TÜRKİYE'NİN STRATEJİSİNİ BİZ ÇÖKERTTİK (2.BÖLÜM)
Biz Güney’i korumak için 4 alaylık bir gücü görevlendirdik. Şengal’e ise başta 2 alay gönderildi ve daha sonra da ihtiyaca göre takviyeler yapıldı. Böylece Kerkük’ten Şengal’e kadar DAİŞ’in ilerleyişine karşı bir cephe oluşturacak şekilde gücümüzü mevzilendirdik. Bizim direnişimiz uluslararası güçlere de cesaret verdi.
Türkiye’nin esas stratejisi, Suriye’de Kürtlerin kimlik haklarını kazanmaması ve bu süreçte Kürdistan halkının, yapılacak yeni dizaynda yer almaması eksenine dayalıydı. Türkiye bu dalgalı süreçte, Kürtlerin fırsattan yararlanıp yeni dizaynda yer almamasına dönük yoğun bir çaba içerisine girdi. Ama başaramadı.
Kürt hareketi tüm dünyanın korkulu rüyası olan DAİŞ'e karşı verdiği mücadele ile dünyaya umut oldu. Ancak bu direniş ve mücadele kirletilmeye çalışsa da karşılık bulmadı. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan'ın paradigması doğrultusunda hareket eden PKK gerillaları sadece Ortadoğu halklarına için değil, tüm dünya halklarına verdikleri mücadele ile rahat bir nefes aldırdı. Bugün, PKK Yürütme Komitesi Üyesi ve Kürdistan Halk Savunma Merkezi (HPG) Karargah Komutanı Murat Karayılan ile söyleşi serimizin ikinci bölümüne yer veriyoruz. ABD, Türkiye, KDP ve YNK’nin tavrı neydi; PKK, çatışma-görüşme hattında nasıl ilerledi, bu güçlerle neler görüştü? Şengal’de ABD’li heyet ile Komutan Egîd Civyan görüşmesinde ne konuşuldu? Mesut Barzani ve Mesrur Barzani kurye yoluyla gönderdiği mesajda talepleri neydi? İşte Karayılan, bu sorulara yanıt verdi.
O dönemde uluslararası güçlerle herhangi bir diyalog oldu mu?
Müdahalenin ilk günlerinde ABD’nin bir heyeti birkaç helikopterle Şengal’de arkadaşların bulunduğu yere indirme yaptı. ABD’li heyetin sorumlusu o zaman Egîd Civyan arkadaşla görüştü. Egîd arkadaşa, "siz direk PKK misiniz, endirekt PKK misiniz?" diye bir soru soruyor. Egîd arkadaş da, "endirekt nedir; biz doğrudan PKK’yiz; HPG güçleriyiz" diyor. O heyet orada 2-3 saat kalıp arkadaşların koruması altında oraları dolaşıyor ve tekrardan helikopterleriyle geri gidiyorlar. Bizim anladığımız, üstlerine, DAİŞ’e karşı direnen, Dağ’ı savunan bir gücün olduğu ama -onların söylemiyle- direk PKK olduğu biçiminde rapor vermişlerdir; ABD de, 'biz onlarla ilişkiye geçemeyiz' kararına varmış olmalılar ki bir daha hiç gelmediler.
Bu arada Güneyli güçlerle hiç ilişkiniz oldu mu?
