KÜRT SORUNU BİR SOYKIRIM SORUNUDUR (1.BÖLÜM)
PKK Yürütme Komitesi Üyesi Duran Kalkan, Kürt Sorunu'nun tarihsel seyrini gazetemize anlattı:
Kürt Sorunu; kapitalist modernite sisteminden, o sistemi var eden tarihsel süreçten, onun dayandığı iktidar ve devlet sisteminden bağımsız değildir. En yalın ve somut olarak yüz yıllık bir sorundur.
Kurdistan’da paylaşım, parçalanma en son 25 Haziran 1926 tarihli İngiltere ile TC arasında yapılan Ankara Anlaşması'yla çizildi. Bugünkü karşımızdaki haritalar, devlet sınırları o zaman çizildi.
Kürt ve Kurdistan Sorunu, dar anlamda 4 devlet arasında paylaşılması ve sömürülmesi olarak çoğunlukla tartışılır ama bunun küresel ve sistemsel boyutları yeterli tartışılmaz. Kürt ve Kurdistan Sorunu'nun nasıl ve hangi zeminde ortaya çıktığını, nasıl sömürgeleştirildiğini, bunun kapitalist hegemonya ve devletçi sistemle bağlarını PKK Yürütme Komitesi Üyesi Duran Kalkan anlattı. Kalkan, Kürt meselesinin tarihsel seyrini, ortaya çıkış zeminini, küresel güçlerin, kapitalist modernitenin sistemsel yaklaşımını ve Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan'ın paradigmasını anlattı. Kalkan, ilk bölümde Kürt sorununun ortaya çıkış zeminini analiz etti…
Kürt sorunu; kapitalist modernite sisteminden, o sistemi var eden tarihsel süreçten, onun dayandığı iktidar ve devlet sisteminden bağımsız değildir. Sorun bu güçler tarafından yaratılmış bir sorundur. Tarihsel gelişim süreci içerisinde Kürt sorunu her zaman yoktu. Tarih boyunca bu sorun hep varmış gibi de algılanabiliyor. Böyle bir algılama yanlıştır. Farklı biçimlerde sorunlar vardı ama mevcut biçimde anladığımız, tanımladığımız gibi bir Kürt Sorunu değildi. Kürt Sorunu tarihin bir kesitinde bazı çelişki, çatışma ve uzlaşmalara dayalı olarak ortaya çıkartıldı.
Yüz yıllık bir sorun
En yalın ve somut olarak yüz yıllık bir sorundur, öncesinde yoktur. Esas itibariyle Birinci Dünya Savaşı sürecinde ve sonrasında ortaya çıkan bir sorun oluyor. Birinci Dünya Savaşı'nı da ortaya çıkartan bir tarihsel süreç oldu. Dolayısıyla nasıl ki öyle bir tarihsel süreç Birinci Dünya Savaşı'nı var ettiyse Kürt Sorunu gibi bir sorunun da ortaya çıkmasına etken oldu. Birinci Dünya Savaşı kapitalist modernite sistemiyle nasıl bağlantılıysa ve kapitalist modernite sistemi nasıl iktidarcı devletçi sistemin son modernitesiyse, Kürt Sorunu da en genel itibariyle iktidarcı-devletçi sistemin ortaya çıkarttığı bir sorundur. İktidar ve devletçi sistemin ortaya çıkardığı bir sorun ama ancak beş bin yıl önce çıkardığı bir sorun değildir. Bu sistemin son modernitesinin 19. yüzyılın sonunda 20. yüzyılın başında yaşadığı çelişki ve çatışmalar ortamında oluşturulmuş, ortaya çıkartılmış bir sorundur. İktidar ve devlet sistemle bağı bu biçimdedir. Esas olarak onun son modernitesi, kapitalist moderniteyle bağlantılıdır. Kapitalist modernite sistemi 500 yıldır Avrupa’da ve diğer yerlerde gelişmiştir. Ortadoğu’ya 19. yüzyılın başından bu yana, hatta 18. yüzyılın ortasından bu yana yayılmaya çalışıyor. İdeolojik, felsefik, askeri, siyasi olarak Ortadoğu’yu etkileyerek girmeye çalışıyor.
