TARİH ŞİMDİDİR-KÜRDİSTAN TARİHİNE ÖZLÜ BİR BAKIŞ (24.BÖLÜM)
Özcesi 1900’lerin başlarında birçok halkta da görüldüğü gibi Kürtlerde de çok sayıda cemiyetin, partinin, derneğin kurulduğunu daha önceki bölümde görmüştük. Yine Osmanlı’nın kurtuluşu için ortak çalışmaları ve hareketleri de görmüştük. Lakin İttihat-i Terakki Cemiyeti’nin 1906 Yılı’ndan itibaren zihniyet olarak ırkçı, faşist ve para militer yapıların eline geçmesiyle birlikte adım adım Osmanlı Devleti’nin coğrafyası içerisinde yaşayan halklara karşı farklı uygulamalar gündeme gelmiştir. Kaldı ki Osmanlı bünyesinde yaşayan halkların -belki de egemenlerin demek daha doğru olur- Osmanlılarla bir hukuku vardır. Kürtlerin, Ermenilerin, Çerkezlerin, Arapların vardı ve nice başka halkların ve azınlıkların da bu tür hukukları vardı.
İttihatçılar yüzlerce yılda oluşan bu yapıyı bozmaya başladıklarında, örneğin 1908 Yılı’nda İkinci Meşruiyetin ilanı, 13 Nisan 1909 Günü Abdülhamid’in tahtan uzaklaştırılıp Selanik’e yerleştirilmesiyle ve en önemlisi de 23 Ocak 1913 Günü Enver Paşa öncülüğünde silahlı bir grubun Bâb-ı Âli‘de toplantı halindeki hükümeti basması, Harbiye Nazırı Nâzım Paşa‘yı öldürmesi ve Sadrazam Kâmil Paşa‘nın kafasına silah dayayarak istifaya zorlaması ile İttihat ve Terakki, bir askeri darbe yapmak yoluyla iktidarı ele geçirmesiyle tek ses olan İttihatçılara hiç şüphe yok ki birçok tepki de oluşmuş ve oluşuyordu. İfade edildiği gibi Osmanlı’nın Padişahı’na bu halkların –nitelikleri farklı olsa da-bir bağlılıkları ve sadakatleri söz konusuydu.
Örneğin Abdülhamid Selanik’e sürgün gönderildiğinde İttihatçılara ilk karşı koyuşu Milli Aşiret Reisi olan İbrahim Paşa- o zaman 6 Hamidiye Alayı bulunuyor-yapar. Öyle ki kısa bir zamanda bugün Suriye’de bulunan Dehrezor’dan Kuzey Kürdistan’ın Erzincan’ına kadar uzanır ve ele geçirir. Tehlikenin büyüklüğü sadece bir isyan oluşu değildir. Tehlikenin büyüğü padişaha sadakatle bağlı olanların harekete geçmesi ihtimali olduğu için İttihatçılar tüm güçlerini toplayarak İbrahim Paşa’nın üzerine gider ve en son 24 Ağustos 1910 etkisizleştirirler
Muhtemel hem bu isyandan aldıkları güç ve moralle hem de adım adım İttihatçıların politikaları görüldüğü için bu kez Dersim’de 1912 Yılı’nda Koçgiri Aşiret Liderleri olan Ali Şan ve ona yakın duran aydın ve derin yurtsever olan Ali Şêr bir isyan geliştirir. Bu direniş de bastırılır.
İttihatçılara karşı başka bir isyan ise Barzan İsyanı’dır. Mahiyetindekileri toplayarak 1907’de Şeyh Abdüsselam İstanbul’a: “1. Kürtçe eğitim. 2. İdarecilerin Kürtçe bilmeleri şartı. 3. Yönetimin şeri esaslara göre yürütülmesi. 4. Vergilerin bölgeye okul, yatırım olarak eski usule uygun alınarak harcanması taleplerini sunar. Ancak talepler karşılanmaz. Osmanlı talepleri ret ederek üzerine asker gönderir İki ay süren çatışmalardan sonra Abdüsselam Tiyare bölgesine sığınır. Daha sonra İttihatçıların başa gelmeleriyle Doğu Kürdistan’a sığınır. 1912 Yılı’ndan ise, şeyh Abdüsselam, Şikak Aşiretinden olan Sofi Abdullah’ın kendi evinde bir komployla teslim alınıp Osmanlılara verilir ve 1914 Yılı’nda ise Musul’da idam edilir. Bu direniş de bu şekilde bastırılmış olur.