Güçlerimizin Şengal’i denetim altına alması, yine halkın Rojava’ya aktarılması sürecinde Sayın Mesut Barzani ve Mesrur Barzani kurye yoluyla bize, "Gerçekten sizin gücünüz Şengal’de var mı?" diye sordu. Biz de "Evet, gücümüz Şengal’dedir. Biz şu anda halkı Rojava’ya aktarıyoruz; gücümüzün Şengal’de olduğu doğrudur" şeklinde cevap verdik. Tekrar aynı kurye yoluyla, "acaba bizim bir gücümüzün de sizin güçlerle birlikte Şengal’e aktarılması için kolaylık sağlar mısınız?" diye ricada bulundular. Biz de 'olabilir' dedik. Zaten Şengal’e müdahalemiz, öyle 'kendimiz tek başımıza gidip orada savaşacağız' yaklaşımı temelinde değildi. Aslında biz müdahale kararını verdikten hemen sonra KDP’yle ilişkiye geçmek istedik; bir ilişki halkamız vardı. Ancak o gelemeyeceğini, görevde olduğunu, görevi bırakıp gelmesi halinde yanlış anlaşılacağını söyledi. O ilişki kurulsaydı, biz, "sizin güçler de geri dönsün; biz birlikte bu saldırıyı göğüsleyelim" diyecektik. Fakat ilişki kurulamadı ama sonra onlar ricada bulununca biz de 'hay hay' dedik ve o güçlerini gönderdiler. Bu bağlamda KDP güçleri önce Rojava’ya aktarıldı; Cezaa’da 1-2 gün misafir edildiler. Şimdi zaman zaman hareketimize karşı nankörce açıklamalar yapan Aşitî adındaki kişinin komutasındaki bir güçtü. Sanırım daha çok istihbarat ve bilgi toplama ağırlıklı bir güçtü. Nihayetinde o güçleri Şengal Dağı’na ulaştırdık.
Pêşmerge tekrardan Şengal’e döndüğünde halkın tepkisi nasıl oldu?
Orada kalan halk pêşmerge kıyafetli insanların geldiğini görünce bu durumu kaldıramadı ve hemen saldırmak isteyenler oldu. Zaten bazıları taşlı-sopalı bir biçimde yöneldi. Ancak Egîd arkadaş çok duyarlı, ulusal duyguları çok güçlü ve devrimci ilkelerde çok inançlı bir arkadaş olarak halkın saldırısının önüne geçti. KDP’nin o gücünü bizim gücümüzün yakınında ve tam korumasındaki sağlam bir yere yerleştirdi. Ama ne yazık ki o zaman KDP’li yetkililer, halkı PKK’nin kışkırttığını düşündü ve resmi olmasa da kendi içinde öyle propaganda yaptıklarını duyduk. Zaten KDP halkın tepkisini hala da doğru anlayamıyor; hep yönlendirildiğini düşünüyor. Oysa gerçeklik öyle değil. Hele hele bizim o savaş koşullarında halkı teşvik ettiğimizi düşünmeleri çok yanlış ve çok nankörce bir şeydir. Öyle bir durum yoktu. Şengal halkı, yalnız bırakılarak ağır bir travmaya sevk edilmiş bir halk olarak, onlara karşı tepkiliydi. Biz tepkilerini dindirmeye çalışıyorduk. Arkadaşlarımız onları korumak için o kadar çaba sarf ettiler.
Aynı dönemde DAİŞ’in Güney’e doğru hızla ilerlemesi söz konusuydu. Şengal dışındaki yerlerde yaşananlar hakkında neler söylersiniz?
Evet, Şengal’den birkaç gün sonra DAİŞ’in Mexmûr’a ve Mexmûr üzeri yine diğer bir koldan Hewlêr’e doğru ilerleyişi başladı. Yine Kerkük’e karşı ilerlememesi de başladı. Bu arada Başûr güçlerinin de artık kontrol noktaları filan kalmamıştı; yani Şengal’in düşüşü ardından bir süre bir dalgalanma ve boşluk yaşandı aslında. Denetimsizlik oldu. Biz otobüslerle arkadaşları Hewlêr’e, oradan da Mexmûr’a gönderdik. Bazı arkadaşları pikaplarla Kerkük’e gönderdik. Yine bu arada Şêxan ve Duhok’tan bir sürü insan Garê ve Metîna köylerine geçici olarak gelip yerleştiler. Özellikle Duhok’u da savunmamız ve daha fazla güneye gelmemiz yönünde halktan bize dönük çok yoğun çağrı ve istekler oldu.