Tam olarak bunu kesin ifade edemeyiz. Yani Kürt Sorunu, kapitalist modernite sisteminin ortaya çıkarttığı bir sorunsa, o zaman kapitalist modernite sistemi 500 yıldır var olduğuna göre, 500 yıllık bir sorundur diyemeyiz. Evet kapitalist modernite sistemiyle onun Ortadoğu’ya yayılma çabalarıyla bağlantılıdır, sorunun temelleri o zaman atılıyor. Sorun için birikim o yayılma çabalarıyla oluşuyor, bunlar doğru ama sorunun doğrudan ortaya çıktığı süreç Birinci Dünya Savaşı sürecidir. Burada Birinci Dünya Savaşı’nın iki temel özelliğini vurgulamak gerekiyor. Bir; kapitalist modernite sistemi, onun şahsında tarihi iktidar ve devlet sistemi ilk defa küresel bir güç haline geliyor. O zamana kadar bu dünyada devletler var. Önder Apo, “Çeşitli kimlikler, adlar altında birçok devlet var. Yıkılıp yenileri kurulmuş, farklı adlar almış ama devlet-devlettir. 5 bin yıldır kartopu gibi büyümüş gelmiştir. Şimdi dünyaya hakim olan bir dev haline gelmiştir” dedi. Bu bir gerçektir. Kapitalist modernite sistemi içerisinde dünyanın birçok alanında devletler var. Fakat, Birinci Dünya Savaşı'ndan önce dünyanın her tarafında devlet yoktur. Bu devlet dünyası yerkürenin tümünü ele geçirmiş değildir. Bazı yerlerinde var, bazı yerlerinde de devlet yoktur. Biliyoruz ki, devlet denen olgu M.Ö. 4 bin, 3 bin yıllarında Sümer’de başladı. Sümer; Bağdat ile Basra arasında Dicle ve Fırat nehirlerinin suladığı vadide oluşmuş bir kenttir. Onun gibi birçok kent var. Ud, Uruk vb. adlar alıyorlar. O kentlerde oluşan yeni bir örgütsel egemenlik sistemidir. Mevcut ortaya çıkan birikimi, gelişmeyi bazıları kendi tekeline alıp istediği gibi kullanmak için oluşturduğu bir çete, soygun, baskı sistemidir.
5-6 bin yıl içerisinde oradan kalkarak dünyanın birçok alanına yayıldı. Oradan önce Yukarı Mezopotamya’ya yayıldı. Babil oldu, Asur oldu, iki tarafa yayıldı. Batıya geçti, Nil Vadisi'nde Mısır oldu. Doğuya geçti, Zağrosların eteklerinde doğusunda Med oldu, esas olarak Pers oldu. Oradan Ege’ye Grek-Yunan egemenliği oldu. Güney Avrupa’ya Akdeniz kıyılarına yayıldı ve Roma’ya kadar gitti. İlkçağ böyle oluştu. Devlet buralarda vardı, başka yerlerde yoktu. Ondan sonra Çin’e kadar Asya’nın doğusuna yayıldı. Afrika’nın kuzeyine yayıldı, bazı Ortaçağ İmparatorlukları, devletleri oldu. Ortadoğu’da İmparatorluklar haline geldi. Böyle bir süreçte Batı Avrupa’da kapitalist modernite sistemi gelişti.