Ancak tüm bunlardan daha etkili olacak direniş ya da isyan ise Mele Selim’in 9 Mart 1913 Günü başlattığı direniştir. Seyyid Ali’de (Arvasi aristokrasisinden Nakşibendi Sebgetullah’ın torunu) 1913 Yılı’nda Bitlis’te, İttihat ve Terakki yönetiminin tekliğine karşı geniş bir Kürt Ayaklanması başlatır. “Bitlis Ayaklanması 1913-14 Hizan Şeyhi Şehabbedin ve Seyit Ali ile Bingöllü Mele Selim tarafından gerçekleştirilmiştir. Özünde dini bir karakter taşıdığı söylenir. Adım adım Kürdistan’ın başka bölgelerinde isyan ateşini yakmak isteyen ayaklanma önderleri, önce Bitlis’i tam denetim altına almak için ellerinden geleni yaparlar bölgenin Ermeni ve Asuri halkında destek istemekten geri durmadılar. Mele Selim’in İttihat ve Terakkilerce yakalanması üzerine patlak vermiş, M. Selim kurtarılmıştır. İsyan Erzincan’a kadar yayılmış sonunda yenilgiye uğrayıp liderleri idam edilmiş. M. Selim Rus Konsolosluğu’nda savaş çıkınca öldürülmüştür. (Kemal Mazhar Ahmed) Seyid Ali ise daha sonra Erciş’te yakalandıktan sonra idam edildi. Tuhaf gelebilir ancak hatırlatmak ve tarihe not düşmek için Seyid Ali’nin Demokrat Parti milletvekilli Sellahaddin İnan’ın babası, AP, MDP ve ANAP partilerinde Bitlis vekilliği yapan Kamuran İnan’ın ise dedesidir.
İsyan ve direnişler iç içe Kürdistan’da devam edecektir. 1914 Yılı’nda Siirt’te ayaklanan Bişare Çeto Amed’e kadar direnişini sürdürür–Araplarda bu direnişte yardım ederler- yenilmekten o da kurtulamayacak ve yenilgi ardından Yemen’e sığınmak zorunda kalır. Daha önce 1905 Yılı’nda Diyarbakır ve Bitlis’te, 1907 Yılı’nda Erzurum ve Diyarbakır’da, yine 1907-1908-1909 Dersim’de ve 1908’de Ağrı ve Hemawend’de aslında sürekli bir direniş ve ayaklanma durumu söz konusudur.
İttihatçılara karşı sadece Kürtler ayağa kalkmıyor, karşı koymuyor. İttihatçılara karşı Araplar da direnişe geçiyor. Yemen’de, Irak’ta –her ikisi de Suriye sınırları içinde kalan- Horan’da ve Dürzi Dağları’nda Arap Ayaklanmaları meydana gelir. Hicaz, Necd, Asir ve başka bölgelerde de bu yörenin ileri gelenleri İttihatçıların yönetimine karşı sert bir tavır alırlar. Bu direnişlerde yer yer Arap ve Kürt Liderleri’nin bir araya geldiğini söyleyen tarihçiler bile vardır.
Dikkat edersek yukarıda dile getirdiğimiz isyan ve direnişler Birinci Dünya Paylaşım Savaşı öncesidir. Öyle sanıldığı gibi İttihatçılar oldukları gibi kabul edilmemişlerdir. Tam tersine Kürtler birçok yerde ciddi karşı koyuşlar sergilemişlerdir. Ancak Birinci Dünya Paylaşım Savaşı’nın patlak vermesiyle dini olgu öne geçince bu kez Kürtler yine Osmanlılardan yana -ağırlıklı olarak -tavır koymuşlardır. Ağırlıklı durum böyle olsa da yer yer çeşitli direniş ve isyanlar farklı zeminlerde sürmüştür. Bunlara bir örnek verecek olursak 1916 Yılı’nda Mahabad’ta İttihatçılara karşı açılan direniş cephesidir.