DAİŞ’in Êzîdî inancını ve toplumunu tümden tasfiye etmek amacıyla Laleş’e de saldırabileceğini düşündük. İşte o zaman, Şehit Zeki Şengalî arkadaşın görüş ve katkılarıyla bir alaylık gücü Laleş’e gönderdik. Laleş’in hemen yanına yerleştiler, sonra kutsal Laleş İnanç Merkezi’ni askeri olarak savunabilecek uygun bir yere alay gücü mevzilendi.
Bir alaylık gücü de Duhok’u savunmak için gönderdik. Bu gücümüz de Duhok merkeze değil de, arkasındaki zirveye yerleşti. O zaman arkadaşların şehre girmesinin, halktaki kaygı ve paniği daha da derinleştirebileceğini düşünerek, dağda konumlanmaları tasarlandı. O zaman o arkadaşlara dağda konumlanmaları ama DAİŞ’in Şêxan’a ve Şêxan’dan da Duhok’a doğru ilerlemelerini görmeleri halinde hemen ön hatlara geçmeleri perspektifi verildi. Zaten bir alaylık gücümüz Mexmûr’a, bir alaylık gücümüz de Kerkük’e gitti.
Halkı korumak için kaç grup görevlendirdiniz?
Güney’i korumak için 4 alaylık bir gücü görevlendirdik. Şengal’e ise başta 2 alay gönderildi ve daha sonra da ihtiyaca göre takviyeler yapıldı. Böylece Kerkük’ten Şengal’e kadar DAİŞ’in ilerleyişine karşı bir cephe oluşturacak şekilde gücümüzü mevzilendirdik.
Bu arada bunu gören Güneyli halkımız, yine pêşmerge güçleri de moral kazandı. Bizim bu müdahalemiz, pêşmergenin toparlanmasında önemli bir etkileyici rol oynadı. Pêşmerge de kendini toparladı. Hatta şunu söylemek gerekiyor: Bizim arkadaşlar Mexmûr Kampı’na gitmiş, oranın arkasındaki zirveleri tutmuşlardı. Pêşmerge de şehirde bulunuyordu. Ama DAİŞ’in saldırısı karşısında 2-3 kez geri çekildiler. Sonradan geri çekilmediğimizi, orada bulunduğumuzu görünce tekrar geri geldiler. Bunu kimse inkar edemez. Eğer onlar gelip Mexmûr Kampı’nı da geçselerdi, Hewlêr’e yöneleceklerdi. Zaten başka bir koldan da Hewlêr’e yakınlaşmışlardı. Ama Mexmûr Kampı’nı tutmak için mesela Karaçox’a saldırdılar; o zirveyi ele geçirmek istediler, orada iç içe çatışmalar oldu. Hatta gazeteci Deniz Fırat arkadaş o biçimde yakın mesafede DAİŞ’li teröristler tarafından şehit edildi. Çünkü DAİŞ Karaçox’a sızma yaptı ama biz bırakmadık, güçlerimiz direndi. Bu direniş sonucu o hatta ilerleyemeyeceklerini anladılar. Bu şekilde Mexmûr direnişi aslında Hewlêr’in savunulmasında temel bir kapı oldu. Kısaca Ağustos ayında bunlar olurken, DAİŞ buralarda belli bir duraksamaya uğradı.
Sizin direnişiniz nasıl karşılık buldu?
Bizim bu direnişimiz uluslararası güçlere de aslında cesaret verdi. Yoksa herkes bu DAİŞ saldırıları karşısında şapşallaştı. Nasıl durduracaklarını bilemez hale geldiler. Ama Şengal’in savunmaya alınması, bütün saldırılara rağmen Şengal Dağı’nın yine Mexmûr’un düşürülememesi, pêşmerge güçlerinin de giderek aktif bir biçimde savunma pozisyonuna geçmesi, yine hakeza Kerkük’te yaşanan şiddetli çatışmalar sonucunda DAİŞ’in ilerleyememesi sonucu böyle bir hat oluştu. Bu konuda Güney halkımızın direnişinde ve pêşmergenin de bu biçimde direnişe katılmasında gerilla güçlerimizin bir katalizör rolü oynadığı kesindir. Mesela DAİŞ’in saldırıları karşısında ne Kerkük’te, ne Mexmûr’da, ne Şengal’de geri çekilmenin yapılmaması, yine YPG güçlerinin de Cezaa’dan çekilmemesi böyle bir etki yarattı. HPG güçleri hiçbir yerde DAİŞ karşısında geri çekilme yapmamış, var gücüyle direnmiştir. Dolayısıyla arkadaşlarımız bir yerde 10 kişi de olsa, DAİŞ’in yüzlerce kişilik saldırıları karşısında direnmeyi sürdürdü.