Sömürgeciliğe ‘ticaret özgürlüğü’ dediler
Evet devlet baskı ve sömürü gücüydü ama toplumsal ahlak bu devlet hukukunu bastırıyordu, toplum üzerindeki sömürüye bazı sınırlar koydurtuyordu. Avrupa’da kapitalizmin gelişimi demek, aslında sömürüye toplumsal ahlak tarafından konan söz konusu engellemelerin ortadan kaldırılması, her türlü sömürünün geçerli sayıldığı, hatta marifet sayıldığı yeni bir sömürü sisteminin gelişmesi demektir. Böyle bir anlayışla, felsefeyle dünya yağmalandı ve talan edildi. Baskı ve sömürüyle elde edilenler tekelleştirildikçe, bilim teknik gelişmenin daha fazla yağma ve talana yaygınlık ve derinlik anlamında imkan vermesinden yararlanılarak Avrupa’da kapitalist sömürüye açık devlet sistemi bütün dünyayı yağma ve talan etti. Sömürgecilik denen şey böyle başladı. Aslında sömürgecilik, bütün dünya zenginliklerinin yağma ve talan edilerek Avrupa’ya taşınması demektir. Afrika’dan, Amerika’dan, Asya’dan özellikle deniz aşırı ticarete dayanarak okyanusları aşan taşınma tekniğinin gücünden yararlanarak buralardaki bütün zenginlikleri taşıdılar. Buna “Ticaret özgürlüğü” dediler. Bunun da adı özgürlük oldu.
Özgürlüğü de doğru anlamak lazım
Özgürlük adına insanlar her türlü baskı ve kölelik altına alındılar. Şimdi Asya’dan, Afrika’dan toplumlar kopuyor, göç dalgaları geliyor deniliyor. Dalga dalga Avrupa’ya ve Amerika’ya koşuyorlar. Neden? Çünkü oraların bütün değerleri, kapitalist modernite sisteminin ilk doğuş döneminde yağma ve talan edildi. Bütün gelişmeler orada yaratıldı, öyle bir güç dengesizliği oluştu ki, bir taraf maddi olarak parıl parıl parlıyor. Bir tarafta ise insanlar açlıktan ölüyor. Bu sistem 500 yıl içerisinde böyle bir dünya ortaya çıkardı. Dünya dengelerini bu kadar bozdu. Böylece devletçi sistem bilim ve tekniğin gelişiminden de yararlanarak bütün dünyayı keşfetti. Önce yağma-talan biçiminde sömürü geliştirdi. Baktı ki, bu yağma ve talan biçimindeki sömürü yetmiyor. Oraları siyasi-askeri egemenlik biçiminde tümden ele geçirmeye yöneldi. Sonra sermaye ihraç etmeye yöneldi ve yeni sömürgecilik geliştirdi. Böylece devlet sistemleri yayıldı, bütün dünyanın sömürüye açılması, bütün dünyanın devletçi egemenlik altına alınması düzeyine ulaştırıldı.
Kapitalist modernite sisteminin küreselleşmesi
Birinci Dünya Savaşı bu anlamda iki şeyi ifade ediyor. Bir; yerkürenin tümünün iktidar ve devlet sisteminin egemenliği altına girmesi, devlet egemenliği dışında bir karış toprak parçasının kalmamasını, küresel düzeyde iktidar ve devlet sisteminin hegemonik hale gelmesini ifade ediyor. Yani bütün dünyayı devlet ve iktidar sisteminin ele geçirmiş olması oluyor. Ondan önce dünyanın her tarafında devlet yoktur. Amerika’nın birçok yerinde toplulukların kendi özgür yaşamları var. Etnisitenin, halk topluluklarının, kabilelerin, kavimlerin, halkların kendi toplumsallığı içerisinde yaşadıkları sistemler var. Afrika’da, Asya’da var. Devletçi sistem bütün bunların hepsini yok etti, her yere devleti götürdü ve devlet egemenliğini kurdu. Toplumların kendi özgür yönetimlerini yıkarak onları ele geçirdi. Sadece toprakları fethetmedi, toplumları da fethetti. Sadece sömürdüğü şeyleri almadı, bütün dünyayı egemenliği altına aldı. Dünya devlet egemenliği altına yüz yıl önce girdi. Bu dünya yüz yıl önce böyle değildi. Geçmiş hep böyleydi sanılmamalıdır. Tarih içerisinde dünyanın her tarafında devletler zaten varmış, devletsiz alan yokmuş denilmemelidir. Öyle değildir. Devlet dünyanın belli yerlerinde vardı. Belli yerlerinde de toplumlar vardı. Devlet olmayan kendi kültürel sistemi içerisinde yaşayan halk toplulukları söz konusuydu. Bu durum Birinci Dünya Savaşı'yla değişti. Birinci Dünya Savaşı’nın en temel bir özelliği, devlet sisteminin bütün dünyayı ele geçirmesi, yani küresel düzeyde hegemonik hale gelmesidir. Bu da kapitalist modernite çağında gerçekleşiyor. Dolayısıyla kapitalist modernite sistemi küreselleşiyor.