Birinci Dünya Paylaşım Savaşı Kürdistan’a tamamen bir yıkımı getirdi. Çünkü Birinci Dünya Savaşı’nın bir merkezi de Kürdistan’dır demek yanlış değildir. Daha sonra genişçe ele almaya çalışacağımız Sykes-Picot’a göre Kürdistan esasta Ruslara bırakılmıştı. Osmanlıları ve belki de buna -Almanları da eklemek gerekir- yıkmak için, Osmanlıların ve Almanların Kürdistan’da sökülüp atılması gerekiyordu. Bu da devasa bir savaş, dolayısıyla yıkım demekti.
İttihatçılar Almanların yanında Birinci Dünya Paylaşım Savaşı’na girdiklerinde, ilk savaşacakları güçlerin başında Allianz yani İtilaf Cephesi’nin etkili üyelerinden biri olan Ruslar olacaktı. (Ruslar uzun yıllar Osmanlıları zorlamışlardı. Şimdi Almanların yardımıyla bu durum tersine çevrilecektir. Kaldı ki Balkanların Osmanlıların ellinden çıkmasında Rusların belirgin bir rolü vardı!) Rusya Osmanlı’nın komşusu olduğu için bu ciddi bir iş olacaktı. Kaldı ki Kürdistan’ın doğusunda ağırlıkta Ermeniler bulunmaktaydı. Ermenilere, 1878 Yılı’nda gerçekleştirilen Berlin Konferansı’yla İngilizler, Fransızlar ve son zamanlarda da Ruslar bağımsız bir devlet kurmaları için “arka! çıkıyordu. Vilayat-ı Sitte diye tabir edilen coğrafyada, esasta bağımsız bir Ermenistan kurulacaktı(!) Bu durumda Ermenileri Alman Rohrbach büyük bir tehlike gördüğü için tasfiye edilmelerini önerir. Ermenilerin Türkiye için tehlike oluşturabileceği ve bunun da ancak “Kürtleri kullanarak Ermenilerin ortadan kaldırılabileceğini belirttikten sonra Ermenileri ezmede Kürtlerin kullanılmasına Almanya’nın itiraz etmeyeceğini söylediği de biliniyor. Daha önce Goltz’un görüşlerinin de böyle olduğunu dile getirdiğimizi unutmayalım.
Almanlar, İttihatçıları adım adım Ermeni Halkı’na karşı sistematik katliamlar yapmasına sürüklerken, Ruslarda Ermenileri Kürdistan’da, Türklere ve Kürtlere karşı kışkırtacaklardır. Bununla birlikte inanç farklılıkları da tahrik edilerek, halklar karşı karşıya getirilecek ve yüz yılların ortaklaşa kültürü milliyetçi, din kisveli devletçi yapı ve anlayışlarla zehirlenerek halklar birbirine karşı düşman haline getirileceklerdir.
Bir yandan Entente yani İhtilaf (Almanlar, Osmanlılar, Macaristan, İtalya) güçleri diğer yandan ise İtilaf (İngiltere, Fransa, Rusya) güçleri Kürtleri ve burada yaşayan halkları tahrik ede ede istedikleri sonuçlara ulaşmayı hedefleyeceklerdir. Savaş başka cephelerde yürütülse de daha sonra ağırlıklı olarak Kürdistan’da yürütüldüğü için Kürdistan tamamen viran hale getirilecektir.