İşte bu arada DAİŞ, adeta intikam alırcasına bir arayışa girdi. Çünkü Güney’de bir hattın oluştuğunu gördü. Bir de ABD öncülüğünde bir Uluslararası Koalisyon oluştu ve bu Koalisyon, Irak ve Güney topraklarına yönelik olarak hava gücünü devreye koydu. Güney’in zorlaştığını anlayınca aslında Kürtlere ve tabii ki hareketimiz PKK’ye karşı Şengal’in rövanşını almak için Kobanê’ye saldırmayı planladı.
Şengal’e müdahalenin ilk günlerinde ABD’nin bir heyeti Şengal’de arkadaşların bulunduğu yere indirme yaptı.
ABD’li heyetin sorumlusu o zaman Egîd Civyan arkadaşla görüştü. Egîd arkadaşa, "siz direk PKK misiniz,
endirekt PKK misiniz?" diye bir soru soruyor. Egîd arkadaş ise, "endirekt nedir;
biz doğrudan PKK’yiz; HPG güçleriyiz" cevabını verdi.
Kobanê kuşatmasına ve orada yaşanan savaş sürecine geçmeden önce dilerseniz, Rojava Devrimi’nin gelişimi, YPG’nin kuruluşu ve hareketiniz ile Rojavalı güçler arasındaki ilişkileri konuşalım. Onun ardından Kobanê kuşatmasına geçelim. Çünkü hareketiniz ile Rojava devrim güçleri, özellikle Türk devleti tarafından çokça ilişkilendiriliyor ve bu durum devrim güçlerinin aleyhine kullanılmaya çalışılıyor...
Şimdi Türk devleti, başta YPG ve PYD ile ilişki kurdu. PYD Eşbaşkanı Salih Müslim’in birkaç kez kamuoyuna açık bir biçimde Ankara’ya gittiğini herkes biliyor. Ama YPG’yle de ilişkileri vardı. Mesela, kendileriyle ilişki sürdürmekle görevli YPG temsilcisinin Türk devleti tarafından Ankara’ya götürülüp, hatta orada ameliyat ettirildiğini de biliyoruz. Bildiğim kadarıyla ameliyatı da başarılıydı. Kuşkusuz Türk devleti bu ilişkileri onlarla gerçek anlamda dayanışmak için kurmamıştı. Onları Kürt oluşumundan uzaklaştırmak, ÖSO dedikleri güce dahil etmek, Suriye’ye karşı savaştırmak için bunu yapıyordu. Bir taraftan bunu yaparken, diğer taraftan da daha 2013’te ÖSO güçleri eliyle YPG’ye karşı bir saldırı başlatmıştı. O saldırı 5-6 ay sürmüştü ama YPG karşısında başarısız kalmış ve yenilmişlerdi. O yüzden AKP hükümeti büyük bir kurnazlıkla, özel savaş yöntemleriyle aslında hem YPG’yi, hem PYD’yi böyle markaja alıp ÖSO çatısı altına sokmaya çalıştı. Örneğin bizzat Salih Müslim’e, "Qamişlo’daki Suriye güçlerini çıkarırsanız size destek sunarız. O kapıdaki Suriye askerlerini söküp atın, o zaman biz size destek sunarız" dediklerini biliyoruz.