İngiltere’nin çıkarları
İkinci özellik ise; bazı tekelci gruplar ve bazı devletler arasında dünya parçalanıp paylaşılıyor. Savaş böyle bir paylaşım savaşı oluyor. Savaş, devletin dünyayı ele geçirme savaşıdır. Yerkürenin bazı tekel grupları, devletler arasında paylaşılması savaşıdır. İttifaklar oluşturdular. “Üçlü İtilaf” deniliyordu. Ama çatışan güçlerin merkezi İngiltere ve Almanya’dır. Birinci Dünya Savaşı bu iki gücün arasında geçen savaştır. Erken gelişimine dayanarak İngiliz devleti Hindistan’a kadar ele geçirmişti. “Güneş Batmayan İmparatorluk” haline gelmiş küresel bir devlet olmuştu. Almanya buna itiraz etti. Gelişen Alman sermayesi bu dünyanın sömürüsünden “ben de daha fazla pay alacağım” dedi. İstediği pay verilmeyince İngiltere’ye “seni yeneceğim, birinci güç ben olacağım” dedi. Dünyanın en büyük gücü kim olacak, dünyayı en fazla kim sömürecek çelişkisi, arayışı Birinci Dünya Savaşı’nı yarattı. Almanya kendi etrafında bir ittifak oluşturdu. Avusturya-Macaristan, Osmanlı İmparatorluğu. İngiltere; Fransa ve Rusya ile bir ittifak oluşturdu. Dört yıl savaştılar. Savaş sonunda Alman cephesi yenildi. İngiliz cephesi zafer kazandı. Böylece savaştan sonraki dünya sistemi İngiltere devletinin görüşleri, planları, çıkarları doğrultusunda oluştu. Dünya bu temelde İngiltere’nin çıkarları doğrultusunda yeni bir egemenlik sistemine kavuştu.
1917 Ekim Devrimi
Savaş içerisinde şöyle bir değişiklik oldu: 1917 yılının eski takvimle Ekim ayı sonunda, yeni takvimle Kasım ayı başında Rusya’da devrim oldu. Buna “Sosyalist Devrim, Bolşevik Devrim” deniliyor. “Ekim Devrimi” olarak tanımlanıyor. Böyle bir devrim olunca Rusya savaştan çekildi. Dolayısıyla İngiliz-Fransız ittifakından da çekildi. Sovyet Rusya savaştan ve ittifaktan çekilince Almanya karşısındaki ittifak güç olarak İngiltere ve Fransa kaldı. Almanya’yı yenilgiye götüren güçler bunlar oldular. İngiliz-Fransız ittifakı içerisinde de merkez olan güç İngiltere’ydi, savaştan sonra başta Ortadoğu olmak üzere dünyayı İngiltere ve Fransa aralarında paylaştılar, kendi anlaşmalarına göre şekillendirdiler. Kendi çıkarlarına göre bir düzen verdiler.
