ÖNDER APO’YA ZİLANCA KATILALIM ÖZGÜRLÜK SAVAŞIMIZI ZAFERLE TAÇLANDIRALIM! (10.BÖLÜM)
SORU-10) Günümüze gelindiğinde, 25 yıllık komplo ile mücadelenin açığa çıkardığı nasıl bir Kürdistan gerçekliği vardır? Uluslararası sistemde nasıl bir değişim yaşandı? İçinde bulunduğunuz konjonktür de bu güçlerin durumu ve İmralı soykırım sisteminde Önder Apo’ya yönelik saldırılar arasında nasıl bir bağlantı vardır?
Uluslararası komplo Önder Apo’yu imha ederek, ona dayalı bir biçimde PKK’yi tasfiye ederek Kürt soykırımını tamamlamak istiyordu. Kürdistan’da artık Kürt kalmayacaktı. Türkleşme, Araplaşma, Farslaşma gelişecek ve hâkim hale gelecekti. Herhangi bir Kürt düşüncesi, iradesi, örgütlülüğü ve mücadelesi söz konusu olmayacaktı. Kürt halkı yok edilmiş, Kürdistan tarihten silinmiş olacaktı. Komplonun hedefi kesinlikle buydu.
24’üncü yılın sonunda Kürdistan’a baktığımızda ne görüyorsak, komploya karşı mücadeleyle yaratılanların da onlar olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Buradan bakarsak komplonun tümden yenilmiş, boşa çıkartılmış, başarısız kılınmış olduğunu insan rahatlıkla söyleyebilir. Bırakalım Kürt halkının yok edilmesini, şimdi Ortadoğu’da ve bütün dünyada halklara, insanlığa öncülük eden bir Kürt halkı var. Tüm gençliğe ve kadınlara öncülük eden bir Kürt gençliği ve kadını var. Bunu herkes görüyor, kabul ediyor. Başlangıçta PKK ile savaşması için oluşturulan Güney Kürdistan’daki durum çok daha kökleşmiş durumda. Her ne kadar mevcut yönetime hâkim olan güçler başlangıçtaki işbirlikçiliklerini ve ihanetlerini olduğu gibi sürdürüyorlarsa da toplum bundan ayrıdır.
Bunun yanında bir de Rojava Kürdistan ve Kuzey Doğu Suriye var. İkinci bir Kürt statüsü olarak 2012’den bu yana on yıla aşkın bir süredir var oldu ve gelişme gösterdi. Kuzey Kürdistan’daki mücadele her türlü faşist-sömürgeci-soykırımcı imha saldırısına karşı gençlerin ve kadınların öncülüğünde, Kürt analarının öncülüğünde yiğitçe ve kahramanca sürüyor. İşte Rojhilat Kürdistan’ında durum ortada. İran rejimine karşı genç Kürt kadını Jîna Emini’nin katledilmesi ardından gelişen bir serhildan durumu var ki bu bütün İran’a ve oradan dünyaya yayıldı. Bütün Kürt ve İran kadınlarına yayıldığı gibi dünya kadınlarına yayıldı. Herkes Doğu Kürdistan kadınlarının, İran kadınlarının ve İran halklarının özgürlüğü için sokaklara çıkıyor, meydanları dolduruyor, sloganlar atıyor.
Doğu Kürdistan’daki serhildanla birlikte Kürt kadınının sihirli sloganı “Jin Jiyan Azadî” bütün dünya kadınlarının eylem sloganı, özgürlük isteyen bütün insanların, halkların öncü sloganı haline gelmiş bulunuyor. Şimdi Kürdistan’daki durum böyle. Kürt gerçekliği bu durumda.
Mevcut iktidar ve devlet sistemi ve kapitalist modernite düzeni çerçevesinde Kürt sorunu çözüme kavuşmuş mu? Hayır. Öyle bir çözüm yoktur. Ama Kürt halkının bilinçlenmesi, örgütlenmesi, kendi kendini yönetir hale gelmesi, bu temelde diğer halklarla, insanlıkla ilişki kurması, halklar ailesinin bir üyesi haline gelmesi yönünde bir gelişme var mı? Evet, hem de en başat düzeyde var.