Ruslar Kürdistan’a erkenden, 1915’te girer. İlk girdikleri yer Van’dır. Hızla bu yayılışları devam edecektir. 13 Mayıs 1916 Günü Rewanduz’u ele geçirir ve başka birçok alanı da ele geçirirler. Devam etmeden belirtelim ki Rewanduz o zaman 2000 hanelik bir kasabadır. Ancak Rusların girmesiyle birlikte geriye sadece 20 ev kalacaktır. Tümü yakılıp yıkılmıştır. Tuhaf gelebilir ancak Rusların öncü birlikleri Asuri ve Ermeni Halkı’ndan insanlardır. Tarihçiler Ermenilere yapılan bu katliamlardan –Kürt Egemenleri, Hamidiye Alayları ve çete yapıların yer aldıklarından- dolayı bu yakıp yıkmalarda en etkili rollün Ermeni Çeteleri’nce yapıldığını söylemeleridir. Rus Tarihçi Şahovski: “Ermeni Milliyetçi Fanatikler, işgal ettikleri yörelerin Müslümanlarını yok etmekteydiler diye yazmaktadır. Buna karşı sert direnişler gelişir. Öyle ki direnişi kırmak ya da etkisiz kılmak için birkaç aileye Rusların –ev ihtiyaçları için- ancak bir bıçağa izin verdikleri söylenir. Çünkü yapılan zulme karşı halk kendisini–sivilde olsalar-savunmaya kalkışıyor. Ve nitekim Rusların böylesine katliamcı ve bastırıcı pratiklerinden dolayı halen bugün bile “Ruslar geliyor denildiğinde “Urus tên diyerek hem korku hem de nefret gösterileri eksik olmuyor.
Ruslar Kürdistan’a yönelişlerini sadece Kuzey ve Güney Kürdistan’la sınırlı tutmuyor. Doğu Kürdistan’a ise daha etkili bir şekilde giriyorlar. 1915 Yılı’nda İran üzerine, Ruslar ve İngilizler antlaştıktan sonra, Ruslar 1916 Yılı’nda Doğu Kürdistan’ın Kermanşah, Şenadağ, Sawuç’a kadar uzanır. Nerede Almanlar ve Osmanlılar varsa orada Ruslar mutlaka bunları söküp atmak için saldırıya geçiyorlar.
Ruslar bunları Kürdistan’ın farklı yerlerinde yaparken, İngilizler önceleri Irak’ın Basra Mıntıkası’nı akabinde ise giderek Süleymaniye’ye doğru etkili bir şekilde Osmanlılara karşı savaşacaktır. Önceleri Osmanlı’nın yanında Kürtler din meselesinden dolayı yerini alır. Osmanlılar ise bu durumu kendi lehlerine kullanmasını iyi bilirler. Rus Tarihçi Bazil Nikitin’in sözleriyle: “Bir daha İslam Maskesi’ni takınarak yapılan Cihad çağrısı, Kürtlerin savaşçı gücünü hiçbir şekilde bu halkın çıkarlarıyla bağdaşmayacak bir yönde harekete geçirilmesini sağlar.
Ancak Kürtler kısa süre içerisinde işlerin farklı yürüdüğünü görerek geri durur. Yine de tümden Osmanlı’dan el etek çekmez. Bu durumu iyi gözlemleyen İngilizler, Kürtleri kendi taraflarına çekmek için Kürtçe Gazete bile çıkarırlar. “Tegihiştina Rasti İngilizlerin Süleymaniye kentinde savaş içerisinde çıkarttıkları bir gazetedir. Halkları bir birine kışkırtmak için neredeyse günlük olarak İngilizler çağrılarını Soranca yaparlar. Bu politikanın bedeli gerçekten de çok ağır olmuştur.
Savaş böyle şiddetli yürütülürken sıkça ifade etmeye çalıştığımız gibi halkları birbirine kırdırma politikaları çok yoğun bir şekilde teşvik edilir. Örneğin Doğu Kürdistan’da Simko Ağa Şikak’ın çok sayıda köyü yakıp yıktığı, hatta Urmiye civarında ise 100 köyü yakıp talan ettiğini tarihçiler söylüyor. Ruslar bu duruma karşı önceleri Simko’yu yakalayıp sürgün etseler de savaşın sürmesi ve giderek daha kapsamlı hale gelmesiyle yeniden Kürdistan’a getirilip bu kez kendilerine kullanmak için maaşa bağlarlar. Kemal Mazhar Ahmed: “Söz gelimi Hamedan’daki Osmanlı Ordusu’nun toplam 14 000 askerinden 10 000’i Kürt’tü. Dolayısıyla Ruslar, İran Azerbaycan’ındaki kentlere döndükten sonra bölgedeki Kürt Aşiret Reisleri’yle geniş çaplı bağlantılar kurmakta gecikmediler. Daha da ileri giderek Simko’yu serbest bıraktılar ve daha yüce amaçları uğruna onunla işbirliği içine girdiler. Bu amaçlar doğrultusunda özgürlüğüne kavuşturulan ve ayda 5000 ruble altın tutarında aylık bağlanan Simko daha sonra bazı Kürt yörelerinin yöneticiliğine getirildi. Bu davranış İran Kürdistan’ı dağlarının daha ötesinde gözlerini batıya ve güneye dikmiş Çarların mantığıyla hiç çelişmemekteydi demektedir.
