER HAREKETİ (1.BÖLÜM)

YAŞAMIN KATLİ OLARAK UYGARLIK(2.BÖLÜM)

İSMAİLİLER HAREKETİ (2.BÖLÜM)

KARMATİLER

KARMATİLER (2.BÖLÜM)

KARMATİLER (3.BÖLÜM)

KARMATİLER VE HALLAC–I MANSUR

DEVLET Mİ, DEMOKRASİ Mİ

BUDUHEPA

KRALİÇE NEFERTİTİ

KARANLIKLARI YIRTAN IŞIK: SÜHREVERDİ (1.BÖLÜM)

KARANLIKLARI YIRTAN IŞIK: SÜHREVERDİ (2.BÖLÜM)

HAKİKAT ARAYIŞÇILARININ SERÜVENİ: ZERDÜŞT

HAKİKAT ARAYIŞÇILARININ SERÜVENİ – HERMES

HAKİKAT YOLCULARININ SERÜVENİ: BUDHA

HAKİKAT YOLCULARININ SERÜVENİ: BRAHMANİZM

MİTRA VE TARİHSEL ÖNEMİ