Küresel kapitalist modernite sisteminin statü kazandırdığı, çözümlediği bir Kürdistan durumu yok ama Kürt’e soykırım dayatan zihniyet ve siyasete karşı, küresel kapitalist sisteme karşı mücadele eden ve böyle bir mücadele içerisinde kendisini eğitip örgütleyen ve kendi kendini yönetir hale gelen bir Kürt halkı var. Dört parça Kürdistan’da ve dünyanın dört bir yanına savrulmuş olarak bu halk yaşıyor. Yine böyle bir Kürt kadını ve genci var. Bunlar günümüzün çarpıcı olan açık gerçekleridir.
Küresel kapitalist sistem nezdinde Kürt sorunu çözülmemiş, bu sistem Kürt soykırım zihniyetinden ve siyasetinden vazgeçmemiş ama Kürtler kadınıyla, genciyle, emekçisiyle artık bilinçlenmiş, örgütlenmiş, eyleme kalkmış. Diğer halkları, gençleri, emekçileri bilinçlendirip kendi yanına çekiyor ve bu küresel soykırım sistemine karşı özgürlük mücadelesini her alanda, yüksek bir tempoda gerçekleştiriyor. Soykırımcı zihniyet ve siyasete karşı küresel bir özgürlük savaşı yürütüyor. Esas olan, gerçekleşen budur. Bu da az bir gelişme, zayıf bir durum değil. Çok anlamlı ve önemli bir gelişmedir. Kapitalist sistemin tanıyıp tanımamasının bir önemi yok. Önemli olan halkın kendi kendisini örgütleyip yaşatır ve yönetir hale gelmesidir ki Kürtler bu konuda günümüzün en bilinçli, örgütlü halkı konumundalar. Öncü halk konumuna geldiler. Soykırımla yok edilmek istenen halk, öncü halk konumuna geldi.
24 yıl önce komplonun imha ve tasfiye saldırısıyla Önder Apo’yu imha ederek soykırıma uğratıp yok etmek istediği Kürt halkı şimdi bütün halklara öncülük eden bir özgürlük gücü haline gelmiş durumda. Bundan daha büyük anlamlı ve önemli bir gelişme olamaz.
Uluslararası sistem ve konjonktürel durum açısından değerlendirildiğinde 24 yıl öncesiyle günümüz arasındaki farklılıklar tıpkı Kürdistan’da olduğu gibi yine çarpıcıdır. Bu da oldukça büyük önem taşıyor. Komplo başladığında ABD etkinliği çok fazlaydı. Aslında ABD, Ortadoğu’daki denetimine dayanarak Balkanlar’da, Kafkasya’da, Asya, Afrika ve Latin Amerika’da Sovyetler Birliği’ne dayalı olarak ortaya çıkmış gelişmeleri büyük ölçüde tasfiye etmişti. Bir kısmını etkisiz hale getirirken bir kısmını da kendine bağlamıştı. Üçüncü Dünya Savaşı’nda ya da “Yeni Dünya Düzeni” dediği stratejik çizgisinde yeni bir hamleyi, ikinci bir hamleyi yapmak istiyordu ki Önder Apo’ya saldırı böyle bir ABD stratejik hamlesinin ilk örneği olarak gelişti. Bu ikinci saldırı dalgası başta Önder Apo’yu hedefledi. Çünkü en büyük tehlike olarak Önder Apo’yu gördü. Önder Apo’nun mücadele ettiği koşullarda Irak’a, Afganistan’a, Ortadoğu’ya daha derin bir askeri saldırı yapma gücünü geliştiremedi. Böyle bir saldırıdan korkar oldu. Onun için de söz konusu saldırıları geliştirebilmek için Önder Apo’nun imhasını öngören uluslararası komplo saldırısını planlayıp pratikleşmeye yöneldi.
Ardından 11 Eylül İkiz Kule saldırısının yarattığı ortama dayanarak önce Afganistan Savaşı’nı başlattı. Bir kısmını işgal etti. 2003’te de Bağdat çevresinde kalan Saddam Hüseyin Yönetimi’ne saldırarak düşürdü. Bağdat’ı ele geçirdi. Böylece tüm Irak’ı işgal etmiş oldu. Buna dayanarak da Ortadoğu bölgesindeki diğer karşıt siyasi güçlere dönük müdahaleler yapma imkânı bulmuş oldu. Afganistan’a dayanarak da Asya’ya, Güney Asya’ya dönük siyasi karşıtlarına yönelik müdahaleler yapma imkânı bulmuş oldu.