Birinci Dünya Paylaşım Savaşı elbette dünyanın neresinde savaş yapılmışsa bedelleri çok ağır olmuştur. Öyle bir savaş ki 75 milyon insan savaşa girmiş, 10 milyonu savaşta ölmüş, 20 milyonu yaralanmış ve 10 milyonu ise açlıktan kırılmış. Kaybolanların, bulunmayanların, akıbeti bilinmeyenlerin ise hesabı kitabı yoktur.
Kürdistan’da sadece 1915 Yılı’nda yaklaşık 1,5 milyon Ermeni katledilmiş, yüz binlercesi ise sürülmüş ve yüz binlercesinin akıbeti halen bilinmiyor.
1912 -1914 Yılı’na kadar süren Osmanlı Savaşlarında M. Zeki Paşa’nın verilerine göre 300 bin Kürt ölmüştür. Yine I. Dünya Savaşı boyunca da 500 bin Kürt’ün yaşamını yitirdiğini söyler. Son belirtilenler savaşta ölenlerdir. Yine 1916 Yılı’nda sadece sürülen ve yaşamını yitiren -daha doğrusu katledilen -Kürtlerin sayısı ise 700 bin civarındadır. Sürgünleri saymıyor, yollarda dökülüp kaybolanlardan söz bile etmiyoruz. Bu katliamın ve göçertmenin nedeni ise güya Rusların ve İtilaf Güçlerinin giderek gelişmesiymiş? Güya Kürtler artık Ruslara yardım ederek Türkiye’yi parçalayacaklarmış? Güya Kürtler bu karışık ortamda kendi bağımsız devletlerini kuracaklarmış?
Külliyen yalanlar üzerine kurulu bu senaryoların altında kesinlikle yıllar önce İttihatçıların Almanların akıl vermesi sonucu Balkanlardan, Kafkaslardan ve Rusya’nın içlerinde getirdikleri Müslüman kökenli diğer halkları Kürdistan’a yerleştirerek, Kürtleri ve Ermenileri azınlık durumuna getirmekten öteye bir şey değildi. Ermenilerin tahrik edildikleri-özelde Taşnak Örgütü ve çevresinin-, doğru olabilir. Rusların çok kirli politikalarla Ermenileri Osmanlıların karşısına çıkartmak istediği de doğru olabilir. Hatta Kürtlerin Osmanlıların askerliğini yapmamak için askerlikten kaçtıkları, hatta yer yer kiminin Rusların yanına geçtiği de doğru olabilir, ancak hem Ermenilere karşı katliam hem de Kürtlere karşı yürütülen katliam, kesinlikle yıllar sonra 24 Eylül 1925 Şark Islahat Planı dahilinde yürütülmüş olan katliam planından başka bir şey değildir.
Bunun içindir ki savaş Kürdistan’da İttihatçılar tarafından çok sert yürütülmüştür. Bir Enver Paşa’nın Allah-u Ekber Dağları’nda, on binlerce Kürt Genci’ni ölümün üstüne bile bile sürüklemesini -söylediklerimiz ışığında bakıldığında -daha anlaşılır hale gelir.