Türkiye’nin esas stratejisi, Suriye’de Kürtlerin kimlik haklarını kazanmaması ve Kürdistan halkının yeni dizayn sürecinde yer almaması eksenine dayalıydı. Türkiye bu dalgalı süreçte, Kürtlerin fırsattan yararlanıp yeni dizaynda yer almamasına dönük yoğun bir çaba içerisine girdi. Zaten daha sonra devlet kendi içerisinde bu eksende bütünlük sağladı ve 2015’ten itibaren bunu stratejisinin ana halkası haline getirdi. Ama öncesinden de buna benzer bir çaba içerisinde bulunduğu açıktır. Dolayısıyla o zaman ilişki kurdukları YPG’nin veya PYD’nin PKK’nin bir parçası olduğu biçimindeki varsayımın doğru olmadığını aslında onlar da biliyor.
Şurası doğru: Önder Apo, Suriye’de ve Rojava Kürdistanı’nda 20 yıl kadar bir zaman kaldı. Önder Apo’nun temel bir özelliği de gittiği her yerde halkla ilişki kurmasıdır. Önder Apo halkla konuşmaz, tartışmaz, sohbet etmezse dayanamazdı; sıkılırdı. Bu yüzden Rojava Kürdistanı üzerinde Önder Apo’nun çok büyük etkisi var. İşte YPG, PYD, vb. oluşumlar gelişirken, tabii Önder Apo’nun çizgisinin etkisi altında oluştular.
Ancak YPG’nin ilk oluşumunda yer alan Xebat Dêrik gibi bir kısım arkadaş, 2011 yılında Suriye’de olayların başladığı görülünce kendileri öneriler yaptılar. Bunlar bizim arkadaşlarımızdı. Rojava’da gelişmelerin yaşanabileceğini, orada halka sahip çıkmak, halkı örgütlemek istediklerini örgüt yönetimine öneri olarak sundular; örgütümüzü de bunu uygun gördü ve 'gidebilirsiniz' dedi. Dolayısıyla bir grup arkadaş bu biçimde bizden ayrılarak Rojava’ya gittiler. Onlar oradaki diğer yurtsever kesimlerle de bir araya gelerek, hatta daha önceleri bizden firar etmiş olan ama pişman olmuş bazı kişileri de örgütleyerek YPG’yi kurdular.
YPG silahlarını nasıl temin etti?
YPG kurulduğunda Güney’e gelip Mesut Barzani’den silah yardımı istediklerini çok iyi biliyorum. Çünkü sonradan aynı heyet bizim yanımıza da geldi ve bizden de istedi. Biz destek sözünü verdik; gücümüz oranında silah desteğinde bulunduk. Ama KDP o zaman herhalde onlara net bir cevap vermiyor sonra da herhangi bir destekte de bulunmadılar diye biliyorum. Belki daha sonraları kısa bir süre sınırı açma gibi dayanışmaları olmuş olabilir ama o zamanlar yeni kurulduğunda YPG toplam bin adet kleş istemişti. Aynı şeyi bizden de istediler; biz o zaman imkanlarımız oranında o istedikleri silahları verdik. Yani YPG’nin bizimle bağı bu biçimde dostluk çerçevesindeydi ve şimdi de benzer tarzda bir ilişki vardır. Kaldı ki YPG’nin bizimle olduğu gibi başka bazı Kürt örgütleriyle de benzer ilişki ve dayanışmaları vardır.
Türk devleti ne zaman ki PYD ve YPG’yi amaçları için kullanamayacağını anladı, bu kez de tam karşıya aldılar. Böylece kesin kararlarını verdiğinde, yani 2014’ten sonra YPG’yi ya da PYD’yi anarken, mutlaka bizim adımızı da onların adının yanına koyuyorlar. Yani YPG-PKK demeye başladılar. Halbuki önce böyle yaklaşmıyordu. Ancak şimdi YPG’yi ve PYD’yi PKK’nin bir uzantısı olarak göstermek istiyor. Bunun, doğru hiçbir yanı yoktur.
Ancak ideolojik olarak benzerlikleriniz var...
Şimdi Önder Abdullah Öcalan bir paradigması olan çağdaş bir ideolojik-felsefi çizgiye sahip bir önderliktir. Bu çizgi, sadece PKK için değil, tüm Kürdistan halkı için, hatta tüm Ortadoğu ve insanlık için geliştirilmiş bir çizgidir. Önder Apo PKK’nin de önderliğidir ve tartışılmaz lideridir ama Önder Apo’nun paradigmasının çerçevesi çok daha geniştir.