Bütün bunlar küresel kapitalist modernite sisteminde ABD öncülüğünün ve etkinliğinin ileri düzeyde gelişmiş olduğunu gösteriyor. Bunu böyle görmemiz lazım. Fakat bu ikinci hamlenin ortalarına, sonlarına kadar böyle sürdü. Gittikçe ABD bu etkinliğini ve konumunu kaybetmeye başladı. Yaşananlar ortadadır; 2010-2011’den itibaren “Arap Baharı” denen bir kitlesel ayaklanma süreci gelişti ki ABD’nin Arabistan’da, Kuzey Afrika’da kurmak istediği egemenliğe ciddi bir darbe vurdu. Büyük bir dalgalanma ve hareketlilik ortaya çıktı. Öyle ki bir askeri darbe yapmazsa Mısır’daki egemenliğini bile kaybedecekti. Nitekim kaybetmişti de. Sonunda askeri darbeyle ancak Mısır’da tutunabildi.
Irak’ta yarattığı sistemin sonuçları ortadadır. Her türlü kriz yaşanıyor. Aslında bir Irak devleti ve yönetimi var mı, yok mu bu bile tartışmalı bir konu. DAİŞ ve El-Kaide gibi güçler çıktı. Aslında bunlara karşı Kürt direnişi olmasaydı bu güçler Ortadoğu ve insanlık için daha büyük bir bela haline gelebilecekti.
En son Afganistan’daki durum ortada. Afganistan’ı denetim altına alıp Güney Asya’da üs kurmak isteyen ABD, sonunda Afganistan’dan kaçmak zorunda kaldı. Taliban’la kendi işbirlikçilerini tanıma konusunda sözde anlaşmışlardı ama ABD çekilme adı altında kaçmaya yönelince Taliban tüm Afganistan’ı ele geçirdi. 2001 Güzünden itibaren ABD’nin başlattığı ve yirmi yıl sürdürdüğü Afganistan savaşı, ABD’nin kaçışıyla sonuçlandı. Taliban’ı yıkmak isterken Taliban tümüyle Afganistan’a hâkim oldu. ABD’yle bir biçimde ilişkisi olabilir. Zaten eskiden Taliban hareketini ABD ortaya çıkartmış, saldırtmıştı ama önemli olan bu değil, önemli olan ABD’nin Taliban’dan Afganistan’ı almak isterken sonunda Afganistan’ı Taliban’a terk ederek kaçmasıdır.
Irak’ta Saddam Hüseyin etkisini kıran, dolayısıyla Irak’ı İran’a ve Suriye’ye karşı mücadele üssü haline getirmek isteyen ABD, sonunda kendi güçleriyle Hewlêr’e, Güney Kürdistan’a sığınmak durumunda kaldı. Bütün bunların sonucu da 24 Şubat’tan bu yana devam eden Ukrayna Savaşı’dır. ABD bütün bu çıkmazını Ukrayna Savaşı’yla gidermeye çalıştı. NATO’yu yeniden canlandırmak, Avrupa üzerinden Ukrayna Savaşı’na dayanarak etkinlik kurmaya çalıştı. Rusya’ya karşı açtığı savaşla böyle bir konum güçlendirmesi yaratmak istiyor.
Çin ile çelişkilerini Pasifikte bir ittifak geliştirerek sürdürmeye çalışıyor. Ortadoğu’da ciddi bir şey kuramadı. Her şeyi daha karmaşık, çelişkili ve çatışmalı hale getirdi. Bu kadar katliama, ölüme yol açtı. Şimdi bazı enerji kaynaklarına sahip olmak için Suudi Arabistan’a yalvarıyor. Biraz varlık gösterebilmek için Mısır ile anlaşıyor. El altından İran ile anlaşmaya çalışıyor. İsrail’e dayanmak istiyor. ABD’nin, Batı’nın Ortadoğu’da ki dayanağı Türkiye ve İran’dı. Yeşil kuşak projesi bunlar üzerineydi.
Şimdi ABD öncülüğündeki Batı’nın Türkiye ve İran’daki durumu, Ortadoğu’daki durumu ortada. Ukrayna Savaşı da aslında bir Felaket Savaşı oluyor. Şimdi ora üzerinden bütün insanlık nükleer savaş tehlikesiyle tehdit ediliyor. Rusya’daki Putin Yönetimi bu tehdidi açıkça yapıyor. ABD bu tehdide dayanarak birçok gücü kendi etrafında tutmaya çalışıyor. Tıpkı Saddam’ın Kuveyt’e saldırısından yararlanarak Ortadoğu’ya dönük askeri müdahale gerçekleştirmesi gibi, Putin Yönetimi’nin Ukrayna’ya saldırısından da Avrupa’daki etkinliğini geliştirmek için yararlanmaya çalışıyor.