Şunu da eklemek gerekiyor: Daha önceki yüzyıllarda 13., 14. yüzyıldan itibaren Amerika’nın, Afrika’nın talan edilmesi süreçlerinde bütün buralar devletler tarafından ele geçirilmişti. Devletçi egemenlik buralarda kurulmuştu. ABD’de 18. yüzyılın son çeyreğinde kuruldu. 200 yıllık bir devlettir. ABD’nin böyle bir savaşla küresel bir devletçi sistem kurmakla herhangi bir ilişkisi yok, bir yeri de yok, sorumluluğu ve gücü de yoktur. O daha sonra güç kazandı ve gücü ele geçirdi. İkinci Dünya Savaşı içerisindeki çelişki ve çatışmalar sonucunda sistem onun üzerine kaldı. Ama esas olarak sistemi küresel boyuta getiren, küresel imparatorluk kuran İngiliz sermayesi ve siyasetidir. Fransa da buna ortak oldu. Zaten önceki yüzyıllarda keşifler, icatlar adı altında dünyanın diğer yörelerini yağma-talan etmişlerdi, egemenlik kurmuşlardı. Sorun, Ortadoğu üzerinde kimin egemen olacağı sorunu olarak kalmıştı.
Ortadoğu'da yeni sömürge devletleri
Ortadoğu’da da iki nedenle egemenlik gerekiyordu. Bir; küresel hegemonik güç olabilmek için bir tarihsel temel olması gerekiyor. Devletçi sistemin tarihi de Ortadoğu’da başladı. Yani Sümer’de başladı. Devletin kökleri Sümer’dedir. Ortadoğu’yu ele geçiremeyen bir devletçi sistem küresel hegemon hale gelemez, çünkü tarihsel geçmişi olamaz. Tarihsel olarak kendini ortaya koyabilmesi için de Ortadoğu’yu ele geçirmesi gerekiyor. Devletin ortaya çıktığı, gelişme gösterdiği yeri ele geçirmelidir.
İki; Ortadoğu’nun zenginlik kaynakları önemliydi. Yeraltı ve yerüstü zenginlikleri çoktu. Tarım, ziraat, hayvancılık vardı. Yeraltında madenleri vardı. O zamana kadar bunların birçoğu açığa çıkarılmıştı, kullanılıyordu. Yeni olan bir de petrol denen bir araç çıkartıldı. Bu çok büyük bir enerji kaynağıydı. Ortadoğu’da önce bu keşfedildi. Ortadoğu, Arap sahası maddenin temel sahasıydı. Dolayısıyla bu enerji kaynağının ele geçirilmesi, hükmedilmesi, hakim olunması gerekiyordu. Aslında dünyanın diğer yerleri ele geçirilmişti, Ortadoğu’daki enerji kaynaklarını, zenginlik kaynaklarını ele geçirme, devletçi sistemi ele geçirmek için küresel hegemonik olmak isteyen güçler kendi aralarında savaş verdiler. Savaş Almanya ve İngiltere arasında sürdü ama savaşın mekanı Ortadoğu oldu. Aslında Birinci Dünya Savaşı bir Ortadoğu savaşıydı. İktidar ve devlet sistemi küresel hegemonik bir güç haline gelirken Ortadoğu kimin egemenliği altına girecekti? Ortadoğu’daki devletçi sistemi yeniden hangi güç yapılandıracaktı? Soru buydu ve savaş bunun için verildi. Ortadoğu’nun en etkili gücü olan Osmanlı İmparatorluğu'yla ittifak kurmuş bulunan Almanya ona dayanarak zafer kazanacağını, egemen olacağını sandı ama savaşta kaybetti. Alman-Osmanlı cephesi yenildi. Dolayısıyla yeni Ortadoğu yapılanmasını İngiltere ve Fransa devletleri kendi çıkarları doğrultusunda şekillendirdiler. Ortadoğu’ya yeni bir siyasi harita kazandırdılar. Çıkarlarına, egemenlik sistemlerine göre böldüler ve parçaladılar, devletçikler oluşturdular. Önce manda sistemlerini kurdular, yarı sömürge yaptılar. Arkasından manda yönetimleri devlet haline geldi ve bağımlı devletler oldular. Yeni sömürge devletleri oldular. Ortadoğu’da bazı devletler kuruldu ama İngiltere ve Fransa’nın çizdiği sınırlar temelinde onların çıkarları temelinde kuruldular. Onlara bağımlıdırlar. Arap devleti diye ortaya çıktılar ama esas olarak öyle bir devlet yoktur. İngiltere ve Fransa’nın çıkarları var.