“Böylece İttihatçılar savaşın bitiminde hedeflerine varmak için Kürt Ahalisi’nin Türk Köyleri’ne dağıtılmasına ilişkin bir dizi ferman ve kararname çıkardılar. Bu düzenlemede Kürtlerin sayısının yeni iskan alanlarında ki nüfusun yüzde 5-10’unu aşmamasına özen gösterilmişti. Tanınmış Kürt Şahsiyetleri ve aşiret reisleri de Batı Anadolu Kentlerine taşınarak evlerinde gözetim altına alınacak ve birbirleriyle ya da kırsal kesime serpiştirilmiş adamlarıyla ilişkiye girmelerine izin verilmeyecekti. Savaşın bitiminden kısa bir süre önce büyük bir istekle bu politikayı uygulamaya koyan ittihatçılar, işe hükümetin yola getirmekte güçlük çektiği “inatçı aşiretler ve “dik başlı aşiret reisleriyle başladılar. Binlerce Kürt silah zoruyla Batı Anadolu’nun ücra bölgelerine sevk edildi. Bu sürgünlerin yarıdan fazlası yolda açlıktan soğuktan öldü ya da hastalıktan kırıldı. Savaşın bitiminden sonra çok az bir kesimi kendi topraklarına dönebildi. Öte yandan sürgün yerlerinde kalanların birçoğu işsizliğin ve hastalıkların getirdiği alışılmamış ağır sonuçlar sonucunda mahvoldu. Böylece Osmanlılar tarihin üç yüzyıl elli yıl önce mahkum ettiği trajedileri bir kez daha gündeme getirdi. Aslında imparatorluk içinde ki bütün halkları mağdur eden genel politikanın çerçevesinde etkileri günümüzde hala hissedilen Ermeni Faciası daha küçük bir ölçekte tekrar yaşatıldı diyen Kemal Mazhar Ahmed, çok fazla haklıdır.
İttihatçılar yaptıklarıyla Kürdistan’da çok büyük tahribatlara yol açtıkları aşikardır. Osmanlı Ordusu askeri zorunluluk bahanesiyle Diyarbakır, Muş ve Bitlis Yörelerinde yaşayanların büyük bölümünü topraklarından çıkararak yersiz, yurtsuz bırakacak, mal varlıklarına, yiyeceklerine, depolarına el koyacaktır. Kürtler bunun için, çok büyük bir açlık ve fakirlik yaşar. Açlıktan ülkesini terk edenler çoktur. Birçoğu Halep ve Musul gibi kentlere sığınmaya çalışır. “Yaz sıcağında ve kış soğuğunda sokakta yaşamlarını sürdürmeye çalışırlar, açlığa dayanamayarak hayvan leşlerini ve hatta açlıktan ölen yakınlarının leşlerini yemek zorunda kalırlar.
Sonuçta on binlerce, yüz binlerce Kürt I. Dünya Paylaşım Savaşı’nın kurbanı oldu. “Dr. M. Lazarev’in kitabında yer alan ve Çarlık dönemine ait diplomatik kaynaklara dayanan bilgilere göre, savaş sırasında birçok bölgede daha önce 20-30 kişiden oluşan aileler 3 ya da 4 kişiye inmişti. Dahası savaş Kürdistan’da ekonomik hayatın temellerini yıktı bunun başlıca nedenlerinden biri iş gücündeki azalmaydı. Çalışabilecek durumda olan herkes ya savaş alanlarına sürüldü ya da işini bırakıp dağ başına çıktı. Öte yandan Osmanlı Ordusu bölgede büyük bölümü daha önce tarımda kullanılan hayvanlara askeri hizmetler için el koydu diyen Kemal Mazhar Ahmed Kürdistan’daki yıkımı net bir şekilde gözler önüne sermektedir.
Evet, Kürdistan’da Birinci Dünya Paylaşım Savaşı’nda yaşananlar bunlardır. Savaşla alakası olmayan bir halkın kıyımı böyle gerçekleşir. Savaşın herhangi bir yerinde yer almamasına rağmen, hem savaşta ölecek, hem öldürecek, hem toprakları yakılacak, hem yıkılacak, hem açlıktan kırılacak, hem göçertilecek ve hem de katliamlardan geçirilecektir. Ve bunlar az görülecek ki bir de bu topraklarda yüz yıllarca, hatta bin yıllarca birlikte yaşadıkları halklara karşı düşman hale getirileceklerdir!
Kürtlerin tarihlerinde çokça yaşadıkları trajedilerden bir tanesi de, -bugüne kadar yeterince dile gelmeyen, getirilmeyen bu gerçeklik- I. Dünya Paylaşım Savaşı’nda yaşadıkları gerçekliktir.
ŞEHİT KASIM ENGİN
YORUM GÖNDER