Aslında Putin Yönetimi Ukrayna’da başarılı olamadı. Zelenski Yönetimini etkisiz kılacak ve Kiev’i düşürecekti ama başaramadı. Şimdi sınırdaki bazı yerleri ilhak etmeye çalışıyor. Ona karşı da büyük tepkiler var. Ağır hasar da gördü, kayıplar da verdi. Tehdidi biraz oradan ileri geliyor. Ama şunu görmemiz lazım: 24 yıl önce ABD bütün dünyada daha etkili ve prestijliydi.
Tabii şimdi dünya daha karmaşık. Üçüncü Dünya Savaş’ı siyasi ve askeri boyut anlamıyla Ukrayna Savaşı’yla yeni bir boyut kazandı. Savaş yürütülen diğer alanlarda Afganistan’dan Irak’a, Ortadoğu’da herhangi bir sonuç, sistem ortaya çıkartılamadı. Bu son derece net ve açık bir durum.
Bütün bunlar neyi gösteriyor? Birincisi ABD yeni düzeniyle dünyaya hâkim olacaktı. Bırakın Yeni dünya düzenini, düzensizlik, çelişki, çatışma ve istikrarsızlık yarattı. İkinci olarak da güya her tarafa demokrasi getirecekti, şimdi her tarafın diktatör olduğunu kendisini söylüyor. Üçüncü olarak da istikrar sağlayacaktı ama çatışma düzeyini Ukrayna Savaşı’na kadar vardırdı. Neredeyse Rusya ve Avrupa’yı savaşır konuma getirdi.
ABD’nin dünyadaki öncülüğü bu biçimde pekişti mi? Hayır. Rusya ve Çin’in durumu ortada. Böyle tek kutuplu bir dünya yoktur. Bunu yaratamadı, yaratamaz da. Dahası dıştan bakınca sanki Rusya’ya karşı Avrupa, ABD etkinliğine girmiş gibi görünüyor ama aslında Avrupa, ABD ile küresel kapitalist modernite sisteminin liderliğini paylaşmaya yöneliyor. Almanya’nın son girişimleri böyledir. Alman Dışişleri Bakanı’nın açıklamaları tamamen bu çerçevededir. ABD’ye ortak liderlik öneriyor. Değil Rusya, Çin, Almanya bile ABD’den liderliği almaya, sistem liderliğini paylaşmaya yönelmiş durumda.
Ukrayna Savaşı’yla birlikte ortaya çıkan durum ne? Çelişki ve çatışmaların daha çok artacağıdır. Küresel kapitalist modernite sisteminin iç çelişki ve çatışmaları daha çok yoğunlaşıyor. Sistemin Üçüncü Dünya Savaşı’nı sona erdirme, bunalımı, krizi aşma yönünde herhangi bir sonuç yaratma konumu kesinlikle gözükmüyor. Dahası dünyada daha çok militaristleşme, silahlanma yarışı söz konusu. Almanya’nın liderlik yarışı aslında silahlanma yarışı olarak ortaya çıkıyor. Dikkat etmek lazım. Almanya tehlikeli yönelimler içerisine yeniden girebilir. Yeni bir güvenlik stratejisi oluşturduklarından, silahlanma süreci başlattıklarından Amerika ile yük paylaşmak istediğinden söz ediyor ki bunları gerçekleştirirse Almanya’nın yarattığı gücü kime karşı kullanacağı belli olmaz.
Hani ABD öncülüğü istikrar yaratacaktı, demokrasiyi geliştirecekti. ABD öncülüğü Ortadoğu’ya müdahale ederken, Körfez Savaşı’na girerken, Saddam ile savaşırken iddiası buydu. Şimdi ortaya çıkan bunların tam tersidir. Silahlanma yarışı, militaristleşme, çelişki ve çatışmalı durumun artması, nükleer savaş tehdidi 24 yıl öncesine göre şimdi çok daha fazladır.
