ZYGMUNT BAUMAN İLE HER ŞEY ÜZERİNE RÖPORTAJ (7.BÖLÜM)
MUTLULUK
Yaşam Sanatı kitabınızda, antik çağın yaşam filozoflarının ele aldığı bir konu olan mutluluktan bahsediyorsunuz. Modern çağda mutluluk, peşinden gidilmesi gereken bir şey haline geldi.
B: “Yaşam, özgürlük ve mutluluk arayışını” devredilemez, Tanrı vergisi insan hakları şeklinde ilan eden 1776’daki Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi ile başladı. Tabii ki insanlar her zaman mutsuz olmaktan çok mutlu olma eğiliminde olmuştur. Mutluluk arayışı bize evrim tarafından bahşedilmişti. Aksi takdirde bu rahat koltuklar yerine hala mağaralarda oturuyor olurduk. Ancak her birimizin kendi yolunu takip etme hakkına sahip olduğu fikri, modern çağdan beri var olmuştur. Bireysel mutluluğa dair genel bir insan hakkı ilanı, modern çağın başlangıcına işaret ediyordu.
Ama görünüşe göre bugün mutluluğa ulaşmak, Seneca, Lucretius, Marcus Aurelius ve Epictetus’un yaşam felsefesi olan Roma döneminden daha az zor değil. Mutluluk sizin için kişisel olarak ne ifade ediyor?
B: Goethe’ye benim yaşlarımdayken mutlu bir hayatı olup olmadığı sorulmuş, “evet, çok mutlu bir hayatım oldu ama tek bir mutlu hafta düşünemiyorum” diye yanıtlamıştı. Çok akıllıca bir cevap. Ben de aynı hissediyorum. Goethe bir şiirinde uzun, güneşli günlerden daha iç karartıcı bir şey olmadığını da söylemişti. Mutluluk, hayattaki mücadelelerin ve zorlukların alternatifi değildir. Bunun alternatifi can sıkıntısıdır. Çözülmesi gereken bir sorun, aşılması gereken, zaman zaman gücümüzü aşan bir zorluk yoksa, sıkılırız. Ve can sıkıntısı, en yaygın insan rahatsızlıklarından biridir. Mutluluk -ve burada Sigmund Freud ile göz göze geliyorum- bir durum değil, bir andır, anlıktır. Zorlukların ve talihsizliklerin üstesinden geldiğimizde mutlu oluyoruz. Ayaklarımızı sıkıştıran bir çift dar ayakkabıyı çıkarıyoruz ve kendimizi mutlu ve rahatlamış hissediyoruz. Sürekli mutluluk korkunç, bir kabus.
Hepimiz hayatın sanatçılarıyız diyorsunuz. Yaşama sanatı nedir?
B: İmkansızı denemek. Kendimizi kendi yaratımımız ve yaratıcılığımızın ürünü olarak algılamak. Bir ressam ya da heykeltıraş gibi davranmak ve başarılması güç görevlerle yüzleşmek. Şu anda kendi imkanlarımızı aşan hedefler belirlemek. Yaptığımız veya yapabileceğimiz her şeye mevcut kapasitemizin üzerindeki kalite standartları eklemek. Belirsizlik, varlığımızın doğal biyotopudur. Her ne kadar bunu tersine çevirme umudu, mutluluk arayışımızın itici gücü bile olsa.
“Katı” moderniteden “akışkan” moderniteye geçişi sadece teorize etmekle kalmadınız, aynı zamanda ilk elden deneyimlediniz. Gençken ne istiyordunuz?
B: Genç bir adamken çağdaşlarımın çoğu gibi, Sartre’ın “projet de la vie” fikrinden etkilenmiştim. Yaşam için kendi projenizi yaratın ve en kısa ve en doğrudan yolu kullanarak bu ideale doğru ilerleyin. Ne tür bir insan olmak istediğine karar ver ve sonra bu kişi olmanın formülüne sahip ol. Her yaşam türü için uymamız gereken belli sayıda kural, edinmemiz gereken bir dizi özellik vardır. Baştan sona, Sartre’ın tasavvur ettiği gibi, hayat biz daha yolculuğa çıkmadan önce, tamamıyla belirlenmiş bir rotada adım adım ilerler.
GELECEK
Çağdaş toplumumuza karşı çok eleştirelsiniz. Ve bazen, bir zamanlar parıldadığınız, Marksist belirtiler…
B: Marksizmden onurlu bir şekilde çıkmamı sağlayan Antonia Gramsci’nin felsefesini keşfettim. Ancak ben hiçbir zaman diğerleri gibi anti-Marksist olmadım. Marx’tan çok şey öğrendim. Ve bir toplumun, en müşkül üyelerinin yaşam kalitesiyle ölçülmesi gerektiği sosyalist fikre hâlâ bağlıyım.
Öte yandan, siz de bir karamsarsınız. Yeni kapitalizmin gücü o denli büyük ki, alternatif için çok az yer var. Bu umutsuzluk nedeni değil mi?
B: Derslerimden sonra, dinleyicilerin ellerini kaldırıp neden bu kadar karamsar olduğumu sordukları bilinen bir şey. Sadece Avrupa Birliği hakkında konuştuğumda insanlar neden bu kadar iyimser olduğumu soruyorlar. İyimserler, bu dünyanın tüm sözcüklerin en iyisi olduğuna inanırlar. Ve kötümserler, iyimserlerin haklı olmasından korkarlar. Ben bu iki gruptan hiçbirine ait değilim. Kendimi içinde saydığım üçüncü bir kategori daha var: Umut kategorisi.
Bu, günümüzün belki de en iç karartıcı yazarı olan Michel Houellebecq’e olan hayranlığınızla nasıl örtüşüyor?
B: Houellebecq’i keskin gözü ve özeldeki geneli saptama, onun içsel potansiyelini ortaya çıkarma ve tahmin etme becerisinden dolayı seviyorum, akışkan modernitenin kuralsız, parçalanmış ve bireyselleştirilmiş toplumunun bugüne kadarki en anlayışlı distopyası olan The Possibility of an Island’da olduğu gibi. Çok şüpheci ve umutsuzdur, ve bu değerlendirmesi için birçok neden sunar. Konumuyla tam manasıyla aynı hizada değilim, ancak argümanlarını reddetmekte zorlanıyorum. Orwell’in 1984’üyle karşılaştırılabilecek bir distopya. Orwell kendi kuşağının korkuları hakkında yazarken, Houellebecq böyle devam edersek ne olacağını anlatıyor. Yalnızlığın, kopuşun ve hayatın anlamsızlığının son aşaması.
Umut nerede kalıyor?
B: Houellebecq’in tasvirinde son derece önemli bir şey eksik. Siyasetin ve bireyin güçsüzlüğü, mevcut görünümün kasvetli olmasının tek sorumlusu değildir ve tam da bu nedenle, mevcut durum tersine çevrilme olasılığını dışlamaz. Karamsarlık pasifliktir, hiçbir şey değiştirilemeyeceği için hiçbir şey yapmamaktır. Ama pasif değilim. Kitaplar yazıyorum, düşünüyorum ve tutkuyla bağlıyım. Benim rolüm, insanları tehlikelere dair uyarmak ve bu konuda bir şeyler yapmak.
ÇEVİRİ: N. TOYGAR ATEŞ
YORUM GÖNDER