Şimdi Önder Apo’nun paradigması ekseninde Kürdistan’ın 4 parçasında partiler kurulabileceği gibi, Irak’ta da kurulabilir, Suriye’de de, Mısır’da da, Avrupa’da da kurulabilir; zaten bildiğim kadarıyla böyle gruplar da vardır. Arjantin’de bile bu yönlü bazı grupların yoğunlaştığını biliyoruz. Şu anki akıbetlerini bilemiyorum ama daha önce Pakistan’da da bu yönlü gruplar vardı. Yine Irak’ta tamamen Arap insanlardan oluşan bir parti kuruldu ama çeşitli imkan sorunlarından dolayı şimdi bir parti olarak değil de bir grup olarak çalışıyorlar. Bunlar Basralı, Bağdatlı insanlardır ama Apocu çizgiyi kendilerine esas alıyorlar. YPG’nin veya PYD’nin kuruluşu da bu çerçevede bir kuruluştur. Doğru, bizimle ideolojik yakınlığı, hatta birliği var. Bazı farklı yanları da olabilir ama organik bağ anlamında bir örgütsel bütünlüğü yoktur. Dayanışma olabilir. Bizim dayanışmamız sadece onlarla da değil, Rojava’daki başka birçok örgütle olduğu gibi Türkiyeli sol-demokratik bir çok örgütle de vardır. Güney’deki Kürt örgütleriyle de vardır. Onların hepsi PKK’li sayılamaz. Nasıl ki onların hepsi PKK’li sayılamazsa, PYD de PKK sayılamaz. Ama Türk devleti, halkımızın Rojava’daki ve özellikle Kuzey-Doğu Suriye’deki kazanımlarını ortadan kaldırmak için ve YPG ile PYD’yi terör listesine koymak için bu ilişki halkasını kullanıyor.
Bunu hiçbir ilişkiniz olmadığı yönünde mi anlamamız gerekiyor?
Biz, ‘hiçbir ilişkimiz yok’ biçiminde bir şey söylemiyoruz. Biz her şeyi açık, dobra dobra koyuyoruz. Nettir yani. İlişkimiz var ama bu organik bir ilişki değildir. Onlar ayrı, biz ayrıyız. Onların ayrı bir yönetimi var, biz ayrı bir yönetimiz. Yine zorlanırlarsa biz destek sunarız. Bunlar ayrı şeylerdir. Devrimciler arası bir dayanışmadır. Zaten bize göre Kürdistan’daki, Türkiye’deki ve Ortadoğu’daki bütün devrimci-demokratlar birleşmelidir. Arap halkı ile Kürt halkı kendi içinde birlik kurmalıdır. Yine en çok ezilen Asuri-Süryani halkı vardır. Bu halkların hepsi birbirleriyle birlik kurmalıdırlar. Kuzey-Doğu Suriye’de Türkmen, Çeçen, Ermeni halkları vardır. Önderliğimizin paradigması tüm toplumları kucaklayan bir paradigmadır.
Demokratik Ulus demek, tüm ulusların demokratik bir şekilde birleşmeleri, ortak çatı altında özgürce ve eşit bir biçimde yaşamaları anlamına gelmektedir. Bu ideolojik-teorik gerçeklikten hareketle bu çatı altında olan tüm örgütlerin hepsinin PKK olduğunu söylemek saçmalıktır. Gerçeği çarpıtmadır. Aynı zamanda Önder Apo’nun ideolojik gücünü de küçümsemedir. Sanki "Önder Apo sadece PKK’nin lideridir; PKK de bu tür örgütleri kendine bağlı olarak kuruyor" gibi bir kurgu geliştirmektedirler. Bunun gerçeklikle alakası yoktur. Bu konudaki ilişki sistemi belirtiğimiz temeldedir.
DENİZ KENDAL/ZAGROS
KAYNAK: ÖZGÜR POLİTİKA
YORUM GÖNDER