Aslında dünya giderek daha tehlikeli bir siyasi askeri durum içerisine sokulmuştur. Ekonomik kriz, iklim bozulması durumu da öyledir. Çeşitli hastalıklar, korona virüs yine bunun göstergesidir. Sistemin kanserleşme durumu derinleşerek devam ediyor. Buna birçok çevre de öncülük ediyor. Örneğin Almanya gibi bazı güçler Rusya saldırısına karşı demokratikleşmeyi daha çok geliştirerek diktatörlüğü yıkmamız gerekir diyeceği yerde “daha çok militaristleşerek, daha çok silah üreterek, ordu büyüterek güvenliğimizi sağlamalıyız” diyor. Bu daha tehlikeli savaş hazırlığı anlamına geliyor.
Aslında var olan demokrasi kırıntıları da atılarak bütün dünya Rusya’daki gibi bir diktatörlük pozisyonuna girecek. Rusya’daki diktatörlüğe karşı çıkıyoruz derken kendilerinin diktatörleşme süreçleri gelişebilir. Nitekim bu politikaların sonuçları ortada. İtalya’da aşırı sağcılar kazandı, yine İsveç’te sağcılar kazandı. İsveç demokrasinin kalesiydi. Avrupa’nın her tarafında aşırı sağcı, yabancı düşmanı denen faşistler hemen hemen her yerde etkili siyasi hareket durumuna gelmiş. Giderek Hitlerleşme yönünde gelişmeler de yaşanabilir.
Bunların Kürt sorununun çözümüyle bağı var mıdır? Evet, kesinlikle vardır. Önder Apo’nun, İmralı işkence ve tecrit sisteminde tutulmasıyla bağı var mı? Evet var. Bu bağı görmek lazım. Şöyle diyebiliriz: Roma’ya gittiğinde Önder Apo’nun öngördüğü 8 maddelik programla Kürt sorununun demokratik çözümü gerçekleşseydi. Türkiye, Irak, Suriye, İran kesinlikle şimdiki gibi olmayacaktı. Kürdistan özgürlük ve demokrasi kalesi, istikrar kalesi haline gelerek bu alanları da demokratikleştirecekti. Bunun sonucunda demokratik Ortadoğu konfederalizmine gidilebilecekti. Filistin-İsrail sorunu bile bu temelde çözülebilirdi. İsrail’in güvenliği böyle bir Ortadoğu demokratik konfederalizmiyle kesinlikle sağlanabilirdi. Dolayısıyla Ortadoğu böyle bir çıkmaz, çelişki ve çatışma alanı olmaktan çıkabilirdi.
Tabii böyle bir durumda Ukrayna Savaşı olmazdı. Ukrayna Savaşı’na gerek kalmazdı. Avrupa’nın Rusya’dan bu kadar korkmasına gerek olmazdı. Rusya’nın yeni topraklar ilhak etmek için Çarlık Döneminde olduğu gibi ilhak saldırılarına yönelmesine gerek kalmazdı. Dünya parasının, insanlığın ortaya çıkardığı maddi gücün, insanlığı daha çok öldürmek için silaha yatırılmasına, dolayısıyla militaristleşmeye gerek kalmazdı. Eğilim giderek demokratikleşmekten yana olurdu. Demokratik bir dünya sistemi kurulabilirdi. İktidar ve devlet sistemleri halk demokrasileri tarafından denetlenen, kontrol edilen bir duruma gelebilirdi. Ama şimdi bunların hiçbirisi yoktur. Tam tersi geçerlidir. Neden? Çünkü Kürt sorunu çözümlenmedi, Kürdistan’a dönük soykırımcı işgal saldırıları TC. Devleti ve benzerleri tarafından NATO’nun, küresel kapitalist modernite sisteminin her türlü desteğiyle sürüyor. Önder Apo, İmralı işkence ve tecrit sistemi altında tutuluyor. Bu durum, işkence ve tecrit durumu aynı zamanda günbegün ağırlaştırılıyor. ABD’nin Afganistan ve Irak’a saldırısı 9 Ekim komplosunu gerçekleştiren planla oldu. 15 Şubat komplosu temelinde yapılan anlaşmayla oldu. Bunlar birbirine o kadar bağlıydı. Şimdi de İmralı’daki işkence ve tecrit sisteminin durumu aslında Türkiye’deki her türlü faşist baskı ve terörün, işkencenin kaynağı olduğu gibi dünyada bu düzeyde gelişen çelişkili ve çatışmalı durumun da en önemli ve birinci nedenlerinden biridir.
DURAN KALKAN (HEVAL ABBAS)
YORUM GÖNDER