Lozan: Yeni bir Türkiye tanımlaması
Yenilseler bile Türkiye’de bu parçalanmaya Kemalistler itiraz etti. Eski devletçi geleneğe dayanarak ayakta kalan Osmanlı ordusu Mustafa Kemal öncülüğünde İngiltere ve Fransa’nın daha önce Sevr’de çizdikleri Ortadoğu sistemine kendi cephelerinden itiraz ettiler, savaşa girdiler. Doğu yakalarında, Rusya’da sosyalist devrimin olmasından da yararlandılar. Objektif olarak da ona dayandılar. Rusya’daki devrimden destek de aldılar. Onun gücüyle İngiltere ve Fransa’nın Anadolu için çizdiği haritayı reddettiler, ona karşı bir çatışmaya girdiler. Kendi varlıklarını Türklerin ve Kürtlerin varlığı olarak tanımladılar. Araplar dışındaki Ortadoğu’nun İslami toplumu, devleti olarak tanımladılar. Toplumun çeşitli kesimlerinden, Kürtlerin var olan aşiret sistemlerinden, yine Anadolu’da ortaya çıkmış çeşitli direniş odaklarından, sol güçlerden destek alarak bu savaşı yürüttüler ve İngiliz-Fransız egemenliğine kendilerini kabul ettirdiler. Sevr’i değiştirdiler. Lozan’da yeni bir anlaşma imzalattılar. Lozan Anlaşması, Sevr’de Anadolu’nun batısında kurulması öngörülen küçük bir Türkiye yerine Misak-ı Milliyle çizilmiş Kurdistan’ı da içine alan yeni bir Türkiye tanımlamasını kabul etti. Önce 1921’de Fransa anlaştı. Ardından Lozan’da birlikte anlaşma yaptılar. 1926’da da Ankara Anlaşması'yla Türkiye-Irak sınırını çizdiler. Böylece TC. devleti kuruldu. İngiltere ve Fransa’nın savaş sonunda öngördüğü gibi değildir. Ondan sonra 1918’de biten savaş 1926’ya kadar aslında Kurdistan’da devam etti. Kurdistan’da paylaşım, parçalanma en son 25 Haziran 1926 tarihli İngiltere ile TC. arasında yapılan Ankara Anlaşması'yla çizildi. Savaş sonrası öngörülen siyasi sistem ortaya çıkartıldı. Bugünkü karşımızdaki haritalar, devlet sınırları o zaman çizildi.
Arap sahası 22 devlete bölündü, cetvellerle masa başında sınırları çizildi. Enerji kaynaklarını paylaşma temelinde bunu yaptılar. Nerede zenginlik var, petrol çakmışsa İngiltere ve Fransa kendi etkinliklerine de dayanarak buraları paylaştılar. Bir; kendi aralarındaki mücadele gereği böldüler. İki; parçaladılar, zayıf kıldılar ki hepsi kendilerine bağlı olsunlar. Arap sahası da o zaman böyle bölündü. Ondan önce Osmanlı İmparatorluğu vardı. Ondan önce de İslam İmparatorluğu vardı. Emevi, Abbasi devletleri vardı. Arkasından Osmanlılar egemen oldular. Arap sahasında İslami İmparatorluklar vardı. Böyle şimdiki gibi 22 ulus-devletli bir Arap gerçekliği yoktu. Kurdistan üzerindeki mücadele ise önce Ortaçağ'da zaman zaman Osmanlı ve İran İmparatorlukları arasında bir mücadele alanı olarak sürdü. Zaman zaman Osmanlılar hakim oldu, zaman zaman İran İmparatorluğu hakim oldu. İranlılar bazı dönemlerde Urfa’ya hatta Lübnan’a kadar geldiler. Bütün Kurdistan’a egemen oldukları dönemler oldu.
REWŞAN DENİZ
KAYNAK: ÖZGÜR POLİTİKA (Yarın: Kurdistan nasıl ele geçirildi?)
YORUM GÖNDER